İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi de dün Ankarada bekleniyordu; ama o da Tahranda Meclisin aldığı bir karar nedeniyle, son dakikada gelişini belirlenmeyen ileri bir tarihe bıraktı...Oysa bu iki ziyaret de, Türk dış politikasının "çok boyutlu açılımları" bakımından, önemli. Ankara, bu iki komşusuyla ilişkilerini ekonomik, ticari, siyasal, stratejik, güvenlik vs. alanlarında geliştirmek çabasında... Hatta Türkiyede kimileri, Rusya ve İranı, Batıyla ilişkilerine bir nevi "alternatif" olarak görüyor. Ne var ki bu yaklaşımı, belki son olaya bir daha bakıp gözden geçirmek gerekecek...***ASLINDA iki komşu ülkenin liderlerinin Türkiyeye gelememesindeki benzerlik dikkat çekici. Ancak nedenleri farklı: Putin için engel, Beslandaki terör faciası. Hatemi için ise sebep, İran Meclisinin Türkiyeye yönelik kararı...İranın "reformcu" Cumhurbaşkanı, Ankaraya gelişinde, daha önce Başbakan Erdoğanın Tahran ziyareti sırasında ele alınan "büyük projeler"le ilgili anlaşmaya noktayı koyacak, böylece Türk - İran ilişkileri yeni bir ivme kazanacaktı. "Muhafazakarlar"ın (veya Mollaların) hakimiyetindeki Meclisin, bu anlaşmaların önceden parlamenterlerin onayını sağlaması şartını içeren kararı, bu fırsatı
Başta 6 Ekimde Komisyonun sunacağı İlerleme Raporu, ardından Avrupa Parlamentosunun değerlendirmesi ve nihayet 17 Aralıkta Konseyin (zirvenin) kararı, "cepte keklik" mi ki, ondan sonrası düşünülüyor, planlanıyor?..Evet, Başbakan Tayyip Erdoğan ve yakın çevresindekiler, sonunda olumlu bir sonuç çıkacağı konusunda epey iyimserler. Gerek Başbakan gerekse ilgili bakanlar, bu varsayımdan hareketle, zirveden sonraki süreci - yani "ertesi günü" - gündeme almış bulunuyorlar.Bu bağlamda kapsamlı bir program üzerinde çalışılıyor. Örneğin, yoğun bir eğitim kampanyası gibi. Hem devlet eliyle, hem de sivil toplum kuruluşlarının aktif katkılarıyla hayata geçirilecek olan bir kampanya...***ÜST düzey bir yetkilinin deyişiyle, üyelik müzakeresinin başlaması lehinde karar çıkartmak ne kadar önemli ise, onu izleyen süreçteki işleri başarıyla sürdürmek de o kadar önemli ve de zor... Çünkü Türkiye çevreden sağlığa, tarımdan eğitime kadar çeşitli alanlarda 32 "dosya"nın öngördüğü ölçütlere ve koşullara ayak uydurmak zorunda kalacak.Tabii bunun için uzman kadroların işbaşına getirilmesinden, gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasına kadar kapsamlı bir programın uygulanması gerek. Ama belki de ondan önce,
Evet, Komisyon Başkanı Prodi ve genişleme görevlisi Verheugen, Başbakan Erdoğanla görüşmelerinden sonra, bir nevi yeşil ışık yaktılar. Türkiye şimdi memnun ve rahat. Ama, Komisyon yetkililerinin açıklamasıyla iş tamamen düzlüğe çıkmış değil. Dünkü "Le Figaro"nun belirttiği gibi, şimdi Komisyon ile üye ülkelerin hükümetleri ve ayrıca hükümetlerle kendi kamuoyları karşı karşıya geliyorlar. Diğer bir deyişle, Komisyon hükümetleri, hükümetler de kendi kamuoylarını Türkiyeye "evet" denmesi konusunda ikna etmek durumunda ki, bu da oldukça zor bir iş...***ÜYE ülkelerin hükümetleri arasında kesin "evet" diyecek birkaç ülke var: İngiltere, Almanya, İspanya, Yunanistan bunların başında. Ancak bu kategorideki ülkelerde dahi (örneğin Almanyada) siyasi partilerden ve kamuoyundan gelen güçlü bir muhalefet var.Üye ülkelerin bir kısmı da (Fransa gibi) kendi içinde bölünmüş durumda. Cumhurbaşkanı Chirac Türkiyeye çekingen bir "evet" derken, Başbakan Raffarin tereddütler ifade ediyor, kendi partisi UMP ise bu işe soğuk baktığını gizlemiyor.AB ülkelerinde yapılan nabız yoklamaları, kamuoyunun önemli kısmının ya kararsız veya karşı olduğunu gösteriyor. Bu durumda, Komisyonun olumlu tavsiyesine
