SADECE biz değil, dünya da son haftalarda Gazze krizi nedeniyle Irak’ı unuttu adeta...
Bunda tabii Irak’ta durumun nispeten sakinleşmesinin ve arada bir girişilen bombalı saldırıların artık rutin sayılmasının da büyük payı var.
Bugünlerde gözler Irak’a tekrar dönüyor. Bu kez “hayırlı” sayılabilecek bir olay için: Seçimler...
Aslında ilk bölümü önceki gün gerçekleşen ve yarın tamamlanacak olan bu seçimler, ülkenin 18 vilayetinden 14’ünde yerel meclisler için yapılıyor. Kuzey Irak’taki Erbil, Süleymaniye, Dohuk ve statüsü tartışmalı Kerkük’te il meclisi seçimleri ileri bir tarihte gerçekleşecek.
Genelde yabancı bir ülkedeki yerel seçimler fazla ilgi çekmez. Ama Irak’ta 400 çeşitli parti ve gruptan 14 bin adayın (yaklaşık 4 bini kadın) toplam 444 meclis sandalyesi için katıldığı bu seçimler, taşıdığı özel anlam ve önemi dolayısıyla, herkesin dikkatini çekiyor.
Irak’ı yakından izleyen bir diplomatın deyişiyle, “2009 Irak için Kader Yılı ilan edilmişti. Bu seçimler de daha yılın başlarında, bu kaderi belirleyecek olaylardan biri...”
Güç sınavı
DÜNKÜ yazımızda hükümetin “çok eksenli” veya “birden fazla öncelikli” bir dış politikaya doğru yöneldiğini belirtmiştik.
Türk dış politikasında önemli bir değişiklik anlamına gelen bu yeni yönelişin sağlayabileceği kazançlar ve karşılaşabileceği riskler nedir?
Bu yaklaşımın temelindeki düşünce, günümüzde siyasal krizlerin ve çatışmaların çoğunun bölgemizde cereyan ettiği ve dolayısıyla Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak, olup bitenlere zamanında, aktif olarak müdahale etmesi gerektiğidir. Gene bu görüşe göre, Türkiye bölgedeki sorunların halledilmesi için inisiyatifini kullanırken, kendi pozisyonunu (bu, her zaman Batı’nın politikalarıyla uyuşmasa dahi) ön planda tutmalıdır.
Son dönemde Ankara’nın böyle bir dış politika anlayışıyla birçok bölgesel meselelerde devreye girdiği, kendi inisiyatifiyle arabuluculuk veya kolaylaştırıcılık rollerini üstlendiği görüldü. Suriye ile İsrail, Pakistan ile Afganistan, Gürcistan ile Rusya, İran’la Batı, Iraklı Sünnilerle Şiiler arasında harcadığı uzlaştırıcı çabalar gibi...
Bu girişimlerin her zaman sonuç verdiği söylenemez tabii. Ama Türkiye bu çabalarıyla iyi niyetini göstermiş ve sesini duyurmuş oldu...
“Biz de varız”...
TARTIŞMALAR içte ve dışta hararetle devam ediyor: Türk dış politikası eksen mi değiştiriyor? Türkiye Batı’dan uzaklaşıp Ortadoğu’ya mı yaklaşıyor?
Batı basınında son günlerde çıkan yazılara bakılırsa, ABD’de ve Avrupa’da -resmen beyan edilmese de- böyle bir izlenim ve endişe var.
Aslında bu kuşkular bir süreden beri Türkiye’yi yakından izleyen çevrelerde dile getiriliyordu. Ankara’nın İran nükleer krizi ve Gürcistan-Rus çatışması sırasında sergilediği bazı davranışlar, bu çevrelerde epey rahatsızlık yaratmıştı.
Son olarak Gazze’deki olaylar üzerine Türk hükümetinin aldığı tavır, bu konudaki şüphe ve endişeleri daha da artırdı.
Bu kuşku ve rahatsızlık -İsrail’in yanı sıra- bazı Ortadoğu ülkelerinde de, örneğin Mahmud Abbas yanlısı Filistin çevrelerinde ve Mısır’da da hissedildi.
Buna karşılık Ankara’nın Gazze olayları nedeniyle Hamas’a ve Suriye’ye daha fazla yakınlaşması, genelde Arap kamuoyunda ve radikal diye tanımlanan Arap ülkelerinde, Türk politikasında önemli bir değişiklik olarak, memnunlukla karşılandı...
GEORGE W. Bush döneminde Türkiye-ABD ilişkileri o kadar sarsıldı, Türkiye’de anti-Amerikanizm öylesine yükseldi ki, yeni başkan kim olursa olsun, iki ülke arasında çok şeyin düzelebileceği umudu doğdu...
Hele Beyaz Saray’a giren yeni Başkan, Barack Hussein Obama olunca...
Evet, herkes gibi, Türkiye de genel dünya ahvalinin ve Türk-Amerikan ilişkilerinin düzelmesi umudunu Obama’ya bağlamış durumda.
Herkes gibi, Türk halkı da, Obama’ya sempati besliyor. Geniş bir kesim ona güveniyor.
Nitekim BBC’nin dünya çapında yaptığı kamuoyu araştırmasının Türkiye bölümündeki veriler de bunu gösteriyor.
Bu Türk-Amerikan ilişkileri açısından, yeni Başkan ve tabii ABD için bir avantaj.
Obama bu avantajı iyi kullanabilecek mi?
TÜRKİYE’nin Gazze krizinde oynadığı rol, ülke içinde ve dışında birtakım soru işaretlerine ve tartışmalara yol açıyor: Ankara Hamas’tan yana bir tavır mı alıyor? Böyle bir pozisyonla sadece İsrail’i ve Batı’yı değil, Filistin lideri Mahmud Abbas’ı ve Mısır başta olmak üzere ılımlı Arap ülkelerini de karşısına almıyor mu? Bu, daha geniş anlamda, Türkiye’nin Batı ekseninden Ortadoğu’daki radikal yörüngeye kaymakta olduğunun işareti mi?
