Genelde dünyanın bu olaya sıcak baktığı söylenebilir. Daha başından Türkiyenin AB ile bütünleşmesinden yana bir tavır sergileyen ABDnin tepkisi olumlu olmuştur. Arap ve İslam ülkelerinde gerek resmi çevreler, gerek basın, ABnin kararından duydukları memnuniyeti ifade etmişlerdir. Başbakan Erdoğanın Şamı ziyareti münasebetiyle Suriyede yapılan değerlendirmeler de bunun canlı bir örneği. Suriyeliler artık Türkiyeye Avrupanın uzantısı, dolayısıyla kendilerini de ABnin komşusu olarak gördüklerini söylüyorlar!Sadece Rusyanın bu işe soğuk baktığı anlaşılıyor. Başkan Putin Ankarayı ziyareti sırasındaki bir konuşmasında hoşnutsuzluğunu çıtlatmıştı. Şimdi Moskovada bu yönde yorumlar yapılıyor. Rusların endişesi AB ile bütünleşecek bir Türkiyenin Moskovanın siyasal ve ekonomik çıkarlarına zarar vereceğidir. Umarız Başbakan Erdoğanın yakında Moskovaya yapacağı ziyaretten sonra bu kaygılar dağılır...* * *AB-Türkiye yakınlaşması bağlamında tabii en önemli tavır, Amerikanınkidir. Washington hep Türkiyenin AB üyeliğini savunduğu için (hatta Fransızları sinirlendirecek kadar), Brükselde ulaşılan sonuçtan resmen memnun.Ancak şimdi Amerikan siyasal ve akademik çevrelerinde, Türkiyenin AB ile
İlk inisiyatifin Türkiyeden gelmesi olasılığı oldukça güçlü. Başbakan Erdoğanın dünkü demeci de bunu doğruluyor.Bunun böyle olması doğal ve de yerinde...AB ile 3 Ekim 2005te müzakereler başlarken "Kıbrısı tanıma" engeline takılmamanın en iyi yolu, Kıbrıs sorununa çözüm bulmaktır. Bu amaçla Türk diplomasisi, Kıbrıs görüşmelerini yeniden başlatmak ve bu konuda en yetkili enstrüman olan BMyi devreye sokmak için harekete geçmeyi planlıyor.***TÜRKİYE Kıbrıs konusunda böyle bir pozisyon almakla, daha önceki süreçte olduğu gibi, gerçekten çözüm isteyen taraf olduğunu uluslararası camiaya gösterebilecektir. Bu da Ankaraya puan kazandıracak ve baskıların Rum tarafına yönelmesini sağlayacaktır.Ancak Papadopulos yönetimi BM Genel Sekreterine aynı şekilde yeşil ışığı yakacak mı? Bir şekilde yeni bir temas süreci başlarsa da, 3 Ekime kadar çözüme ulaşılabilecek mi?Dün Lefkoşanın Rum kesimindeki bir meslektaşımla yaptığım telefon görüşmesinden edindiğim izlenim, doğrusu iyimser olmaya pek müsait değil. Erdoğanın girişim bağlamında bir hazırlığı varsa, Papadopulosun da ekim ayına kadar zaman kazanma babında bir senaryosu var...Bu nedenle gerek Rum lideri, gerekse onun sözcüleri iki husus
Açık konuşmak gerekirse, saldırının AB zirvesinin en kritik günü olan 17 Aralıkta cereyan etmesi yüzünden, medyamız da bu haber üzerinde pek durmadı. Olayın ciddiyeti ancak önceki gün şehitler için düzenlenen ve devlet büyüklerinin katıldığı cenaze töreni sayesinde kamuoyuna yansıdı...Bu olay Irakta kaosun ve istikrarsızlığın, ne vahim boyutlar almakta olduğunu, ayrıca Türk vatandaşlarının bu ortam içinde nasıl açık hedef haline geldiğini gösteriyor.AB ile müzakere yolunun açılması gibi dış politikadaki olumlu gelişmeler, yanı başımızda giderek tırmanan tehlikeli durumu görmemize engel olmamalıdır...* * *BEŞ güvenlik görevlisinin ölümüyle sonuçlanan saldırının sorumluları henüz belirlenmiş değil. Ancak devletin tüm ilgili birimleri gereken çalışmaları yapıyorlar. ABD ve Koalisyon güçleri, Irak geçici hükümeti de devrede...Herhalde Irakın içinde bulunduğu kargaşa ortamı göz önünde bulundurularak, bu özel tim Bağdata uçakla sevk edilseydi (veya kara yolculuğunun zırhlı araçlarla yapılması sağlansaydı) bu felaket önlenebilirdi...Unutmamalı ki, bir süreden beri Türkler (özellikle kamyon şoförleri) çeşitli terörist gruplarının hedefi olmuştur. Ayrıca Musul da, Koalisyon güçlerine ve
