FRANSIZ “Liberation” gazetesinde Yunanistan’daki son olaylarla ilgili okuyucu mektuplarının birinde dün şu cümleler yer alıyordu: “Yunanlı gençler, dünyaya uyanış sinyalini veriyor. Fransa’da da bir şeylerin kıpırdanma zamanı geldi”...
Buna benzer tepkileri diğer Avrupa gazetelerinde de görmek mümkün.
Yunanistan’da bir gencin polis kurşununa kurban gitmesinin ardından patlak veren sokak gösterileri, kimini umutlandırdı, kimini de korkuttu...
Atina’daki olayların büyümesi karşısında, şimdi analistler, bunun başka ülkelere de yayılabileceğini öne sürüyorlar.
“Le Figaro” gazetesine göre, Yunanistan’daki patlamanın “bulaşıcı etkisi”nden en çok kaygı duyan Avrupalı liderlerin başında Nicolas Sarkozy geliyor. Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı’nın bir kabine toplantısında bu korkusunu dile getirdiği ve bazı önlemler üzerinde durduğu belirtiliyor.
Unutmamalı ki, Fransa’nın da sokak gösterileri ve şiddet eylemleri bağlamında -ta 1968 üniversite ayaklanmasından 3 yıl önceki “varoş saldırıları”na kadar- epey kabarık bir sicili var.
Benzer şartlar
YUNANİSTAN, sokak gösterilerinin ve çatışmalarının sıkça meydana geldiği bir ülke olarak tanınır. 1970’lerin başında sokak eylemleri özellikle üniversite gençliği tarafından zamanın askeri rejimine karşı ve demokrasi için düzenlenmişti. 1980’lerde ve sonraki yıllarda ise gösteriler daha çok hükümet politikalarını protesto etmek ve sosyal haklar sağlamak amacıyla yapılmıştır.
Geçen cumartesi gecesi 16 yaşındaki bir gencin polis kurşununa kurban gitmesi sonunda patlak veren gösteri dalgası, şimdiye kadar cereyan eden bu tür eylemlerin en ciddisi sayılıyor. Kendilerini anarşist diye tanımlayan gençlerin, arkadaşlarının ölümünü protesto için giriştiği gösteriler sadece Atina’da değil, ülkenin diğer birçok yerinde saldırılara ve çatışmalara dönüştü. Bu anarşi tablosunda yüzlerce dükkân, bina ve araba ateşe verildi, meydanlar, sokaklar savaş alanına döndü...
Bu olayın bir özelliği de, protestoların halkın çeşitli kesimlerinin de katılımıyla genişlemesidir. Sendikaların daha önce hükümetin ekonomik programını kınamak için planladığı grev ve gösteriler bu kez daha geniş bir halk hareketine dönüştü...
Öfkenin nedenleri
DENİLEBİLİR ki, Aleksis Grigoropulos adındaki gencin polis
PAKİSTAN ve Afganistan liderlerinin katılımıyla dün İstanbul’da yapılan üçlü zirve, Türkiye’nin bölgesel sorunların çözümünde oynadığı aktif rolü bir kez daha ortaya koydu.
Bu toplantının Pakistan ile Afganistan arasında gerginliğin yükseldiği bir zamana rastlaması, Türkiye’nin ihtilaf halindeki bu iki lideri bir araya getirme girişiminin önemini artırmış bulunuyor.
Nitekim Başkan George W. Bush’un zirve öncesi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e telefon edip bu inisiyatifi övmesi, bunun bir göstergesi.
Aslında Afganistan ile Pakistan arasında ilişkiler ve diyalog kopuk değil. Ama özellikle son zamanlarda Pakistan’ın kuzeyinden Afganistan’a terörist grupların sızması, Kâbil ile İslamabad arasında ciddi bir kriz yaratmıştır. O kadar ki Afgan lideri Hamid Karzai, son demeçlerinde açıkça Pakistan’ı bu sızmaları durdurmamak ve Taliban ve El Kaide gibi örgütlerin kendi topraklarında faaliyette bulunmalarına göz yummakla suçlamıştır.
