Yalnız sembolik olmamalı...

19 Ekim 2005

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, "Kıbrıs Türk lideri" sıfatı ile Mehmet Ali Talat'ı 28 Ekim'de Washington'a gelip kendisi ile görüşmeye davet ediyor. Bu Talat'ın cumhurbaşkanlığı görevine başladığından bu yana ABD'den aldığı ilk resmi davet.Davet mektubunu, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın üst düzey yetkililerinden Douglas Silliman'ın Talat'ı makamında ziyaret ederek vermesi de, anlamlı bir jest.Rice'ın bu daveti, ABD yönetiminin Kıbrıs'ta Türk tarafı ile direkt temasını sürdürmek konusundaki kararlılığını ortaya koyuyor. Bu Washington'un adadaki Türk varlığını göz ardı etmediği mesajını da veriyor. Nihayet ABD Papadopulos yönetiminin bütün yakınmalarına rağmen Kıbrıs Türklerini izolasyondan kurtaracak adımları atmaya istekli olduğunu da gösteriyor...Bu davetin zamanlaması da anlamlı. Talat'ın ziyareti, AB'nin 3 Ekim kararından sonra, Kıbrıs sorununun çeşitli yönleri ile, yeniden ön plana çıktığı bir döneme rastlıyor. Davet aynı zamanda ABD'nin Kıbrıs sorununun çözümü için daha aktif olarak devreye girebileceği umudunu da veriyor.* * *KIBRIS Türklerinin Talat-Rice buluşmasından başlıca beklentisi, KKTC'nin izolasyonunun -ve özellikle ekonomik kısıtlamaların- kalkması yönünde

Yazının Devamı

"Evet" ile bitmez...

18 Ekim 2005

Bu sonuçla ilgili ayrıntılar, bazı gerçekleri ortaya çıkardı:1) Geçen ocak ayındaki seçimleri topluca boykot eden Sünniler bu kez referanduma yoğun biçimde katıldılar. Bu, halkoylamasının meşruiyet kazanması açısından önemli. 2) Sünnilerin hatırı sayılır bir kesimi bu anayasaya "hayır", buna karşılık Şiilerin ve Kürtlerin çoğu "evet" dedi. Bu da, Iraklıların bölge, etnik ve dinsel köken zemininde bölündüklerini bir kez daha gözlerin önüne serdi.3) Eğer Sünnilerin çoğunlukta olduğu 3 vilayette, üçte iki oranında bir "hayır" çıksaydı, belge reddedilmiş olacak, bu kez her şey sıfırdan başlayacaktı. Şimdi anayasanın kabul edilmesinden sonra, siyasal süreç belirlenen takvime göre devam edecek, 15 Aralık'ta genel seçimler yapılacak, yeni parlamento -ve hükümet- yılın bitiminde göreve başlayacaktır.* * *Önceki günkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, bu sonucu "kötünün iyisi" saymak gerek."İyi" tarafı, siyasal sürecin aksamadan ilerlemesidir. "Kötü" yanı ise, anayasanın bu şekli ile Irak'ta barış ve huzuru, ulusal birliği garantilememesidir.Belki "iyi" hanesine işlenebilecek bir husus daha var: O da geçen hafta, tam referandum öncesi, son dakikada taraflar arasında varılan mutabakattır.

Yazının Devamı

Zorlama ile olmaz

13 Ekim 2005

Gazetenin de kabul ettiği gibi bu "İnanılmaz bir şeye benziyor", ama gerçekten Rum hükümeti böyle bir düşünce -ve hele böyle bir çaba- içerisinde ise, "kopacak gürültü"nün kendisi dahil kimseye bir yararı olmayacağı kesin. Türkiye'nin Papadopulos'un böyle bir zorlaması karşısında "kopacak gürültü"den korkup o gemiye limanını açmasını beklemek ne kadar saflık ise, AB'nin de böyle bir krizin çıkmasına izin vereceğini sanmak da o kadar saçmadır...* * *TÜRKİYE'nin ek protokol gereği deniz ve havalimanlarını Kıbrıs Rum gemilerine açma zorunluğunun bulunup bulunmadığı çok tartışıldı. Ancak AB Müzakere Çerçeve Belgesi, (AB'deki genel havayı yansıtan şekilde) bu zorunluğa işaret ediyor. Bunun 2006'da daha müzakere sürecinin başında Türkiye'yi zorlayacağı bir gerçek.Ne var ki, AB yetkilileri, Türkiye'nin bu konudaki pozisyonunun da farkındalar. Ankara limanlarını Rumlara açmak için önce AB'nin -verdiği sözü yerine getirerek- KKTC'ye karşı izolasyona (yani ambargoya) son vermesini şart koşuyor.Türkiye'nin bu konudaki ısrarının temelinde yatan neden açık: Türk kesimine karşı kısıtlamaların kalkması, hem KKTC'nin varlığının "fiilen" tanınması anlamını taşıyacak, hem de Kıbrıs Türklerinin dış

Yazının Devamı

Felaketin yarattığı fırsat...