Açıkçası, son günlerde gerek Türkiye’de, gerek dış ülkelerde bu yönde ciddi kuşkular ve kaygılar dile getirildi.
Gazze krizinin başından beri, Türk diplomasisini yürüten yetkililer, bu tür değerlendirmelerin doğru olmadığını, Ankara’nın hele son günlerde Gazze’de ateşkesin sağlanmasında yaptığı katkıların şimdi bütün ilgili taraflarca takdir edildiğini söylüyorlar.
Sessiz ve derinden...
DÜN İstanbul’da bir grup köşe yazarı ile bir bilgilendirme toplantısı düzenleyen Başbakanlık Dış Politika Başdanışmanı Prof. Ahmet Davutoğlu ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Feridun Sinirlioğlu’nun söylediklerinden özetle şu tespitleri yapmak mümkün:
- Türk diplomasisi, İsrail’in Gazze’ye saldırdığı günden itibaren devreye girdi ve ateşkesin
SADECE ABD’nin değil, bütün dünyanın büyük umutlar bağladığı Barack Obama, bugün Washington’da görkemli bir törenle, ABD’nin 44. Başkanı olarak Beyaz Saray’daki koltuğuna oturuyor.
Yeni Başkan bu beklentileri ne ölçüde yerine getirebilecek, yaklaşık 2 yıl süresince seçim kampanyası sırasında slogan haline gelen “Değişim” vaadini ne ölçüde gerçekleştirebilecek?
Çok hızlı ve çok köklü kararlar ve uygulamalar bekleyenler düş kırıklığına uğrayabilirler. Obama’nın elinde, ABD’nin hem iç, hem dış politikalarını hemen bir çırpıda değiştirecek bir sihirli değnek yok...
Bunu kendisi de açıkça söylüyor. Nitekim önceki gün, Washington’da düzenlenen büyük şenlikte konuşurken halkına ve dünyaya şu mesajı verdi: “Karşılaştığımız sorunların üstesinden gelmek hiç de kolay olmayacaktır. Bunun için bir ay, bir yıl veya daha fazla bir zaman gerekebilir...”
Mesele, Obama’nın bu sorunlarla ilgili kararlarının ve hareketlerinin, selefi George W. Bush’un politikalarından temelde ne kadar farklı olacağı ve ne ölçüde gerçek bir değişim ifade edeceğidir.
“Öncelikler” listesi
ABD ve dünya önümüzdeki salı günü görevini tamamlayacak olan Başkan George W. Bush’u nasıl anacak?
Amerikan halkının bir kısmının bu konuda kafası karışık olabilir, ama genelde dünyanın hükmü belli: Bush kötü bir başkandı. Hatta birçok Amerikalının da kabul ettiği gibi, yıllardan beri gelip geçen başkanların en kötüsüydü...
George W. Bush bu hükmü kabul etmiyor tabii.
Nitekim önceki gece Beyaz Saray’da yaptığı -ve bütün Amerikan televizyon kanallarının canlı olarak yayımladığı- “veda konuşması”nda, 8 yıllık iktidarının parlak bir bilançosunu çıkardı. Her zamanki gibi, kendinden emin, inatçı ve kibirli üslubuyla icraatını savundu, hatta “bazı hataları”nı da haklı göstermeye çalıştı.
Bush, bu konuşmasıyla en zor zamanlarda cesur kararlar almasını bilen, ülkesinin çıkarları neyi gerektiriyorsa onu tereddütsüz yapan, güçlü bir lider imajını sergilemeye de özen gösterdi.
Afganistan’a ve Irak’a karşı giriştiği askeri müdahalelerden söz ederken, Bush bir kez daha politikasını savundu: Özgürlük, demokrasi sözcüklerini beş kez tekrarladı, Afganistan’dan “terörle mücadele eden genç demokrasi”, Irak’tan da “Ortadoğu’nun göbeğindeki Arap demokrasisi” diye bahsetti...
Bush bu vesileyle,
GAZZE’deki trajik durum dün, savaşın 20. gününde, daha da tırmandı. Bu kez İsrail kuvvetleri yarım milyon Filistinlinin yaşadığı kentin merkezine girdi, buradaki evleri ve bu arada BM’nin ve bazı yabancı yayın organlarının ofislerinin bulunduğu binaları vurdu...
Bu durum daha ne kadar böyle devam edecek? İsrail’in askeri ve siyasi amacı nedir? Uluslararası camia neden bu kadar aciz kalıyor? Silahları susturabilecek bir güç yok mu?
İsrail’in dünkü saldırıları, başta tasarladığı gibi, askeri harekâtın üçüncü aşamasına geçildiğini gösteriyor. Önce havadan bombardımanla başlayan, daha sonra kara harekâtıyla devam eden bu saldırıların üçüncü aşaması, kent merkezini hedef olarak öngörüyordu. Demek ki İsrail, BM Güvenlik Konseyi’nin kararına ve çeşitli merkezlerden gelen baskılara rağmen, askeri stratejisini kendi bildiği gibi, uygulamak kararında. Ama nereye kadar ve daha ne kadar zaman?
Bu soru, İsrail’in Gazze’deki saldırılarının siyasal amaçlarının ne olduğu konusuyla ilintili. Yani İsrail’in niyeti, Hamas’ı roket saldırılarını sürdüremeyecek hale getirip onu etkisizleştirmek mi, yoksa bunun ötesinde onu tamamen saf dışı etmek veya ortadan kaldırmak mı?
Dünya aciz kaldı...
BU