Doktora tezinde "Planlı dönemde Türk ekonomisinde yapı değişikliği" konusunu inceleyen MHP Başkanı Devlet Bahçeli, MHP'nin seçim beyannamesinin başında yer alan "önsöz"de güncel ekonomik, sosyal ve politik konularda görüşlerini açıklamıştı. Bu görüşlerin kişisel görüşler olmanın ötesinde MHP politikasına yön verecek görüşler olduğu şüphe götürmez. Önümüzdeki dönemde Türkiye'nin çizgisini belirleyecek MHP'nin ve bu partinin başkanının görüşlerini bilmekte, öğrenmekte yarar var. Bakınız Devlet Bahçeli, neler söylüyor:
"Büyük milletim! Biz, fikir hürriyeti, çoğulcu demokratik yapı ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde milli ülkü ve hedeflerimize daha kolay erişebileceğimizin şuuruna varmış insanlar olarak, her türlü zorbalığı, şiddeti, gayri ahlaki ve kanunsuz eylemi reddediyoruz. Sürekli, kalıcı ve sarsılmaz bir milli beraberliğin, manevi dayanışmanın, insani ve demokratik gelişmenin temel taşlarını azim ve inançla döşemek, Türkiye'yi idare edenlerin en öncelikli görevidir.
Fakat, bu görev sadece idarecilerin omuzlarında olmamalıdır. Türkiye ve Türk milleti söz konusu olduğunda hassaslaşan, bunu bir namus ve varoluş gerekçesi sayan herkes ve en
Önümüzdeki dönemdeki ekonomi politikalarına MHP damgasını vuracak. Bunun için MHP'nin ekonomide ne yapmayı düşündüğünü bilmekte yarar var.
MHP'nin ne yapmak istediğini sayın okuyucularıma özetleyeyim:
- Uzun dönemli hedef 2023 yılında (Cumhuriyet'in 100'üncü yılında) Türkiye'yi lider ülke konumuna getirmektir.
- 2000 - 2002 yıllarını içeren orta vadeli "Toparlanma ve Dönüşüm Programı"nın hedefi enflasyonu yüzde 5'e indirirken hızlı büyümenin sağlanması ve gelir dağılımının düzeltilmesidir.
- Kamu yatırımlarında öncelikler değiştirilerek, yarım kalan projeler hızla tamamlanacaktır.
- Milletvekili lojmanlarından başlanarak kamuya ait 260 bin lojman 3 yıl içinde satılacaktır.
Ülkenin toplam finansal varlığı, piyasada dolanan nakit paradır. Bankalardaki mevduattır. Bonoya, tahvile bağlanan paradır.
Türkiye'nin 1998 yılı sonundaki toplam finansal varlığını İktisatçı Dr. Ekrem Keskin 113 milyar dolar olarak hesaplıyor.
Ülkenin toplam finansal varlığı, milli gelirin yüzde 67'si büyüklüğünde.
Finansal varlık tasarruflardan oluşuyor. Bir üretim gerçekleşecek. Üretim gelir yaratacak. Geliri elde edenler bir bölümünü tüketecek. Bir bölümünü devlet zorunlu tasarruf (vergi - fon) olarak onların cebinden çekip alacak. İnsanlar gelirlerinin bir bölümünü de tasarruf edecek. Faizin cazibesinde, gelecek endişesinde veya daha büyük bir harcamaya ulaşmak bekleyişinde gönüllü tasarrufu mevduata, tahvile, repoya, bonoya bağlayacak.
Gönüllü tasarrufa ayrılacak para, insanların gelir düzeyine bağlıdır. Fakir insan eline geçen para ile karnını zor doyuracağından istese de tasarrufa para ayıramaz. Zengin ise, istese de eline geçen paranın tamamını harcayamaz, bitiremez.
Türkiye'de toplam finansal varlıklar hem dolar olarak hem de milli gelirin yüzdesi olarak son on yılda çok, çok arttı.