12 Ekim 2005

Ve uzun yazı şöyle bitiyor: "Muzafferabad'ın yüzde 80'i yerle bir oldu. Yetkililer bu şehrin ancak 40 yıl sonra eski haline dönebileceğini söylüyorlar. Bu durumda başkentin yerini değiştirmek daha akıllıca bir iş olacak"...Geçen cumartesi Pakistan'ın başına gelen büyük felaketi, günlerden beri TV ekranlarından izliyoruz. Keşmir gerçekten tarihin en büyük doğal afetine sahne olmuş. Resmi ağızlar 30 ile 40 bin ölüden söz ediyor. Daha da acısı, bu bölgede yeni nesil yok olmuş... Doğa buraları öylesine amansız şekilde vurmuş...* * *KEŞMİR, dünyanın en fakir bölgelerinden biri. Yıkılan kamu binalarının, evlerin depreme dayanıklı olmaması, yerel makamların ve hükümetin böyle bir olasılığa karşı hazırlıklı olmaması, yoksul halkın kurtulan kesiminin de gereken yardımı zamanında alamaması, felaketin boyutlarını daha da artırıyor.Gerçi öylesine büyük bir doğal afete karşı, "ileri ülkeler"in de çaresiz duruma düştükleri görülüyor. Bunun son örneği New Orleans felaketi.Ancak "Dawn" gazetesinin başyazısında da belirttiği gibi, Pakistan'ın bu olaydan çıkarması gereken dersler var. Depreme daha dayanıklı binaların yapılmasından yardım faaliyetinin daha iyi koordine edilmesine varıncaya

Yazının Devamı

Kim korkar Merkel'den!

11 Ekim 2005

Şimdi Merkel'in şansölye olması kesinleşti, ama çok farklı şartlarla... Bir kere CDU lideri hükümetin başına Türkiye'nin üyeliğini destekleyen Gerhard Schröder'in Sosyal Demokratları ile ortaklaşa geçiyor. Ayrıca Lüksemburg'da 3 Ekim'de kabul edilen müzakere çerçeve belgesi, Merkel'in (ve de tabii Avusturya'nın) istediği gibi "imtiyazlı ortaklık"tan kesinlikle söz etmiyor.Dolayısı ile şimdi Merkel'in şansölye olmasından korkmaya pek gerek yok...* * *Almanya'daki "Türkiye Araştırmalar Merkezi" Direktörü Prof. Faruk Şen'in dünkü görüşmemizde belirttiği gibi, Merkel'den Türkiye-AB müzakerelerinde rahatsızlık yaratacak hareketler veya engellemeler beklememek lazım.Bunun çeşitli nedenleri var: Müzakereler Lüksemburg'da verilen mutabakat zemininde sürdürülecek. Bunun yönünü değiştirmek söz konusu olamaz.Koalisyon ortağı SPD, Türkiye'nin AB üyeliğinden yana. Bu tür hükümet ortaklığında, koalisyonun başında bulunan kişi daha esnek davranmak zorunda. Üstelik yeni hükümette Dışişleri Bakanlığı da SPD'ye veriliyor.Nihayet yeni şansölyenin ve hükümetin önceliği, iç sorunlar -özellikle ekonomik ve sosyal reformlar- olacak. Merkel'in Türkiye için "imtiyazlı ortaklık" gibi konuları gündeme

Yazının Devamı

Türkiye kadar AB de "şanslı"...

