Daha ilginci, ikinci taslakta, birinci metinde yer almayan bazı hususlar da mevcut...Rafa kaldırılan birinci taslaktan sonra, şimdi ikincisi üzerinde yoğun tartışmalar yapılıyor. Büyük olasılıkla bu metinde de bazı değişiklikler yapılacak. Bu çalışmalar, zirvenin yapılacağı güne, hatta son günün (17 Aralık) son saatine kadar devam edecek.* * *İKİNCİ taslakta, birincisinde olmayan hususlar arasında, örneğin müzakerelerin askıya alınması, derogasyonlar, müktesebata uyma gibi hususlarda, daha zorlaştırıcı veya kısıtlayıcı ifadeler yer alıyor. Kıbrısla ilgili paragraf eski şeklini korumakla beraber, Ege sorunlarıyla ilgili bölümde, bu konuda gerekirse Lahey Adalet Divanına başvuru yapılabileceği belirtiliyor.Ancak yeni metinde, bundan öncekinde de olduğu gibi, iki paragraf "boş" bırakıldı ki, asıl belirleyici olan bunlardır. Birincisi müzakere tarihi, ikincisi ise, müzakere sürecinin niteliği ve yönetimiyle ilgili...AB Başkanlığı, henüz bir mutabakat sağlanamadığı için, tarihle ilgili paragrafı boş bırakmayı yeğledi. Ancak sızan bilgiler, genel eğilimin müzakerelerin ekim ayında ("tarama"nın da muhtemelen nisanda) başlaması yönünde olduğunu gösteriyor. Bu da herhalde ya zirve öncesi
Bu gezi öncesinde ve sırasında, Türkiyede Rusyaya karşı sergilenen sıcaklık, son günlerde ABDye ve AB üyesi bazı Avrupa ülkelerine karşı gösterilen soğukluk ile bir çelişki oluşturuyor.Gerçekten Putinin ekspres gezisi, sadece devlet kademelerinde değil, kamuoyunda Rusyaya karşı havanın, ne kadar düzeldiğini ortaya koydu. Örneğin Türk medyasının büyük ilgisi ve Moskovayla ilişkiler konusundaki olumlu değerlendirmeleri, Rus gözlemcileri dahi şaşırttı...* * *OYSA ki, Türkiyede "eski dostlar"la ilgili duygularda olumsuz yönde bir değişiklik hissediliyor.Özellikle ABD karşıtı hava, ilişkileri sarsacak boyutlar almaya başladı. Bunda en etkileyici faktör, ABDnin genel olarak Irak ve buna bağlı olarak Kuzey Irak ve PKKyla ilgili politikalarına karşı duyulan tepkidir. Bu tepki sokaklara ve hatta AKPnin tabanına ve siyasetçi sınıfına kadar yayılıyor.Halen Türkiyede esmekte olan Amerikan aleyhtarı havayı, son günlerde ABDnin bir şekilde bulaştığı Rum Ortodoks Patriğinin ekümenik sıfatı etrafındaki tartışmalar da kızıştırmış bulunuyor.ABnin Türkiyeye üyelik müzakereleri konusundaki kararını vereceği tarih yaklaşırken, Avrupayla ilişkilerde de zorluklar ve rahatsızlıklar kendini belli ediyor.
