Bu faaliyetin iki esas amacı var: Birincisi AB Konseyinin aralık zirvesinde, müzakereler için "gecikmeden" bir tarih açıklaması; ikincisi ise, tarih ile ilgili kararında AB Komisyonunun raporunda yer alan "sakıncalı" unsurlara yer vermemesidir.Zirveden önce bu iki konuda üye ülke liderlerinin ikna edilmesi ve hatta onlardan söz alınması çok önemli. Ancak bu ülkelerin çoğunda politikacıların, medyanın, kamuoyunun hangi havaları çalmakta olduğu malum! Böyle bir ortamda hükümetlerin Türkiyenin itirazlarını giderecek "uygun" bir karar almasını sağlamak, oldukça zor bir iş...***Hükümet her şeyden önce zirveden "erken bir tarih" çıkmasını şart koşuyor. Erken derken kastedilen de 2005in ilk aylarıdır. Bir yetkilinin deyişi ile bu tarih "kırmızı çizgi" sınırı içinde sayılıyor.Eğer (örneğin Fransada bazı çevrelerin istediği gibi) sürecin başlama tarihi daha ileriye - örneğin 2006ya - atılırsa ne olur? Bu durumda Ankaranın bunu "kabul edilemez" sayması, yani pratikte bu sürecin başlamaması olasılığı çok kuvvetli. Türk yetkililer bunu şimdiden Avrupalı muhataplarına "açık - seçik" iletmeye çalışıyor...Raporda olumsuz iki esas unsur var ki, Türk diplomasisi zirveden çıkacak olan bildiride
Arı Hareketinin dün İstanbulda düzenlediği konferansta, bu konuda Türkiyeyi yakından bilen üç Avrupalı uzmanın tavsiyelerini dinledik."AB Üyeliği Yolunda Türkiye" panelinde eski Devlet Bakanı ve CHP milletvekili Kemal Dervişle birlikte yer alan yabancı konuşmacılar, aralık zirvesinden Türkiyeyle müzakerelerin başlatılması kararının çıkacağından emin görünüyorlar.Yeşil ışığın 2005 için yakılacağı varsayımından hareket edersek, çok uzun ve çetin geçeceği anlaşılan müzakere sürecine şimdiden hazırlanmak ve neler yapmak - veya yapmamak - gerektiğini saptamak lazım.Bu açıdan Arı Hareketinin "Avrupa Reformu Merkezi"yle (CER) düzenlediği konferansta söylenenler üzerinde durulmaya değer.* * *ÜÇ Avrupalı uzmanın bu konudaki tavsiyelerini kısaca özetleyelim:Heather Grabbe (CER yardımcı direktörü ve AB Komisyonunun genişleme bölümünün yeni üyesi): Müzakere süreci artık "teknokratik" bir nitelik taşıyacak, ekonomik konular ön plana geçecek. Bu konulara uyum sağlamak için alınacak bazı kararlar çeşitli sektörleri etkileyecek, bazı işyerlerinin kapanması gibi sonuçlar yaratacak. Buna hazır olmak lazım...Bu süreçte insanların günlük yaşamını ve eski alışkanlıklarını da etkileyecek durumlar
Güzel; ama bütün bu seçimler ne kadar demokratik sayılır?Bu konuda şüphe duymak, seçimlerin ele alınış veya cereyan ediş tarzını eleştirmek kolay. Üç ülkede de olup bitenler, "Bu ne biçim demokrasi!" dedirtecek nitelikte. İşte birkaç örnek: Afganistanda oy kullananların parmağına sürülen boya, hemen siliniverdi! Bazı adaylar bu ve benzer aksamaları gerekçe göstererek seçimlerin iptal edilmesini istedi... Okuma - yazma bilmeyen pek çok seçmen hangi oy pusulasını sandığa atacakları konusunda şaşırdı... Oy sandıkları dağlık ve uzak yerlerden seçim merkezlerine merkeplerle taşındı!..Irakta merkezi otorite duruma tam hakim değil. Bu yüzden ülkenin bazı kesimlerinde seçimler yapılmayabilir. Militanlar ayrıca seçimleri engellemeye çalışıyor...Suudi Arabistanda 178 belediye meclisinde sandalyelerin sadece yarısı seçilecek, diğer yarısını hanedan atayacak... Kadınlar seçimlere katılamayacak... Kraliyet ailesi beğenmediği adayları saf dışı edebilecek... * * *DOĞRUSU, bu tablo karşısında insanın aklına "Böyle demokrasi olur mu?" sorusu geliyor.Tabii ki bu, bildiğimiz Batı tipi demokrasiye hiç uymuyor. Şu bir gerçek ki, bu ülkelerin demokratik kurumları, geleneği, birikimi yok. Siyasal,
