<#comment>#comment>Gelir olmadan devlet de yaşayamaz, insanlar da yaşayamaz. Gelirin kaynağı üretimdir. Mal ve hizmet üretimidir. Üretim ise dört faktörün katkısıyla (doğa - sermaye - emek ve müteşebbis) gerçekleşir. Dört üretim faktörünün üretime katkıda bulunması, üretim sonucu yaratılan katma değerden onları memnun edecek ölçüde, onları yaşatacak ölçüde pay almalarına bağlıdır. Doğa payını, kira olarak alır. Sermaye, faiz olarak alır. Emek, ücret olarak alır. Müteşebbis, kar olarak alır.
Kamuoyu (1) Karın ne olduğunu bilmez. (2) Kar etmeyi ayıp / günah sanır. Halbuki kar yok ise, müteşebbis üretime soyunmaz. Üretimi artırmaz. Halbuki müteşebbis Nasrettin Hoca'nın hikayesindeki "Helvacı Başı"dır. Unu, yağı, şekeri bir araya getirip helva yapan kişidir. Müteşebbis olmaz ise un (emek), yağ (sermaye) ve şeker (doğa) oldukları yerde durur. Kimse onları bir araya getirip helva yapmaz. Halbuki onlar ancak helva yapıldığında değer kazanır.
Özetlersek, "müteşebbis olmadan üretim olmaz". Müteşebbis diğer üretim faktörlerini bir araya getiren, üretimin dinamosudur. Müteşebbisi üretime yöneltecek tek faktör "kar"dır.
Şimdi de sayın okuyucularıma karın ne olduğu özetleyeyim.
<#comment>#comment>İnsanların iş bulabilmesi, insanların gelirinin artması üretim artışına bağlıdır. Üretim geriler ise insanlar işini kaybeder. İnsanların geliri azalır.
Türkiye'de yaşayanlar üretmek, dünya pazarında talebi olan malları, rekabet edilebilir kalite ve fiyatta üretmek zorundadır.
Sayın okuyucularıma üretim ile gelir ilişkisini, üretim ile istihdam ilişkisini, üretim ile yatırım ilişkisini, üretim ile kalkınma ilişkisini basitleştirerek anlatayım.
(1) Fatma Hanım'ın bir dikiş makinesi var. Günde 8 saat çalışarak 1 gömlek dikiyor. Gömleği satıp karşılığında 1 milyon lira kazanıyor. Gelirinden şikayetçi ise, 8 saat çalışmak yerine 16 saat çalışarak 2 gömlek diker. 2 milyon lira kazanır.
(2) Gene de dikiş makinesinin 8 saati boş kalacaktır. Eğer Fatma Hanım, komşusu Zeynep Hanım'a iyilik yapmak istiyor ise, makinesini boş kalan 8 saat sürece ona kullandırır. Zeynep Hanım da 1 gömlek diker. 1 milyon lira kazanır.
(3) Bir dikiş makinesi 24 saat çalıştığında, üç gömlek dikişi ile kapasitesi dolmuş olur. Bir makine ancak iki çalışana 3 milyon lira gelir sağlar. Daha fazla gelir arayışı var ise ve de yandaki komşu Vuslat Hanım'da da iş imkanı ve gelir
<#comment>#comment>Sakıp Sabancı'nın sanat koleksiyonundan Osmanlı hat sanatının ürünü olan (71 parça elyazması ile 6 tablo) şimdi Berlin'de sergileniyor. Serginin ismi "Sultanların Mühürü". Çünkü Osmanlı döneminaxe ait el yazmalarının çoğunda "sultan tuğraları" resmedilmiş. Aslında "sultan tuğraları" sultanların mühüründen öte bir minyatürün ve döneminin "sembolü" (işareti) olarak kabul ediliyor. Sultanın döneminin yazışmalarında, kiymetli maden ve paralarında, kağıtlarında dönemin sultanının hükümranlığını belgeliyor. Bu sergi Osmanlı hat sanatı ile ilgili olarak Berlin'de açılan ilk sergi.
Sakıp Sabancı'nın Sabancı Üniversitesi'ne bağışladığı ve yakında İstanbul'da sergi binasınıa dönüştürülecek olan Emirgan'daki Atlı Köşk'te halkın ziyaretine açılacak olan koleksiyonundan seçilen eserler iki yıldır dünyayı dolaşıyor.