Son olarak 2 Amerikalı ile bir İngiliz mühendisin kaçırılması (ilk ikisinin de kafasının kesilmesi), bu ülkeleri ayağa kaldırdı. Dünkü İngiliz basını ve çeşitli kuruluşlar, kendi vatandaşlarının kurtarılması için Başbakan Blairi müthiş baskı altında tuttular... Benzer tepkiler 2 Fransız rehinenin serbest bırakılması için çabalayan Fransada ve 2 vatandaşını kurtarmak için başarısız girişimlerde bulunan İtalyada da görüldü.Batıda "insan hayatı"na böyle değer veriliyor.Peki, onlarınki can... Ya bizimkilerin?***BUNDAN hükümetin, Dışişlerinin Irakta kaçırılan veya saldırıya uğrayan Türklerle ilgilenmediği veya gereken girişimlerde bulunmadığı anlaşılmasın. Ankara gerçekten bu konuda yoğun çaba harcıyor. Gönül arzu eder ki, siyasi partilerden medyaya, iş çevrelerinden sosyal kuruluşlara kadar, toplumun çeşitli kesimleri de bu konuda hassasiyet göstersin, sesini duyursun...Iraktaki kaos ne yazık ki, Türkler dahil sivil yabancıları hedef alan saldırıların önlenmesine imkan vermiyor.Şiddete başvuranların bir kısmı farklı isimler altında faaliyette bulunan "direnişçiler" veya terörist gruplardır. Bir kısmı ise, bu işi para için yapan eşkıya çeteleridir.Siyasal amaçlı militanlar, şartlarını
Son iki üç gün zarfında Komisyonun tüm yetkili ağızları bu koşulu açık biçimde dillendirdi. Dün de, Komisyonun yeni Başkanı Manuel Barroso aynı görüşü tekrarladı.Bu durumda, eğer Başbakan Tayyip Erdoğanın Brükseldeki temasları sadece AB yetkililerini "ikna etme egzersizi" olarak görülüyorsa, daha "hareket noktası"nda hata yapılıyor demektir. Çünkü hiçbir açıklayıcı bilgi veya argüman, AB Komisyonunu artık resmen angaje olduğu tavrından vazgeçirecek değil.***KUŞKUSUZ, Günter Verheugen ve diğer yetkililer, Erdoğanın neden son dakikada çark ettiğine ilişkin izahatını dikkatle dinleyecek, ama karşılığını verirken de, kesin pozisyonunu tekrarlayacaktır.Bu nedenle, Başbakanın Brükseldeki temaslarında "zina krizi" sırasında Türkiyede - daha çok "iç tüketime" yönelik - söylediklerinden farklı bir üslup kullanmasında ve AB yetkilileriyle uzlaşma yollarını aramasında yarar vardır.Komisyonun 6 Ekime kadar TCKnın yasalaşması şartı üzerinde herhangi bir pazarlık yapılamayacağı apaçık. Dolayısıyla, ivedilikle TCK tasarısını yeniden ele alıp ("zinasız") Meclisten geçirmenin yolunu bulmak lazım. CHPnin, Meclisi 28 Eylülde olağanüstü toplantıya çağırması, kaybedilmek üzere olan bir şansı yeniden