Şili Cumhurbaşkanı Lagos, Milliyet aracılığıyla seslendi Konuk lider, dün istanbulda yaptığımız söyleşide ikili ilişkilerin geleceği, yeni işbirliği olanakları, siyasal ve ekonomik alanlarda Şilinin deneyimleri üzerine şunları söyledi: Şilinin 68 yaşındaki Cumhurbaşkanı Ricardo Lagos Escobar, bir ekonomist ve akademisyen. Ancak, Allende döneminden beri siyasette faal olmuş, Pinochet diktasına karşı mücadele etmiş, sosyal demokrat eğilimli Demokrasi Partisinin (PPD) lideri olarak 2000de yapılan seçimlerde cumhurbaşkanı (Şilideki başkanlık sistemine göre yönetimin başı) seçilmiştir. "Santiagodan göründüğü şekliyle Türkiye giderek dünya sahnesinde önemli rol oynayan bir ülke. Medeniyetlerin çatışması konusunun tartışıldığı bir dönemde, topraklarında pek çok uygarlığın izlerini taşıyan Türkiyeden öğreneceğimiz çok şey var... Türkiyeyle aynı değerleri paylaşıyoruz. Bu da ilişkilerimizin güçlenmesine katkıda bulunacaktır..." NEDEN TÜRKİYE? "Ticaretin artırılması dışında, birçok işbirliği alanları mevcut. Ankarada vardığımız mutabakat uyarınca, yakında bir Serbest Ticaret Anlaşması için müzakerelere başlayacağız. Bu, Türkiyenin ABye girmeye hazırlandığı bir sırada, karşılıklı yarar
Gerçi bu çatlak sesler daha çok bazı siyasi partilerden, bir kısım medyadan ve kamuoyunun hatırı sayılır bir kesiminden geliyor; ama buna karşılık hükümetler, iktidardaki liderler, en azından Türkiyeyle müzakerelerin başlaması konusunda Komisyon tavsiyesine uymaya yatkın görünüyorlar.Ne var ki, kamuoyunun baskıları ve - gene Fransada görüldüğü gibi parlamentonun da devreye girmesi - hükümetleri zorlamaya başlıyor. Bu da 17 Aralık zirvesinde, bazı liderlerin, AB Komisyonunun raporundaki kısıtlamaları veya koşulları daha da katılaştırmaya çalışması tehlikesini yaratıyor.Oysa, Ankara rapordaki bazı kısıtlamaların tamamen kaldırılması ve şartların "iyileştirilmesi" için yoğun bir kampanyaya hazırlanıyor. Örneğin müzakerelerin "ucu açık bir süreç" olmasını öngören veya dolaşım serbestisine "kalıcı" koşulunu getiren rapordaki ifadelerin değişmesi, mutlaka gerekli görülüyor.* * *BAŞBAKAN ve Dışişleri Bakanı başta olmak üzere, Türk yetkililer önümüzdeki günlerde Avrupalı liderleri bu "iyileştirmeler" konusunda ikna etmeye çalışacaklar. Bu liderlerin kaçı, iç baskılar karşısında, Türkiyenin lehinde böyle bir değişikliğe razı olacak?Asıl soru şu: Aralık zirvesinden Komisyon raporuna göre