Sakıp Sabancı koleksiyonundan seçilen Osmanlı hat sanatının en güzel örnekleri, önce New Yok'ta ünlü Metropolitan Müzesi'nde sergilendi. Sergi daha sonra Los Angeles Şehir Müzesi'nde, Harvard Üniversitesi Sanat Müzesi'nde ve Paris'te Louvre Müzesi'nde tekrarlandı. 8 Nisan'a kadar Berlin'de ziyaretçilaere açık olan sergi daha sonra Frankfurt'a taşınacak.
<#comment>#comment>Yıl 1954, Doğan Nadi, Cumhuriyet'te edebiyat söyleşileri yayımlanan genç Edebiyat Fakültesi öğrencisi Sermed Sami Uysal'ı çağırıyor. "Hacı Ömer ile tanıştım. Sıfırdan milyoner olan biri... Onunla bir röportaj yap... Başka milyonerleri de bul... Bir seri hazırla" diyor. Sermed Sami Uysal, elli yıl öncenin milyonerlerini buluyor. Onlarla konuşuyor. Röportajlar Cumhuriyet gazetesinde yayımlanıyor.
Sayın okuyucularıma elli yıl öncesinin milyonerlerini sıralayayım. Sonra bir küçük yorumum olacak.
(1) Banka kuran, 7 fabrika sahibi meşhur milyoner: Ömer Ağa.Ömer Ağa 48 yaşında. Emirgan'daki köşkünde konuşuyor. "Teşekküllerimde çalışan adamların adedi altı, yedi bindir. Samimi söylüyorum. Parayı çoğaltmak için çalışmıyorum. Bütün gayem, harice çok mal satmak ve hariçten az mal almaktır... Şunu gazeteci olarak millet gençliğine duyurmanı rica ediyorum. Bizim millet olarak çok çalışmamız lazım. Çok çalışıp, az harcamalıyız. Hele bir kuruş fuzuli döviz sarf etmemeliyiz."
(2) Sabahları saat 7'de işbaşı yapan 65'lik milyoner: Adem Baba.Sıfırdan milyoner Adem Baba, Yanyalı Adem Sipahi. Kardeşi Mehmet Sipahi ile Antalya Ambarı'nı kurmuş. Köprülü Han ve
<#comment>#comment>Anadolu'nun her köşesinde çiftçimiz, köylümüz bir şeyler ekip biçiyor. Kimi nohut, kimi fasulye, kimi mercimek, kimi soğan, kimi sarımsak yetiştiriyor. Bizim tarımsal işletmelerimiz küçük boy işletmeler. Bu nedenle bir üretici bir çuval, öbürü beş çuval kuru gıda maddesi üretebiliyor.
Bu gibi küçük üreticilerin bu gibi küçük miktardaki kuru gıda maddelerini pazarlamaları eskiden çok güç idi. Mutlaka bir aracıya ihtiyaç vardı. Aracı, üç beş üreticinin malını toplar, bir kamyon tutar, büyük tüketim merkezlerine getirip satardı.
Şimdi haberleşme teknolojisindeki gelişme ve de ulaşım sistemindeki değişim aracıyı ortadan kaldırdı.
Rami'deki İstanbul gıda toptancı tüccarları, bana bu değişimi ve Rami'nin şimdilerde nasıl bir "kuru gıda maddeleri borsası" haline geldiğini anlattı.
Rami toptancılar çarşısında her malın alıcıları belli. Bunlar için bir katalog hazırlanmış. Toptancı esnafın telefon ve faks numaraları, hangi malları alıp sattıkları katalogda yazılı.
Örneğin Erzincan'da kurufasulye üreten, bir çuval kurufasulyesi olan üretici Rami'ye telefon ediyor. Telefon ettiği toptancı esnaf onun fasulyesinin kalitesini biliyor. "İki yüz kilo
<#comment>#comment>Batan beş bankanın Sümerbank çatısı altında birleştirilmesine karar verilmesinden bu yana 8.206 evin tenceresinde "aş" yerine "dert" kaynıyor.
Beş bankanın 310 şubesi ve 8.206 çalışanı vardı. Şimdi şubelerin çoğu kapanacak. Çalışanların çoğu işsiz kalacak.