İkinci Hasan, 1956 yılında Fas'ın bağımsızlığından sonra tahda geçen Beşinci Muhammed'in oğlu. Babasının ölümünden sonra 1961 yılında Fas Kralı olmuş. Her "hükümdar" gibi o da bir kalıcı eser bırakmak (hele hele 2000 yılına bir eserle girmek) arayışında Magrib'in (en Batı'nın) en büyük camiini inşa ettirmiş. Fransız Mimar M. Pinseau'nın projesini hazırladığı camiin yapımına kimine göre 1, kimine göre 2 milyar dolar harcanmış. Kazablanka şehrinde denizin kenarında yaptırılan camiin alt bölümünde 20 bin erkek, balkonunda 5 bin kadın, avlusunda 80 bin Müslüman namaz kılabiliyor. En son teknolojiyle donatılan camiin tavanı istenildiğinde 5 dakikada açılıp, göğün altında ibadete imkan sağlanıyor.
Bayramdan sonraki cuma namazını bu camide kıldık. Bir sırayı geçmeyen cemaatin toplamı taş çatlasa yüz kişi dolayında idi. Marakeş şehrinin en büyük camii 1120 yılında inşa olunan Koutobia camiine ise, dört gün süren çaba sonunda bir yatsı namazı sırasında girebilmek nasip oldu. Çünkü Kral Hasan, Kazablanka'daki Hasan Camii dışındaki camilerin sadece ezan okunduğunda kapılarının açılıp, namaz sonu kapanmasını emretmiş. Fanatik dincilerin camilerde toplanıp, olay
Bankalarımız 1999 yılının ilk üç ayında kredileri kıstılar. Kredi kullanan müşterilerden 2.1 milyar dolar para çektiler. Kredileri keserek ellerine geçirdikleri paraları da gidip Hazine'ye yatırdılar. Hazine'den 2.9 milyar dolarlık bono alıp, portföylerine koydular. Repo hesaplarına gelen paradaki artış nedeniyle de ilk üç ayda 2 milyar dolar parayı Hazine bonosuna bağladılar. İşte rakam olarak olan bitenin hikayesi:
1999 yılının başında mevduat bankalarımızın kullandırdıkları Türk Lirası ve döviz kredilerinin o günkü kurdan dolar karşılığı 33.8 milyar dolardı.
19 Mart 1999 tarihinde bankaların kredi toplamlarında 2.1 milyar dolar eksilme oldu. Toplam kredi, (o günün döviz kuru ile) 31.7 milyar dolara düştü.
1999 yılının başında mevduat bankalarımızın tahvil ve bono stoku (repo için satın alınan 8 milyar dolarlık kağıt hariç) 9 milyar dolardı. 19 Mart 1999 tarihinde tahvil ve bono stokunda 2.9 milyar dolarlık artış oldu. Bankaların tahvil ve bonoya yatırdıkları para 11.9 milyar dolara yükseldi.
2 milyar dolar da repo kağıdı için yatırdılar. Repo karşılığı bankaların kasasında biriken Hazine kağıtlarının tutarı da 10
13 Nisan 1999 tarihinde İstanbul'da Çırağan Oteli'nde imzalanan İstanbul Anlaşması, "Bakü - Ceyhan boru hattının gerçekleşmesi için önemli bir adım" olarak Türk kamuoyuna sunuldu. "- Bu iş yakında olacak" havası pompalandı.
Maalesef "Bu iş yakında olmayacak. Olamayacak". İmzalanan anlaşma bir "formalite"den ibaret.
Önce "formalite"nin ne olduğunu anlatayım. Yürürlükteki 397 sayılı kanuna göre Türkiye dahilinde boru hattı inşa etmek veya ettirmek tekeli Botaş'tadır. İstanbul Anlaşması denilen protokol ile "- Mesela... Es kaza... Günün birinde Türkiye'den boru hattı geçecek ise, bunun Botaş tarafından inşa edileceği veya ettirileceği teyid edilmektedir." Açık anlatımıyla "malumu ilan" söz konusudur.