Zirvenin başındaki durum ve fırtınalı müzakere sürecindeki gelişmeler dikkate alındığında, bu sonucun değeri daha iyi anlaşılabilir.Brükselde dün varılan mutabakat mükemmel mi, Türkiyenin tüm isteklerini karşılıyor mu? Tabii ki hayır. Eğer maksimalist bir beklentiyle ve meydan okuyan bir tavırla konuya eğilirsek, bu tür müzakerelerden uzlaşıyla çıkabilecek bir sonucu tatminkâr bulmamız mümkün değil.Ancak bizce AB zirvesinde çok çetin tartışmalardan ve pazarlıklardan sonra varılan mutabakat, Türkiyenin olabileceği ölçüde istek ve beklentilerini karşılıyor. Özellikle dün sonuç bildirgesiyle ilgili "wording" tartışmaları, bazı teknik ayrıntıların Türkiyenin lehinde törpülenmesini sağlamıştır. Ama daha önemlisi, sonuç bildirgesi ve zirvenin sonunda yapılan açıklamalar, Türkiye açısından tarihi bir dönemeci müjdelemektedir.* * *GERÇEKTEN zirvenin büyük önemi, Türkiyenin Avrupayla bütünleşme sürecinde nihayet üyelik yolunu açmış olmasıdır. Türkiyenin yıllardan beri bu hedefe yönelik harcadığı çabalar -ve zaman zaman düş kırıklığına uğradığı dönemler- hatırlanınca, bu noktaya ulaşılmış olmanın değeri daha iyi anlaşılır.Henüz birkaç hafta öncesine kadar Türkiyenin müzakere tarihinin
Bu satırlar yazıldığında bu en uzun gün ve gecenin nasıl sona ereceği henüz belli değildi. Gün boyunca AB başkentinde benzeri görülmemiş yoğunlukta bir diplomasi trafiği yaşandı. Gece de, liderler arasında yemekle birlikte başlayan karar taslağı üzerindeki sıkı pazarlıklar devam etti.Öyle anlaşılıyor ki, sonucu ya bu sabaha karşı veya gün içinde öğrenebileceğiz.Sağlıklı bir değerlendirme yapmak için, o anın gelmesini beklememiz gerekiyor...* * *SONUÇ bildirgesinin nasıl şekilleneceğini henüz bilmemekle beraber, Türkiye açısından cesaret verici son üç gelişmeyi anımsayalım:Birincisi, Avrupa Parlamentosunun Türkiye ile müzakerelerin gecikmeden başlamasını öngören raporu, üçte iki çoğunlukla -ve Türkçe "evet" pankartlarıyla- onaylaması... Bu fevkalade anlamlı bir gelişme. Strasbourgda alınan bu karar, şimdiye kadar bazı AB parlamenterlerinin Türkiyeye karşı yürüttüğü kampanyaya ve Avrupa kamuoyunda gösterilen muhalefete en iyi karşılığı vermiştir. Demek ki, Parlamento Türkiyenin ABde yer almasından yana.İkinci önemli gelişme, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chiracın konuşması... Fransız lider şimdiye kadar Türkiyenin öne sürdüğü birçok argümanı da kullanarak hem Fransız halkına hem de