Ekonominin bugünkü durumunda, işini kaybeden banka personelinin bir başka bankada veya benzer bir işyerinde iş bulması çok zordur. Hatta imkansızdır. Ödenecek tazminat hiçbir işe yaramaz.
Beş banka gelişme ve büyüme arayışındaki bankalardı. Bu nedenle bu beş banka yetenekli, deneyimli ve oldukça "pahalı" personeli seçerek işyerlerinde çalıştırmaya başlamıştı.
İşini kaybedenlerin hayatı kayacak. Sümerbank kadrosunda kalanların hayatı altüst olacak. Çünkü özel sektör bankası statüsündeki personel, kamu personeli statüsüne ve ödeme düzenine geçecek.
Gelişme ve büyüme aşamasındaki bu bankalar 310 şube açmış, her bir şubeyi dekore etmiş, içine makineler koymuştu. Bu şubelerin büyük kısmı yüksek kiralar ödenerek tutulan işyerleriydi. Bu işyerlerine önemli ödemelerle şube kimliği verilmişti.
<#comment>#comment>İnşaat sektöründe durgunluk var diyerek üzülenlere müjde... Çimento satılmıyor diyerek dertlenenlere müjde. Boğaz'da inşaat başladı. Hem de SİT bölgelerinde (korunma kararı ile inşaatın yasaklandığı bölgelerde) neler yapılacak neler!..
Önce İstinye'de denizin kıyısında eski yalılara taş çıkaracak dört katlı koccaman bir bina yapılıyor. Temelini bakanlarımız tören ile attı bile... Sonracığıma, Boğaz'ın bir yanına dört, öbür yanına beş kule dikiliyor... Kule dedik ise öyle ufacık kule değil... Her biri 30 metre yükseklikte beton kuleler. Açık anlatımıyla on katlı apartmandan daha yüksek kuleler. Bunlar yuvarlacık kule olacak... Toprağa oturan bölümleri on iki metre çapında olacak... Boğaz'dan geçenler kulelere baka baka geçecek... Boğaz'ın bir yanından öbür yanına bakanlar hayran hayran kuleleri seyredecek.
Minareler şehri İstanbul, bundan böyle "kuleler şehri" olarak anılacak. Çünkü yeni kuleler, minarelerin yanında "yiğit mi yiğit kalacak"... Kulelerin biri Topkapı Sarayı'nın kıyısına, öbürü Üsküdar Meydanı'na dikilecek. Kandilli, Kanlıca, Beykoz'da kıyılarda birer kule, tarihi dokuya "meydan okuyacak"... Olmaz olmaz demeyiniz olur... Burası Türkiye... Burada
<#comment>#comment>Financial Times gazetesi, İngiltere'de yayımlanan başka ülkelerde de baskısı yapılıp dünyanın her ülkesine dağıtılan en ciddi, en çok okunan günlük ekonomi gazetesidir.
19 Ocak 2001 tarihinde bu gazetenin 15'inci sayfasında "Türkiye'nin çürümüş bir yolsuzluklar ülkesi" olduğunu iddia eden bir yazı yayımlandı. Olabilir... Bir iktisatçı, bir gazeteci Türkiye hakkında böyle bir değerlendirme yapabilir... Ancaaaakkkk... Bu değerlendirmeyi yapanlar, bu yazının altına imzalarını atanlar herhangi bir iktisatçı, herhangi bir gazeteci değildi.
Yazıyı Dünya Bankası'nın Türkiye temsilcisi Ajay Chhibber ile Dünya Bankası'nın Avrupa ve Orta Asya Bölümü'nden Sorumlu Başkan Yardımcısı Johannes Linn yazmış ve yazının altına isimlerini ve unvanlarını koymuştu.
Biri Türkiye'de görevli, öbürü Türkiye'den sorumlu iki Dünya Bankası görevlisi Türkiye'yi dünya iş çevrelerine anlatırken bakınız neler yazıyordu: "Kasım ayında Türkiye'de ortaya çıkan krizin ana nedenlerinden biri bankalar sisteminin çürümüş olmasıdır... Türkiye yolsuzluklar ülkesi, çürümüş bir ülkedir... Bankacılık, tarım, enerji reformları ve özelleştirme hızlandırılmaz ise çürümenin önüne geçilemez. On bir