7 Ekim 2005

İlginç bir bakış açısı. Acaba Avrupalılar da böyle düşünüyor mu? Onlar da Türkiye'yi aralarına almayı, kendileri için bir şans veya fırsat olarak görüyor mu?3 Ekim Lüksemburg anlaşmasından sonra çeşitli AB ülkelerinde siyasetçilerin söyledikleri ve gazetelerin yazdıkları, birçok Avrupalının bunu fark etmeye başladıklarını gösteriyor.Bu beyanlarda ve yazılarda Türkiye'nin üyeliğinin AB'ye sağlayacağı kazançlar belirtiliyor. Nedir bunlar? Bir kere Türkiye'nin jeostratejik konumu, AB'ye oynamak istediği siyasal rol açısından önemli bir katkı sağlayacak. Gelişen dinamik Türk ekonomisi, Türkiye'nin genç nüfusu, hantallaşan ve yaşlanan Avrupa'ya canlılık getirecek. Şimdiye kadar sadece Hıristiyan ülkelerden oluşan toplulukta şimdi nüfusun çoğunluğu Müslüman olan, laik ve demokratik bir ülkenin yer alması, onun İslam dünyası ile yeni bir anlayış ve yakınlaşma kurmasına yardımcı olacak...Evet, AB üyeliği Türkiye için bir kazanç. Ama Helena Finn'in de belirttiği gibi, AB için de bir şans...* * *İLGİNÇ bir başka e-mail de Fransa'daki bir okurumuzdan geldi. Bayan Ascension Garcia İngilizce mektubunda İspanyol kökenli bir Fransız olduğunu ve yazılarımızı "turkishnews"un sitesinden izlediğini

Yazının Devamı

Avrupalı gibi yaşamak için...

6 Ekim 2005

Türkiye'nin adaylığını tescil eden 1999 Helsinki zirvesinden sonra, öyle denmişti. Üyelik perspektifinin verildiği 2004 Brüksel zirvesinden sonra da aynı sözler tekrarlanmıştı... Ve şimdi, tarihi 3 Ekim dönemecinden sonra, "asıl zor sürece şimdi girilmekte olduğu" söyleniyor.Aslında bütün aşamaların kendi özelliklerine göre güçlükleri var. Bu kez üyelik müzakereleri sürecinde karşılaşılacak zorluklar, bundan öncekilerden iki bakımdan farklı: Birincisi, müzakerelerin niteliği ile ilgili. Daha önce, adaylık ve üyelik için siyasi bir mücadele verilmişti. Şimdi müzakere sürecinde ağırlık, siyasi sorunlardan çok (her ne kadar gene bazı siyasi problemler gündeme gelecekse de), teknik konular üzerinde olacak. AB'nin 80 bin sayfayı bulan "müktesebat"ı ile uyum sağlamak üzere 35 "başlık" (veya dosya) görüşülecek...İkincisi, gerek devlet kademelerinde, gerekse halk arasında bir zihniyet değişikliğinin yer alması ile ilgili. Tam üyelik hedefine ulaşmak için bu kez, kabul edilen esasların yaşama geçirilmesi gerekecek. Bu, daha önce olduğu gibi sadece yasal düzenlemeler veya siyasal kararlar ile geçiştirilecek bir husus değil. Bu sefer söz konusu olan, halkın günlük yaşamı ile ilgili

Yazının Devamı

Bardağın dolu kısmı...

5 Ekim 2005

Zaten belge üzerinde bir "orta yol" bulunmasaydı, mutabakat sağlanamaz ve sonuçta Lüksemburg'da üyelik müzakerelerine start verilmezdi.Şimdi bütün ilgili taraflar kendi açılarından elde ettikleri kazanıma bakıyorlar. İşte diplomasi dilinde "kazan-kazan" ("win-win") diye ifade edilen durumun tipik bir örneği...* * *TÜRKİYE açısından en önemli kazanç, kuşkusuz müzakere sürecinin başlamış olmasıdır. Bu gerçekten tarihi bir dönemeçtir. Bu sürecin başlayamaması, Türkiye'nin geleceği için hayati önem taşıyan bir fırsatın belki de tamamen kaybedilmesine, yani birçok bakımdan ağır bir faturanın ödenmesine yol açmış olacaktı...Bu mutabakatın diğer önemli bir yanı, AB'nin böylece Türkiye'nin "Avrupalılığı"nı kabul edip farklı kültürel, dinsel kimliğine rağmen onu kendi camiası içinde saymasıdır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün de belirttiği gibi, AB'nin ilk kez bir Müslüman ülkeyi kendi bünyesine dahil etmesi bütün dünya için önem taşıyan bir "stratejik karar"dır.Bu olayın Türkiye'yi Avrupa'nın ve dünyanın bir odak noktası haline getirmesi, ayrıca ona sempati ve itibar kazandırıyor...* * *MÜZAKERE Çerçeve Belgesi, bakıldığı şekle göre, (hem Türkiye, hem AB üyeleri için) olumlu ve de

Yazının Devamı