Tek başına olmaz
PAKİSTAN yönetimi bu suçlamalar karşısında, teröristlere karşı mücadelede elinden geleni yaptığını belirtiyor. Gerçek şu ki, Pakistan hükümeti, ülke içindeki (ve özellikle Kuzey bölgesindeki) militan grupları saf dışı etmek konusunda çok
GEÇEN nisan ayında Bükreş’te düzenlenen NATO zirvesinde Gürcistan ve Ukrayna’ya yakın bir tarihte ittifaka üye olarak kabul edilecekleri sözü verilmişti.
NATO’nun bu kararı bu iki ülkeyi ne kadar umutlandırdıysa, Rusya’yı da o derecede sinirlendirdi. Moskova, kendi arka bahçesi saydığı bir bölgenin Batının nüfuz alanı içine girmesini, kendi güvenliği ve artan gücü için bir tehdit olarak algılıyordu.
Denilebilir ki ağustos ayında Gürcistan savaşının patlak vermesinde NATO’nun aldığı kararın önemli etkisi olmuştur.
Gerçekten, bu karar, Gürcistan lideri Saakaşvili’ye, Güney Osetya sorununu kendi bildiği gibi halletmeye kalkışmak cesaretini verdiği gibi, Rusya’yı da Batı’ya karşı dik durmak ve gücünü kanıtlamak için Gürcistan’la savaşı göze almaya sevk etti.
Sonuçta, Rusya’nın istediği büyük oranda gerçekleşti: G. Osetya ve Abhazya Gürcistan’dan tamamen koptu ve Rus denetimi altına girdi. Bunu engelleyemeyen Batı ile Rusya arasındaki ilişkiler, Soğuk Savaş’a dönüş çağrışımı yapacak ölçüde gerginleşti ve NATO ile Moskova arasındaki diyalog koptu...
Erken üyelik, hayal
TAYLAND, askeri darbelerin sıkça cereyan ettiği bir ülke... Parlamenter sistemin kurulduğu günden bu yana, yani son yarım yüzyılda, Tayland ordusu tam 18 kez sivil hükümetleri devirip yönetime el koydu!
Dün Tayland yeni bir darbeye daha sahne oldu. Ama bu kez müdahale askeri kesimden değil, yargıdan geldi!
2006-07 askeri rejim döneminde kurulan Anayasa Mahkemesi, iktidardaki Halkın Gücü Partisi’ni ve iki koalisyon ortağını kapatmaya karar verdi. Mahkeme ayrıca Başbakan Sonçay Vongsavat dahil, 37 önde gelen siyasetçi için 5 yıllık siyasi faaliyet yasağı koydu.
Ancak parlamentoda çoğunluğu temsil eden iktidar partisinin milletvekilleri yasağın dışındalar.
Şimdi bu milletvekilleri kapatılan partinin yerine, başka bir isim altında yeni bir parti kurmaya hazırlanıyorlar!..
Bu durum ilk bakışta bizlere pek yabancı gelmiyor. Ama “Bu ne benzerlik” demeyin! Tayland’daki olay, oldukça farklı...
HİNDİSTAN ile Pakistan arasında bir savaş olasılığı ne kadar ciddi? Mumbai’deki dehşet verici terör eyleminden sonra iki komşu ülke arasında tırmanan gerginlik karşısında, şimdi böyle bir “risk”ten söz ediliyor.
Bu yönde kaygı yaratan gelişmeler var:
Hindistan, Mumbai’deki saldırının arkasında Pakistan’ın (veya Pakistan’da üslenen İslami militan güçlerin) bulunduğuna ilişkin kanıtlar elde edildiğini ısrarla öne sürüyor ve kendi topraklarında güvenlik önlemlerini “savaş düzeyi”ne getirmekte olduğunu açıklıyor.