Fransız medyasının, Türkiyenin AB üyeliği konusunu Chiracla birlikte dünyanın ta öbür ucuna taşıması, Fransızların deyişiyle "Türk meselesi"nin bugünlerde Fransanın iç - ve dış - politikasına ne kadar hakim olduğunu gösteriyor.Paris Büyükelçimiz Uluç Özülkerin dünkü bir Fransız gazetesinde çıkan söyleşisinde belirttiği gibi, Fransızlar artık Türkiyeyi konuşurken bizzat "kendi kimliklerini" tartışıyorlar...* * *CUMHURBAŞKANI Chiracın Pekinde yaptığı açıklamalar, 17 Aralık zirvesinden önce ve sonra, Fransadan ne gibi sürprizler beklenebileceği konusunda bir fikir veriyor.Fransız lider açık söylüyor: "Fransa müzakere sürecinden çekilmekte kendisini serbest sayıyor ve gerek görürse vetosunu kullanma hakkını da kendinde görüyor." Türkiye konusunda diğer pek çok Fransız politikacısından ve hatta kendi partisinden farklı (yani daha olumlu) düşündüğü bilinen Chirac dahi, böyle konuşuyor artık...Dahası var: Son günlerde Fransada, parlamentonun 17 Aralıktan önce Türk meselesini görüşmesi, üyelik sürecinin sonunda da referandumun yapılması gereği çok konuşuldu. Şimdi Chirac Pekinden meclisin konuyu tartışması, ileride referandumun düzenlenmesi konusunda yeşil ışığı yakıyor... Başbakan
Bir kere ABDde her seçim öncesinde düzenlenen bu tür tartışmalara, adaylara önceden kabul ettirilen kurallar hakim... Örneğin adaylar hep ayakta duruyorlar. Tartışmaları bir "moderatör" yönetiyor ve önceden bir heyet tarafından hazırlanan soruları o soruyor. 90 dakikalık programda yanıtlar için iki adaya, 90 saniyeden 2 dakikaya kadar değişen kısıtlı bir zaman veriliyor. Adaylar bu zamanı aşamıyor, birbirlerine soru soramıyor...Adaylar bu tür tartışmalarda kılık kıyafetlerine, konuşma tarzına, "vücut lisanı"na çok dikkat ederler. Nitekim Bush da, Kerry de günlerce yardımcılarının önünde, provalar yaptılar. Üslup olarak ikisi de birbirlerine saygılı davrandılar, hatta birbirlerine ve ailelerine iltifatlar yağdırdılar. Ancak görüşlerini ifade ederken birbirlerini suçlamaktan veya eleştirmekten çekinmediler...ABDde bu tür TV tartışmalarında adayların görüntü, üslup, ses tonu gibi özellikleri, seçmenleri çok etkiler (başka ülkelerde bunlar o kadar önemsenmez.) Bu nedenle Amerikalılar buna bir "maç" veya "şov" gözüyle bakarlar. Bir bakıma öyledir de...* * *GELELİM Bush - Kerry karşılaşmasının "içerik" yönüne.Tartışma daha çok dış politika üzerinde cereyan etti ve bunun geniş kısmını da
Ankaradaki bir Avrupalı diplomatın ifadesiyle Komisyonun kararını "başlangıcın sonu" olarak görmeli. Ondan sonraki "tamamlayıcı etap", 17 Aralıkta AB Konseyinin - yani "zirve"nin - kararı olacak.Eğer umulduğu gibi gerek Komisyonun İlerleme Raporu, gerekse Konseyin nihai kararı olumlu olacaksa, müzakere için verilecek tarihten itibaren "sonun başlangıcı" aşamasına, yani yıllarca sürecek olan esas görüşme sürecine girilecek.Şu anda bütün temenniler, 6 Ekimdeki "başlangıcın sonu"nun gerçek bir "mutlu son" olması yönündedir...***ÖYLE olacağını gösteren epey işaret var. Komisyon yetkilisi Günter Verheugenin dün tekrarladığı "artık engel yok" şeklindeki beyanı gibi. Veya dün basına sızan Komisyonun "etki raporu" gibi...Türkiyenin AB üyeliğinin olası etkilerini inceleyen rapor aslında AB liderlerine ve politikacılarına, Türkiyeye neden "evet" demeleri gerektiğini - kendi açılarından da çıkarlarını tek tek sayarak - net biçimde anlatıyor. Verdiği mesaj açık: Türkiye AB üyeliğinden kazançlı çıkacak, ama AB de bir o kadar istifade edecek.Yani Türkiyenin AB ile bütünleşmesi tam bir "win - win" durumu. Bu anlayışa yatkın olan Avrupalıların bu tavsiyeye kulak vermesi gerek. Tıpkı son