Bu ziyaretin önemini ortaya koyan birçok nokta var: 32 yıldan beri bir Rus devlet başkanının ilk kez Türkiyeye gelmiş olması, bu vesileyle Ankarada 6 anlaşmanın imzalanması, görüşmelerin fevkalade dostane ve samimi geçmesi gibi...Ama asıl önemli olan, bu ziyaretin "stratejik" bir nitelik taşımasıdır. Ankarada yapılan en üst düzeydeki Türk-Rus görüşmeleri, iki ülke arasındaki ilişkileri -ortak deklarasyondaki terimiyle- "çok boyutlu bir ortaklık" aşamasına getirmiştir.* * *HATIRLAYALIM: Henüz yakın geçmişte, Soğuk Savaş döneminde, karşıt kamplarda yer alan iki komşu ülke birbirinde hasım olarak bakıyordu. Bu düşmanlığı yüzyıllar boyunca iki ulusun birbirine karşı giriştiği savaşların izleri de besliyordu... Son yıllarda -"uluslararası yumuşama" ile birlikte- Ankara ile Moskova arasında hava düzelmeye başladı. Özellikle ekonomik çıkarlar iki ülkeyi birbirine yakınlaştırdı, düşmanlıktan dostluğa geçişi sağladı...Ticaretten turizme, müteahhitlikten enerjiye kadar çeşitli ekonomik sektörlerde kurulan yakın ilişkiler siyasal ve stratejik işbirliği için de elverişli bir ortam oluşturdu. İşte şimdi böyle bir ortamda ilişkilerdeki yeni aşamaya, yani "geliştirilmiş ortaklığa" geçiliyor.* *
AB dışında konular da var... Irakta saldırılar, direniş eylemleri artık "sıradan haberler" sayılıyor olabilir; ama şu sırada seçimlerle bağlantılı olarak cereyan etmekte olan siyasal olaylar da Türkiyeyi yakından ilgilendirir.Seçimler zamanında (30 Ocakta) yapılabilecek mi? Çeşitli gruplar (boykot eğilimindeki Sünniler dahil) seçimlere katılacak mı? Seçimleri Şiilerin kazanması Irakta ve bölgede dengeleri nasıl etkiler? Böyle bir sonuç Türkiye için ne ifade eder? Bu arada Türkmenlerin durumu ne olacak?..* * *FORUMDA "Irakın Geleceği ve Türkmenler" başlıklı kapsamlı bir sunuş yapan Irak Türkmen Cephesi Türkiye temsilcisi Ahmet Muratlının izahatı, Irakta Türkmen varlığının artık kendisini göstermeye ve siyasal bir güç olarak öne çıkmaya başladığını gösteriyor. Kendi deyişiyle Türkmenler, Irakın yeni yapısında, yönetimde yer almaya hazırlanmakta ve bu amaçla örgütlenmektedir.Halen sayısı 2.2 milyon olarak kabul edilen Türkmenlerin hatırı sayılır bir oy potansiyeli vardır. Şii partilerin Ayetullah Sistaninin çağrısına uyarak tek bir liste çıkarmaya, ayrıca Barzani ve Talabaniye bağlı iki Kürt grubunun da ortak bir cephe kurmaya karar vermesi karşısında Türkmenler de siyasal bir varlık
Viyanadan son çatlak ses önceki gün Şansölye Wolfgang Schüsselden geldi. Türkiyeye tam üyelikten "daha aşağı bir statü" verilmesi gerektiğini savunan Avusturya Başbakanına göre, - bazı Fransız politikacıların önerdiği gibi - "imtiyazlı bir ortaklık" düşünülebilir...Şansölye Schüsselin bu sözleri, bir süredir Avusturya basınında ve siyasi çevrelerinde Türkiyenin tam üyeliğine karşı çıkanların yüreğine su serpiyor...* * *TÜRKİYEye "imtiyazlı ortaklık" veya "güçlendirilmiş işbirliği" statüsünün verilmesi fikrinin en çok savunulduğu ülke Fransa. Giscard dEstaing, Nicolas Sarkozy, François Bayrou gibi ünlü isimler, bir süredir bu görüşü yaymaya çalışıyor. Bu kampanyanın Cumhurbaşkanı Jacques Chiracı da bir ölçüde etkilediği görüldü. Nitekim Chirac da, "ABde Türkiye için üçüncü yol"dan söz eder oldu...Fransız yöneticilerinin Türkiyenin AB üyeliği konusundaki çekingen tavrının nedenleri biliniyor. Kimileri Türkiyenin geniş nüfusundan, coğrafyasından, farklı dininden, kültüründen dolayı AB içinde yer alamayacağını savunuyor. Kimileri kitlesel bir Türk göçünden kaygılı. Kimileri, Türkiyenin üye olmasının AB içinde Fransanın - örneğin Avrupa Parlamentosu gibi kurumlarda - gücüne ve