Pakistan, Hindistan’ın suçlamalarına karşı sert tepki gösteriyor ve Pakistan-Afganistan sınırında (El Kaide ve Taliban sızmalarını önlemek için) tuttuğu 100 kişilik bir kuvveti, Hindistan’dan gelebilecek “acil bir tehdit”e karşı bu bölgeden çekeceğini bildiriyor.
Bu aşamada iki taraf arasındaki söz düellosuyla kızışan krizin, bundan önce üç kez birbirine karşı savaşan bu iki devleti yeni bir savaşın eşiğine getirdiğini söylemek abartılı olabilir. Nükleer silahlara sahip olan Hindistan ile Pakistan liderleri herhalde böyle bir çılgınlık yapmamaya özen göstereceklerdir.
Ancak bu krizin daha fazla büyümeden ve bir çatışmaya yol açmadan bir an önce yatıştırılması şart.
DÜN de belirttiğimiz gibi, Mumbai’deki terör eylemi, bundan önce Hindistan’da cereyan eden saldırılardan oldukça farklı. Bu kez teröristler, yer yer bombalar patlatmak yerine, ülkenin en dinamik kentinde otelleri ve binaları işgal ettiler, içinde bulunan insanları rehin aldılar, bir kısmını öldürdüler güvenlik güçleriyle saatlerce çatıştılar...
Bu, sıradan bir terör eyleminden çok, teröristlerin giriştiği bir savaş... Peki, kime karşı? Ne amaçla?.. Kimdir bu “savaşçılar”?..
Bazı “bilinenler” var: Saldırganlar, terör eylemleri için yetiştirilmiş, iyi örgütlenmiş, davaları uğruna öldürmeyi ve de ölmeyi göze almış, 20-25 yaşlarında gençler.
Bu genelde uluslararası terörizm hareketlerinde sıkça görülen tipik tedhişçi profili... Uyguladıkları yöntemler -bu arada yerli veya yabancı, sivilleri hedef almaları- klasik terörist taktiklerine uygun...
Çeşitli olasılıklar
Ama bu özelliklerin dışında şu anda “bilinmeyenler” de çok: Örneğin hangi örgüte mensup oldukları tam belli değil. Gerçi bu eyleme “Dekkan Mücahitleri” diye şimdiye kadar duyulmamış bir örgüt sahip çıktı; ama bunun bir “paravan” olması mümkün.
OLAYI “Hindistan’ın 11 Eylül”ü diye nitelendirenler var... Önceki gece Bombay veya yeni adı ile Mumbai’deki dehşet verici terörist saldırısını canlı bildirirken Hint televizyonunun bir sunucusu şöyle diyordu: “Amerikalılar nasıl New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin trajik görüntüsünü unutmadılarsa, Hint ulusu da Mumbai’de bir anıt gibi duran Tac Mahal otelinin alevler ve dumanlar içindeki imajını unutmayacaktır”...
Hindistan şiddet olaylarına bağışıklığı olan bir ülke değil. Aksine Hindistan’ın çeşitli yerlerinde sık sık terörist saldırılar oluyor. Ama bu kez Mumbai’deki terör eylemi, birçok bakımdan öncekilerden farklı ve daha endişe verici.
Şimdiye kadar saldırılar (ister Müslüman, ister Hindu militanlardan gelsin), ibadet yerlerini veya kalabalık meydanları hedef alıyor, buralarda bombalar patlıyordu. Mumbai’deki eylem ise, otomatik silahlar kullanan geniş bir terörist grubunun, kentin 8 ayrı noktasında, otellere, kafelere ve bazı binalara saldırmaları, özellikle yabancıları (Amerikalı, İngiliz, İsrailli) rehin almaları ve Hint güvenlik güçleriyle çatışmaları şeklinde gerçekleşti.
Kısacası saatlerce süren bu eylem, daha önce görülenlerden, amaç, taktik ve ideoloji