Pazar günkü Vatan’da meslektaşımız Barlas Yurtsever, röportaj yaptığı Atasay Kuyumculuk’un sahibi Cihan Kamer’e, AKP döneminde pırlantada KDV’nin sıfırlanmasına ne dediğini soruyor. Aldığı yanıt:
“Pırlanta ithalatı üzerinden KDV kalktı ama bir - iki ay sonra fazlasıyla ÖTV geldi. Hatta biz sektör olarak bağırıyoruz, yüzde 18 KDV’yi kaldırıp yüzde 21 ÖTV getirdiniz, sektör gelişemiyor, diye...”
Yani, Cihan Kamer’e göre AKP iktidarında kendilerine yapılmış herhangi bir “jest” yok, tam tersine cezalandırma söz konusu. Bu iddia acaba doğru mu? Vergi uzmanı Prof. Şükrü Kızılot’un sorumuza yanıtı:
- Hayır, doğru değil. Yalnızca pırlanta değil, elmas, yakut, zümrüt ve incinin de KDV’si 1 Ağustos 2004’te sıfıra indirildi. Pırlantaya ÖTV ise bu tarihten tam iki yıl önce, 1 Ağustos 2002’de getirildi. Ayrıca sadece pırlanta değil, tıraş sabunu, buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon gibi hiç de lüks tüketim sayılamayacak ürünlerden bile ÖTV alınıyor. Güneş kremi, saç spreyi, cep telefonu, parfüm ve daha birçok ürün ise hem yüzde 20 ÖTV hem de yüzde 18 KDV’ye tabi. Bu ülkede ekmek, peynir, zeytin, süt, yumurta, sebze, beyve, su, odun, kömür, doktor, kefen bezi hatta tezek bile KDV’ye
Kılıçdaroğlu yine kılıcıyla yardı geçirdi ortalığı... Başbakan’a “Tosun’u tanıyor musun?” diye sorup duruyordu. Başbakan “Tanımıyorum, manımıyorum, iftira” diyordu. Bir gün sonra bu Tosun, yani Ekrem Tosun, tos vurur gibi gibi bir açıklama yaptı... Dedi ki:
“Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan ile yengesi Sema Erdoğan, Atagold adlı mücevher firmasının yüzde 50 ortağıdır. Ben şirkette onlar adına oy ve imza kullanmaktayım.”
Bilal ve Sema Erdoğan Atagold’a nasıl ortak olmuşlar? Başbakan’ın yakın arkadaşı Cihan Kamer’in eşi Çiğdem Kamer’in kendi hisselerini devretmesiyle... Peki Bilal Erdoğan ve yengesi, bu hisselere kaç para ödemiş? Ödeyip ödemedikleri veya ne kadar ödedikleri belli değil. Bilal ile yengesinin ortaklıkları neden gizli tutulmuş? O da belli değil.
Ama bazı şeyler belli; mesela Başbakan Erdoğan, ilacın veya ekmeğin KDV’sini indirmezken pırlanta ve mücevherin KDV’sini sıfıra indirerek Cihan Kamer’in şirketlerine trilyonlar kazandırmıştı. Bunu bilmeyen yok...
Şimdi bizim dedikoducu milletin çenesini tutun bakalım tutabilirseniz... Diyecekler ki:
“Başbakan KDV’yi indirip Cihan Kamer şirketlerine trilyonlar kazandırdı, o da oğlu Bilal’i ortak edip Erdoğan ailesine bu
Arap dışişleri bakanlarının Abu Dabi toplantısındaki çağrılardan biri şu:
“Arap olmayan tarafların, Arap ülkelerindeki gelişmelere, yıkıcı bir şekilde karışmasından rahatsızlık duyuyoruz...”
Açıklama kuşkusuz İran’la birlikte Türkiye’yi de kapsıyor...
Toplantıya katılan ülkeler: Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn, Ürdün, Fas, Tunus, Yemen ve Filistin...
Ortadoğu’da soğuk savaş derinleşiyor...
Bu soğuk savaşın bir tarafında yukarıdaki ülkeler var...
Bir tarafında da İran - Suriye - Katar - Hizbullah - Hamas ekseni...
CHP’nin çarşaf açılımı çarşafladı... Çarşaflılar rozetlerini attılar, partiyi “Hırsız Sevigen” tezahüratıyla terk ettiler. Bu arada çarşafı iyi kullandılar. AKP’ye küstükleri için, çarşafı kullanarak CHP’ye gelmişlerdi. Giderken de CHP’yi aşağılayıp gittiler.
Peki bu olay CHP’ye ders oldu mu?
Ne gezer?
Şimdi de “Her mahallede bir Kuran kursu” açılımı başlatıldı.
Yine her türlü içtenlikten uzak, çarşaf açılımı gibi buram buram din istismarı kokan bir girişim.
Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya’nın kadınlar için kurduğu “semt evleri” modelinden Genel Başkan’ın haberi var mı? Binlerce kadın o evlerde meslek öğreniyor, bir yardımlaşma ağına katkıda bulunuyor. Binlerce gence malzemeleri verilerek spor imkânı sağlanıyor.
Her mahalleye bir semt evi.. Her mahalleye bir halk evi... Her mahalleye meslek edindirme kursları.. Her mahalleye spor imkânı... Her mahalleye müzik ve satranç kursu... Üniversiteye giriş kursu... Ne çok iş var yapılacak. Ama bunları anlatması zor, yapması zahmetli. Her mahalleye Kuran kursu çabuk sonuç verecek bir istismar modeli...