En önemlisi, belgede tarih yok. Yani ABnin Türkiyeyle üyelik müzakerelerini ne zaman başlatacağına ilişkin tek satır yok.17 Aralık zirvesine sunulmak üzere hazırlanan taslakta, biri Türkiyeyle direkt ilgili, diğeri de genel bir "müzakere çerçevesi" başlıklı iki bölüm yer alıyor. Türkiyeyle ilgili bölümün 5 paragrafının son maddesi (ki müzakere takvimini açıklaması gerekiyor) boş bırakılmış. Tabii ki, 17 Aralıktaki karar gününe kadar bu boşluk doldurulacak. Ama nasıl?Dün de belirttiğimiz gibi, özellikle Fransa ve Avusturya, "ucu açık müzakere süreci"nin yanı sıra, bir de "imtiyazlı ortaklık" veya "güçlendirilmiş işbirliği" gibisinden bir ifade eklemek eğiliminde. Anlaşılan "başkanlık" makamı, bu paragrafın doldurulmasını, ilgili hükümetlere veya liderlere bırakmayı yeğlemiş. Yani bu önemli husus, tartışmaya, pazarlığa açık bırakılıyor. Kim bilir, belki nihai karar ancak son gün, son dakikada zirvede verilebilecek...* * *TASLAKTA "yok" olacağı sanılan, ama "var" olan diğer bir husus da, Kıbrısla ilgili. Hatırlanacağı gibi AB Komisyonunun raporunda Kıbrısa atıf yoktu. Bu belgede var. Ama Kıbrısın adı geçmeden, genel ifadelerle var...Üçüncü paragraf şöyle diyor: "Avrupa Konseyi
Bunun "ama"sı ne? Gerek Bonino, gerekse komisyon raportörü Avusturyalı diplomat Albert Rohan, 17 Aralık zirvesinde Türkiyeye müzakerelerin 2005te (muhtemelen sonlara doğru) başlaması yönünde bir karar verileceğinden emin. Bonino ve Rohan gibi, bu işi yakından izleyenlerin görüşü, kararla ilgili yayınlanacak deklarasyonda, müzakere süreci için AB Komisyonunun tavsiyesi doğrultusunda, "ucun açık" teriminin yer alacağı yönündedir. Bu, yoruma da açık olsa, önemli olan bunun tam üyeliğe yönelik bir "katılım" süreci sayılmasıdır.* * *Ama... şu sırada Avrupa başkentlerinde ve hatta Brükselde bazı çevrelerde deklarasyonda daha kısıtlayıcı bir ifadenin yer alması eğilimi kendini belli ediyor. Örneğin Türkiye ile "imtiyazlı ortaklık" veya "özel ilişkier" gibi bir opsiyondan söz edenler var. Gerçekten son günlerde özellikle Fransada, Avusturyada, Hollandada bu yönde demeçler veriliyor, yazılar yazılıyor.Bonino ve Rohan deklarasyonda böyle bir ifadenin yer almasına engel olunması gerektiğini savunuyorlar. Nedeni de basit: Katılım müzakereleri, ismi üstünde, katılımı, yani eşit şartlarla tam üyeliği sağlamayı amaçlar. Bunun başka hedefi veya yolu olamaz. Katılım müzakerelerinin "katılmama"ya
Son günlerde Ukrayna birdenbire bu tür çekişmelerin odak noktası oluverdi. Sebebi, son seçimlere hile karıştığı iddiası ve bunun sonucunda halkın iki rakip başkan adayının etrafında toplanarak cepheleşmesidir. Aslında Batı yanlısı ve "reformcu" muhalefet lideri Viktor Yuşcenko ile Rus yanlısı ve "statükocu" Viktor Yanukoviç arasındaki "post kavgası", 50 milyonluk Ukrayna toplumunda öteden beri mevcut olan bir ikiliği veya bölünmeyi su yüzüne çıkarmış oldu. Kültür, din, ideoloji farkı ülkede adeta bir "coğrafi fay hattı" yarattı: Doğu kesimi daha çok Yanukoviç ve dolayısıyla Rusya yanlısı bir tavır aldı; Batı kesimi ise genelde iradesini Yuşçenkodan ve Batıdan yana sergiledi...Sonuçta iki Viktorun başkanlık yarışındaki sonucun tartışılır hale gelmesi, ülkeyi ayağa kaldırdı. Kiev cadde ve meydanlarında halledilmesi girişimi ise, Rusyayı ve Batıyı bu işin içine iyice çekmiş oldu...* * *OYSA, özellikle 11 Eylül sonrasında, Rusya ile Batı arasındaki yakınlaşma ve uyum, artık eski sürtüşmenin geride kaldığı izlenimini vermişti. Örneğin terörle mücadele konusunda Ruslar ile Amerikalılar tam bir dayanışma ve işbirliği içindeydiler. Putin Rusyası ile Bush Amerikası, birçok sorunlar