Bu doğal bir gelişme. Şu sırada Türkiyenin gündeminde öncelikli ekonomik ve siyasal sorunların yanı sıra, ivedi dış politika konuları da var.Özellikle şu sırada üç sorun var ki, Türkiye kısa vadede karar vermek ve aynı zamanda daha uzun vadeli stratejiler belirlemek durumunda. Bunlar AB üyeliği, Kıbrıs ve Irak meseleleridir.Kasım seçimleri, bu üç konuda da belirli bir takvimin işlemeye başladığı bir sırada yapılıyor. "Zaman faktörü"nün baskısı giderek hissediliyor. Şimdiki iktidar ve genelde siyasi partiler seçim kampanyasının içinde, pozisyonlarını zaman kaybetmeden saptamak gibi zor bir durumla karşı karşıya...***BUNDAN önceki seçimlerde dış politika, partilerin programında ve kampanya sırasındaki konuşmalarda ikincil bir yer almıştır. Hatta partilerin bildirgesinde dış ilişkiler bölümünün birkaç cümle ile veya genel bazı ifadelerle geçiştirildiği çok görülmüştür.Bu kez böyle olmaması gerekiyor. İki bakımdan: Birincisi, yukarıda belirttiğimiz gibi, önümüzde net bir pozisyon alınmasını gerektiren meseleler duruyor. Bunlar mutat yuvarlak lafların yerine somut fikirlerin, hatta yeni önerilerin ve stratejilerin ortaya konmasını gerektiriyor. İkincisi ise, halk artık birtakım dış
<#comment>#comment>Bu seferki seçimlerde dış politika, bundan öncekilere oranla çok daha fazla tartışılacak gibi görünüyor.
Bu doğal bir gelişme. Şu sırada Türkiye’nin gündeminde öncelikli ekonomik ve siyasal sorunların yanı sıra, ivedi dış politika konuları da var.
Özellikle şu sırada üç sorun var ki, Türkiye kısa vadede karar vermek ve aynı zamanda daha uzun vadeli stratejiler belirlemek durumunda. Bunlar AB üyeliği, Kıbrıs ve Irak meseleleridir.
Kasım seçimleri, bu üç konuda da belirli bir takvimin işlemeye başladığı bir sırada yapılıyor. "Zaman faktörü"nün baskısı giderek hissediliyor. Şimdiki iktidar ve genelde siyasi partiler seçim kampanyasının içinde, pozisyonlarını zaman kaybetmeden saptamak gibi zor bir durumla karşı karşıya...
***
BUNDAN önceki seçimlerde dış politika, partilerin programında ve kampanya sırasındaki konuşmalarda ikincil bir yer almıştır. Hatta partilerin bildirgesinde dış ilişkiler bölümünün birkaç cümle ile veya genel bazı ifadelerle geçiştirildiği çok görülmüştür.
"Bir şey"den kasıt, eğer iki tarafın nihayet üzerinde uzlaşacağı bir "formül"ün ortaya çıkması ise, böyle bir sonuç beklemek zor doğrusu...BM yetkilileri kadar iki lider de bunun bilincinde olmalı ki, Paris randevusu öncesindeki demeçlerinde çok ihtiyatlı davranmaya, fazla umut yaratmamaya özen gösterdiler...