Tuncay Güney adlı meczup, bu haftanın 1 numarasını Kanada’da yayımlanan CanadaTürk gazetesine verdiği demeçte ilan etti: “Bir numara görevdeki bir asker, danışmanı ise emekli bir orgeneral” imiş. Bir numara malumunuz sık sık değişiyor. Kâh ünlü bir işadamı oluyor, kâh eski bir belediye başkanı, kâh eski bir genelkurmay başkanı... Yandaş basın, 1 numara şüphelisi kim ilan edilmişse yalan bombardımanını o tarafa yöneltiyor.
Uğur Dündar’ın Arena programında konuşan emekli Albay Levent Göktaş’ın avukatı Serdar Öztürk şöyle diyor:
“Göktaş’ın sorgusu sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de ‘Ergenekon’ soruşturmasına dahil edilebilmesi için emekli Albay’a ahlaksız teklifte bulunuldu; ‘TSK’nın sorumluluğunu duyuracak olay anlatın ya da bir general ismi verin’ denildi...”
Bu konuda bir karşı açıklama gelmedi.
Eski genelkurmay başkanları Karadayı ve Kıvrıkoğlu hakkında söylentiler üretiliyor. Emekli generaller Tuncer Kılınç ve Kemal Yavuz gözaltına alındı, bırakıldı. Tolon ve Eruygur malum, Ergenekon şüphelisi...
Somut suç şüphesi varsa, hukuka uygun soruşturma yapılmasına kimsenin itirazı yok...
Ama dedikodular ve asılsız ihbarlarla TSK’nın yıpratılması neden? Mustafa Balbay
Irak’ta yaşayan Yezidi’ler ABD Başkanı Obama’ya gönderdikleri mektupta 1916 yılında Osmanlılar tarafından katliama uğradıklarını bildirmişler. Bunun soykırım olarak kabulünü istiyorlar.
Ermeni, Pontus, Dersim, derken Yezidiler de soykırım kuyruğuna girdi demek....
Türkiye bu konuda umursamaz davrandıkça etrafımızdaki çember kalınlaşıyor.
Üstelik çoğu zaman ruhumuz bile duymadan...
Örneğin Avustralya / Adelaide’de bulunan Göç Müzesi’nde, 20 Aralık 2008 tarihinde, “Pontus Soykırımı”ndan söz eden bir plaketin açılışı yapıldı. Böyle ufak tefek açılışların artık lafı bile olmuyor. Hükümet nasıl bir tepkide bulundu, bilmiyoruz. Sadece Giresun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Metin Öztürk’ün müzeye gönderdiği açıklamayı okuduk... Genel umursamazlığımız sürerse, dünyada adımız yakında “soykırımcı ülke” ye çıkacak...
Yönetici, işler kötüye giderken gülümsüyorsa firma battığında suçlayacağı kişiyi bulmuş demektir...Holding kanunu
MYSOLİN?NİYE?YOK?
Bolu civarında geçen cumartesi günü düşen helikopterin yerinin Fransa tarafından bildirildiği haberini gazetelerde okuduk... Bir uzman soruyor:
“Deniz ve hava araçlarında olağanüstü durumlarda (çarpma - çarpışma - suya batma - vs) devreye giren ve ilgili aracın bulunduğu mevkii bildiren (GPS bilgisi kodlanmış) cihazlar vardır. Olağanüstü durumlarda bu cihazların sinyalleri uydu üzerinden yer istasyonlarına iletilir ve bu sinyaller değerlendirilerek yer tespiti yapılır, devamında arama kurtarma birimleri harekete geçirilir.
2004 - 05 yıllarında bu sistem Denizcilik Müsteşarlığı ve Devlet Hava Meydanları Gen. Md. İşletmesi (DHMİ) işbirliği ile ülkemize kurulmuştur. Sistemin merkezi Ankara-Maltepe’de bulunan Denizcilik Müsteşarlığı Ana Arama Kurtarma ve Koordinasyon Merkezi’dir. Ayrıca DHMİ ve Sahil Güvenlik Komutanlığı da tali birimler durumdadır.
Olağanüstü durumlarda tüm bilgiler kaza mahallinden uydu vasıtasıyla Denizcilik Müsteşarlığı’na iletilir. Şimdi soru:
1.Helikopterden tehlike ve yer bilgisi sinyali yayınlandığına göre yer tespitini neden biz yapamadık ve arama kurtarma hizmetlerini ivedilikle başlatamadık?
2.2008 yılında Isparta’da düşen uçak için de aynı endişe ve
Beşiktaş Belediyesi adına Faruk Şüyun’un düzenlediği “Aydın Boysan’a Saygı Gecesi” bu hafta başında Akatlar Kültür Merkezi’nde yapıldı.
Gecede önce Aydın Ağabey’in ilk mesleği olan mimarlık alanındaki çalışmaları sergilendi. Türkiye’deki pek çok sanayi kuruluşunun fabrika binalarını Aydın Boysan çizip uygulamıştı. Bunlar içinde Çayırova Arçelik, Karamürsel İpek Kâğıt, Orhangazi Döktaş, İkitelli Hürriyet binası, Çorlu Aymar ve Mimar Sinan Üniversitesi Kültür Merkezi hemen akla gelenlerdendi.
Aydın Boysan, bir gün Çatalca’daki Nesin Vakfı’nın inşaatına gitmişti. Vakfın ilk binası bitmişti, ama durum felaketti. Boysan projeyi yeniden gözden geçirip, Aziz Nesin’in kafasına göre inşa ettirdiği binalara çeki düzen vermişti.
Boysan 61 yaşında yazmaya başlamıştı. Yakın arkadaşları merakla sormuşlardı:
- Yahu sen bu yaştan sonra nasıl cesaret ettin, yazmaya?
- Aziz Nesin’in mimarlığını gördükten sonra!
* * *