Gelelim bizim boru hattı "hayalimizin" son durumuna...
Efendim biz Türkler "boru hattı"nı çok severiz. Bizim bu sevgimizi yıllarca İran Şahı Rıza Pehlevi istismar etti. Yıllarca "geçirdim, geçiriyorum" diye bizi hayallerde yüzdürdü. Şah'ı yağladık, yıkadık. Şimdi onun yerini Aliyev aldı. Şimdi Aliyev "geçirdim, geçiriyorum" diye bize hayal pompalıyor. Biz de Aliyev'i el üstünde taşıyoruz. (Atatürk ödülü bile veriyoruz!)
Rauf Baba, bizim Yeniköy Taksi'nin maskotu, rahmetli Turgut Abi'min dostu idi. Taksisini sattı. Şimdi Tekser Villaları'nda çalışıyor.
Rauf Baba, taksisini satıp önceki hükümetin "onun için hazırladığı" vergiden kurtuldu ama, bizim Yeniköy'deki, İstanbul'daki, Ankara'daki, Erzurum'daki, Türkiye'nin her köşesindeki cümle taksiciler "Taksici Rauf Baba Vergisi"nin pençesi altında!..
Taksici Rauf Baba ve de cümle taksici kardeşlerim eskiden "götürü vergi"ye tabi idi. Her yıl nisan ayında Vergi Dairesi'ne giderek vergisini yazdırıyor, yılda 201 milyon lira vergi ödüyordu.
Eskiden Rauf Baba'nın taksisine binenler, ödedikleri ücret karşılığı belge istediklerinde, Rauf Baba bir fişin üzerine taksi plakasını ve aldığı ücreti yazıp, altını imzalıyor, müşteriye veriyordu.
Maliyeciler, Vergi Reformu Kanunu denilen kanunu hazırlarken taksici Rauf Baba'yı da unutmadılar. Onun için de bir iyilik(!) düşündüler.
Taksici Rauf Baba'yı "Götürü Usul Vergileme" faslından çıkarıp, "Basit Usul Vergileme" faslına aldılar. Vergilemenin her ne kadar adı "basit" ise de, kendi hiç de basit değil.
Para piyasalarında, sermaye piyasalarında para bol. Bankalar müşteri arıyor ama borçlanmak isteyene soruyorlar, "- Arkadaş sen kimsin? Bu parayı ne yapacaksın? Hangi işte kullanacaksın? Nasıl ödeyeceksin?" Genelde ticaretle ilişkili olmayan talepler ile, "Sen parayı ver de ne yapacağıma karışma" tipi talepler karşılanmıyor.
Para piyasalarında iş yapan bankalar da ikiye ayrılıyor: (1) İri ve güçlü bankalar. (2) Orta büyüklükte bankalar. Para piyasalarından ülkeler, bankalar, firmalar borçlanırken, genelde iri bankalardan biri aracılık ediyor. O banka "lider" oluyor. Borç verilecek paraya iri ve de orta büyüklükte bankalar değişik miktarlarda katılıyor.
Borçlanmalarda lider olabilecek iri bankaların her ülke için belirledikleri bir borçlanma sınırı var. Buna "ülke riski / ülke limiti" deniliyor.
Deneyimli bankacı Vural Akışık, Türkiye için yabancı bankaların biçtikleri toplam ülke riski sınırının 20 - 25 milyar dolar olduğunu tahmin ediyor.
Bugünlerde dünya pazarında "Euro" kredilerinin faizi yüzde 3, "Dolar" kredilerinin faizi yüzde 5 dolayında. Güçlü, saygın ülkeler, bankalar, firmalar bu faizin üzerine fark ve