***ÖYLE ise Kofi Annan Lefkoşada rutin toplantılar devam ederken, Denktaş ve Kleridesi neden Parise çağırmak gereğini duydu? Acaba onlara 8 aydır süren bu toplantılardaki tıkanıklığa son verecek bir "sihirli formül" veya plan mı sunacak?Hayır, iki lider de demeçlerinde Annanın kendilerine herhangi bir plan, hatta "non - paper" dedikleri yazılı olmayan bir somut öneri sunmayacağını belirttiler. Özellikle Denktaş, daha baştan Genel Sekreterin masaya herhangi bir plan veya öneri getirmesine kesinlikle karşı olduğunu söylemişti.Peki, Annan sadece Denktaş ile Kleridesi "dinlemek" için mi Parise davet etti? BMnin bir numaralı yetkilisinin muhakkak taraflara aktarmak istediği birtakım görüşleri ve tavsiyeleri vardır. Bunlar resmi bir plan veya taslak olarak sunulmasa da, bir "fikirler dizisi" olarak ortaya atılabilir.Herhalde Kofi Annanın yapacağı şey de bu. Ve gene büyük bir
Konu, 187 ülkenin temsil edildiği "Sürdürülebilir Kalkınma İçin Dünya Zirvesi"nde tartışılan, havanın ısınmasından halk sağlığına, enerji kaynaklarından fakir - zengin uçurumuna kadar küresel ekolojik, ekonomik ve sosyal sorunlardır.On gün boyunca 60 bine yakın temsilcinin katıldığı bu konferanstaki tartışmaları dünya basını çok yakından izledi. Sadece Batıda değil, Asyanın ve kara Afrikanın en ücra ülkelerinde dahi. Zirvede ele alınan sorunlar gündemin ön saflarına oturdu.Bizde ise dikkatler daha çok Sezerin Johannesburgda zirvedeki esas konuların dışındaki meseleler (AB, Kıbrıs gibi) ile ilgili yaptığı ikili temaslar ve bir de örneğin "Türk Sanat Müziğinin ünlü sesi" Yüksel Uzelin bu Güney Afrika kentinde açtığı pansiyon gibi magazin konuları üzerinde yoğunlaştı...***DÜNYA zirvesinde konuşulanlar, bizim de içinde olduğumuz bu dünyanın geleceğini, diğer bir deyişle, çocuklarımızın, torunlarımızın günlük yaşamını etkileyecek konulardır.Yeryüzü giderek insanlar tarafından yaşanması güç hale getiriliyor. Enerji kaynakları tükeniyor ve bu alanda alternatifler aranıyor. Gelişme halindeki ülkelerde fakirliğin yanı sıra, ciddi sağlık sorunları yaşanıyor. Çevrenin tahrip edilmesi,
<#comment>#comment>Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Johannesburg’daki "Dünya Zirvesi"ne katılması dahi, Türk kamuoyunun dikkatini "yaşamsal konu"ya çekmeye yetmedi.
Konu, 187 ülkenin temsil edildiği "Sürdürülebilir Kalkınma İçin Dünya Zirvesi"nde tartışılan, havanın ısınmasından halk sağlığına, enerji kaynaklarından fakir - zengin uçurumuna kadar küresel ekolojik, ekonomik ve sosyal sorunlardır.
On gün boyunca 60 bine yakın temsilcinin katıldığı bu konferanstaki tartışmaları dünya basını çok yakından izledi. Sadece Batı’da değil, Asya’nın ve kara Afrika’nın en ücra ülkelerinde dahi. Zirvede ele alınan sorunlar gündemin ön saflarına oturdu.
Bizde ise dikkatler daha çok Sezer’in Johannesburg’da zirvedeki esas konuların dışındaki meseleler (AB, Kıbrıs gibi) ile ilgili yaptığı ikili temaslar ve bir de örneğin "Türk Sanat Müziği’nin ünlü sesi" Yüksel Uzel’in bu Güney Afrika kentinde açtığı pansiyon gibi magazin konuları üzerinde yoğunlaştı...
***
DÜNYA zirvesinde konuşulanlar, bizim de içinde olduğumuz bu dünyanın geleceğini, diğer bir deyişle, çocuklarımızın, torunlarımızın günlük yaşamını etkileyecek konulardır.