Soruyu biraz açmak lazım: Mesele sadece ABnin Türkiyeyle müzakereleri başlatmaya "evet" demesinden ve net bir tarih vermesinden ibaret değil. Bu, diğer koşullarla birlikte, Türkiyenin de "hayır" demeyeceği bir karar olmalı.Brükseldeki zirveden böyle bir mutabakat çıkacak mı, yoksa ipler kopacak mı? Ne dersiniz?Bana sorarsanız, mutabakat sağlanacağına yüzde 51 şans veriyorum.Aksi de mümkün tabii. ABnin getireceği son metne Başbakan Erdoğanın "hayır" demesi tamamen ihtimal dışı değil. Bu bakımdan "zirveden anlaşma çıkar" diye iddia etmenin belirli bir risk taşıdığının bilincindeyim.Ama bunun aksini öne sürmenin -ve hele o yönde bahse girmenin- daha da riskli olacağı kanısındayım. ABnin Türkiyenin reddedeceği bir karar suretini dayatmaya çalışacağına, Türk tarafının da hoşlanmadığı bazı ifadeler yüzünden üyelik müzakereleri yolunu açan böyle bir belgeyi reddedeceğine ihtimal vermiyorum...* * *DOĞRUSU, ne Türkiyenin, ne de ABnin böyle bir lüksü var.Bu nedenle çıkacak nihai metnin her satırı ve kelimesi üzerinde pazarlıklar bu gece geç saatlere kadar devam edecek ve belki yarına da sarkacak.Daha önceki deneyimler (örneğin Türkiyenin aday olarak kabul edildiği 1999 Helsinki zirvesinde
Bu olağanüstü ilgiyi hissetmek için, bugünlerde Avrupa gazetelerinin birinci sayfalarına ve yorum sütunlarına bir göz atmak yetiyor.Türkiyeyle ilgili değerlendirmeler, yetkililer gibi kamuoyunun kendi içlerinde bölünmüş olduğunu gösteriyor. "Le Monde"dan "Die Welt"e, "El Pais"ten "The Independent"e kadar çeşitli gazetelerde, bakıyorsunuz bir gün Türkiyenin üyeliği lehinde, ertesi gün aleyhinde yazılar çıkıyor...***DÜNKÜ "Le Figaro"da çıkan Avrupa çapındaki bir kamuoyu araştırması, Türkiye konusunda AB içindeki çatlağı açıkça yansıtıyor.Bu ankete göre, "Türkiyenin ABye girmesine karşı mısınız, taraftar mısınız?" şeklindeki soruya çeşitli ülkelerde verilen yanıtlar çok değişik. Örneğin karşı olanların oranı Fransada yüzde 67, Almanyada yüzde 55, İngilterede yüzde 30, İtalyada yüzde 24, İspanyada yüzde 18. Türkiyenin lehindeki oranlar ise şöyle: Fransada yüzde 32, Almanyada yüzde 33, İngilterede yüzde 41, İtalyada yüzde 49, İspanyada yüzde 65..."Le Figaro"ya göre, bu tablo "eski ve yeni Avrupa" arenasındaki uçurumu da gözlerin önüne seriyor.Bu anketin ilginç bir yönü de, genelde gençlerin ve aydınların Türkiyeden yana olmasıdır. Diğer anlamlı bir sonuç da, karşı olanların
Ama bu heyecanın, her gün bilmem kaç kez değişen haberlere göre, bıkkınlığa, kızgınlığa dönüşmesine gerek yok. Türk yetkililer ve diplomatlar, her yeni taslak -ve de taslağın her kelimesi- üzerinde gereken sıkı pazarlığı yapıyorlar.Bunun "Z Günü"ne kadar (hatta son günün son saatine kadar) böyle devam edeceği biliniyor. Dolayısıyla "çoğu giden" geri sayma sürecinin "azı kalan" son bölümünde, aynı çabaları yılmadan sürdürmekten başka çare yok...* * *ŞİMDİYE kadar ortaya konan her taslakta, Türkiyenin kabul edilemez saydığı veya hoşlanmadığı maddeler üzerinde adeta bir "diplomatik savaş" verildi. Bazı cümleler değiştirilmiş veya yumuşatılmıştır. Bir kısmı -şimdilik- öyle duruyor. Halen bunlar üzerinde de "savaş" devam ediyor.Kâğıt üzerinde henüz yer almayan, ancak bir mutabakatın sağlanacağına kesin gözüyle bakılan önemli bir husus var: O da müzakere sürecinin (muhtemelen Ekim 2005te) başlamasının öngörüldüğüdür. "Z Günü" karar böyle net biçimde ortaya çıkarsa, bu önemli bir başarı sayılacaktır.Ancak müzakere sürecinin esas amacı, kuralları, yöntemleriyle ilgili maddelerin, Türkiyenin istek ve beklentilerini karşılaması için, daha "törpülenmesi" gerekiyor.Gerek Türk, gerekse yabancı