Şu anda Ankarada veya Brükselde kimse buna kesin bir yanıt verecek durumda değil. Sadece resmi ağızlar, bir çıkar yol bulunacağı ümidini dile getiriyorlar...Umutlar da, Başbakan Erdoğanın bu hafta Brüksele yapacağı ziyarete bağlanmış bulunuyor. Bu da tabii, Başbakanın AB Komisyonu yetkilisi Verheugenle planlanan görüşmesinde - ayrıca Avrupa Parlamentosundaki konuşmasında - ifade edeceği görüşlere bağlı.Açıkçası Başbakanın geçen cuma günkü açıklamasına AB yetkililerinin verdiği karşılık, 6 Ekim İlerleme Raporunu tamamlamak üzere bulunan Komisyonun pozisyonunda herhangi bir değişiklik yapmayacağını yeterince ortaya koyuyor. Yani Komisyon, Türkiyenin lehinde bir tavsiyede bulunması için, Türk Ceza Kanunu reformunun yasallaşmasını - ve de bunun kapsamına zina suçunun alınmamasını - şart koşuyor.Bu durumda Erdoğan nasıl bir tavır alacak? Son açıkladığı pozisyonundan vazgeçip bu koşulu kabul mu edecek? (Zayıf bir olasılık)... Veya kendi tutumunu "sonuna kadar" aynen mi savunacak? (Bu iplerin kopması demek olur)... Yoksa iki taraf uzlaşıcı bir formül bulup krizi atlatabilecek mi? (Umarız öyle olur)...***İŞLERİN çok iyi gittiği bir sırada, TCK reformuyla ilgili çalışmaların "zina sorunu"
Kısaca anımsatalım:Birinci senaryo, Irakta önümüzdeki bir yılda, "tam yerleşmemiş bir istikrar" öngörüyor. Raporu hazırlayanların deyişiyle, bu "iyi" senaryo...İkinci senaryo, artan şiddet ve siyasi kaynaşmadan söz ediyor. Bunun merkezi hükümetin ve demokratik rejimin kurulmasına engel olabileceğini öngörüyor.Üçüncü senaryoya göre ise, Irakta güvenliğin sağlanmaması sonucunda, bir iç savaş çıkacak, çeşitli etnik ve dinsel gruplar (Sünniler, Şiiler, Kürtler) birbirine girecek. Bu, "en kötü" senaryo olarak nitelendiriliyor.* * *SÖZÜ geçen 50 sayfalık istihbarat raporunun Beyaz Saraya gönderilmesinden bu yana iki ay geçti. Doğrusu olaylar, Irakta durumun iyiye değil, daha da kötüye doğru gittiğini (yani neredeyse üçüncü senaryoya doğru kaymakta olduğunu) gösteriyor.Irakta şimdi görülen manzara, sadece çeşitli örgüt ve grupların ABD işgal güçlerine karşı saldırılardan ve Amerikalıların çok sayıda sivilin ölümüne yol açan mukabil operasyonlarından ibaret değil. Artık bu karmaşık tabloya, Iraklıların kendi aralarındaki çatışmaları da yansıyor. Örneğin Irak yöneticileri, yeni kurulmakta olan Irak güvenlik güçleri mensupları ve "işbirlikçi" olduğu söylenen Iraklılar da saldırılara hedef
Gazetenin Telaferden bildiren muhabiri Steve Fainarunun ayrıntılı olarak anlattıkları, özetle şöyle bir tablo ortaya koyuyor: Amerikan askerleri yoğun bombardıman ardından Telafere girip bölgeye hakim olunca, son zamanlarda buralarda faaliyet gösteren direnişçileri bulmak için "Kaynak" kod adını taşıyan bir ajanı kullanıyor... Telafere yakın Tolelhar köyünde Amerikalılar bazı şüphelileri sorguya çekiyor. Sonra birlik komutanı "Kaynak"tan, "terörist"leri göstermesini istiyor. O da başta "hepsi" diyor, sonra da bazılarını işaret ediyor. "Görevi"ni tamamlayınca da komutana dönüp, parasını istiyor!.. Bu arada "Post" muhabiri ajana, işaret ettiği kişilerin terörist olduğunu nasıl anladığını soruyor. Yanıt şöyle: "Burada (köyde) bir muhbirim var, o söyledi"!..* * *SON günlerde Amerikan güçlerinin Telafere karşı giriştiği (ve sonuçta pek çok Türkmen sivilin ölmesine yol açan) harekatın ışığında, bu röportajdaki ayrıntılar, ABDnin bu tür operasyonları nasıl yürüttüğü hakkında, doğrusu kaygı verici bir fikir veriyor."Kaynak" diye adlandırılan ajanın ne kadar bilgi sahibi, güvenilir biri olduğunu, ayrıca ABD makamlarının da operasyonları için böyle bir "istihbarat kaynağı"nı esas