AB Komisyonunun Genişleme Sorumlusu Günter Verheugenin son konuşması aslında AB çevrelerinde esen kuşku ve güvensizlik havasını yansıtıyor.Sadece Verheugen değil, diğer AB yetkilileri ve diplomatları da söz konusu tarihin verilebilmesi için, "uygulamaları" görmek istediklerini açıkça söylüyorlar.***ABnin üyeliğe talip aday ülkelerin olmazsa olmaz sayılan Kopenhag kriterlerine tam olarak uymalarını istemesi doğal. Bu yönde Türkiye, ABnin beklentilerini karşılayacak önlemleri almakta büyük gayret sarf etti ve sarf etmeye de devam ediyor.Şimdi ABnin "uygulama" konusunda gösterdiği hassasiyeti - ve de çekingenliği - Türkiyeye karşı duyulan güvensizliğin bir işareti olarak görmek lazım. Açıkçası ABnin bu konuda bazı şüpheleri var. Ne yazık ki Türkiyede gösterilen kararlılığa ve değiştirilen yasalara rağmen, pratikte bazı alanlarda eski zihniyetin ve uygulamaların devam etmesi, bu kuşkuları artırıyor. Aslında bundan Türk halkının çeşitli kesimleri de şikayetçi. Bunu basın da sık sık dile getiriyor.Kısacası Türkiyenin, ulaşmayı arzuladığı yasal ve siyasal standartlarla çelişen birtakım ters uygulamalara son vermesi aşamasına girilmiş bulunuyor. Türkiye bu konuda da - yasal düzenlemelerde
<#comment>#comment>AB yetkililerinin Türkiye’ye üyelik müzakereleri için tarih verilmesi konusunda ifade ettikleri kuşku ve tereddütlerin gerisinde yatan neden nedir? Diğer bir deyişle, AB Türkiye’ye karşı genelde neden bu kadar çekingen davranıyor?
AB Komisyonu’nun Genişleme Sorumlusu Günter Verheugen’in son konuşması aslında AB çevrelerinde esen kuşku ve güvensizlik havasını yansıtıyor.
Sadece Verheugen değil, diğer AB yetkilileri ve diplomatları da söz konusu tarihin verilebilmesi için, "uygulamaları" görmek istediklerini açıkça söylüyorlar.
***
AB’nin üyeliğe talip aday ülkelerin olmazsa olmaz sayılan Kopenhag kriterlerine tam olarak uymalarını istemesi doğal. Bu yönde Türkiye, AB’nin beklentilerini karşılayacak önlemleri almakta büyük gayret sarf etti ve sarf etmeye de devam ediyor.
Şimdi AB’nin "uygulama" konusunda gösterdiği hassasiyeti - ve de çekingenliği - Türkiye’ye karşı duyulan güvensizliğin bir işareti olarak görmek lazım. Açıkçası AB’nin bu konuda bazı şüpheleri var. Ne yazık ki Türkiye’de gösterilen kararlılığa ve değiştirilen yasalara rağmen, pratikte bazı alanlarda eski zihniyetin ve uygulamaların devam etmesi, bu kuşkuları artırıyor. Aslında
Haydi diyelim ki, Verheugenin sözleri "tarih beklemeyin" anlamında, sansasyonel şekle sokularak Türk kamuoyuna sunulmuş olsun. Fakat konuşmasının metnine bakıldığında da, ABnin Kopenhag zirvesinden Türkiye ile müzakerelerin başlama tarihinin çıkmayacağı sonucu çıkıyor. Gerçi bununla ilgili cümle "sanıyorum" diye kişisel bir değerlendirme ile bitiyor; ama bunu söyleyen kişi Verheugen gibi önemli bir yetkili olunca, elbet verdiği mesajı da ciddiye almak gerekiyor.Her ne kadar Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel, Verheugenin komisyonda görevli bir bürokrat olduğunu, esas 15 üye ülkenin siyasi iradesinin önem taşıdığını söylüyorsa da, Alman kökenli diplomatın görüş ve tavsiyelerinin nihai karar üzerindeki etkisi de yabana atılmaz. Kaldı ki, Verheugenin söylediklerini, bir süredir dönem başkanı Danimarka Dışişleri Bakanı dahil, diğer yetkililer de (belki daha üstü kapalı biçimde) belirtiyordu...* * *BÜTÜN bunlardan çıkan sonuç şu: Bizim de bu sütunda birçok kez işaret ettiğimiz gibi, Meclisin uyum yasalarını onaylaması ile ABden istenilen takvimin otomatik olarak elde edileceğini sanmak yanlış. AB en azından bu yasaların ve genelde Kopenhag kriterlerinin yaşama geçirildiğini görmek