Türk modeline rakip mi?

23 Şubat 2000


       İran'daki seçim sonucu Ankara - Tahran ilişkilerini nasıl etkileyecek?
       Reformcuların galibiyeti, ilk bakışta olumlu bir etken sayılabilir. Devrim sonrası dönemde, molla rejiminin Türkiye'ye karşı tavrı, bir hayli soğukluk ve güvensizlik yaratmıştı. Son zamanlarda Cumhurbaşkanı Hatemi'nin de gayreti ile bir düzelmeye doğru gidildi.
      Şimdi Türk - İran ilişkilerinin iyileşmesi ve gelişmesi, İran'ın bundan sonra içte ve dışta izleyeceği politikalara önemli ölçüde bağlı. Reformcular önce kendi aralarında anlaşıp köklü değişiklikler gerçekleştirebilecekler mi? Devletin kilit organlarına hakim olan muhafazakarlar buna razı olacaklar mı? İran dışa açılacak ve özellikle "devrim ihracı" politikasından vazgeçecek mi? Tahran laik ve Batı yanlısı Türkiye'ye karşı eski olumsuz tavrını değiştirecek mi?
       Türk - İran ilişkilerinin geleceğini bu soruların yanıtlarını belirleyeceğine göre, Tahran'da seçim sonucunun iyice oturmasını beklemek gerek.
       * * *
      BAŞBAKAN

Yazının Devamı

Farklı model...

22 Şubat 2000


       Sonuç, en iyimser tahmilerin de üstünde. İran seçimlerinde "reformcular" göz kamaştırıcı bir zafer kazandılar. Hem de ilk turda. Meclis'teki ezici çoğunluklarını hissetmek için ikinci turu beklemeye dahi gerek yok. "Muhafazakar" cepheden bazı önemli isimler, şimdiden silinmiş durumda...
      Böylece İran bir yol ayrımına gelmiş bulunuyor... Şimdi mesele "devrim"den "evrim"e geçiş sürecinin nasıl gelişeceğidir.
       Eğer devletin başlıca güç odaklarına hakim olan "muhafazakarlar" oy sandığından çıkan mesajı (yani değişim talebini ve beklentilerini) doğru algılar ve katı ideolojik düşüncelerinde esneklik gösterirlerse, bu geçiş yumuşak olabilir...
      Eğer bu hakim sınıf - yani mollalar - değişim yönünde Cumhurbaşkanı Hatemi'nin yanı sıra şimdi Meclis'ten gelecek olan girişimlere karşı direnirse, geçiş oldukça sarsıntılı, belki de çatışmalı olacaktır.
      Dolayısı ile seçimlerde reformcuların kazandığı olağanüstü başarıya bakıp, İran'ın hemen kabuk değiştireceği sonucunu çıkarmamak lazım.

Yazının Devamı

Ne (ne kadar) değişecek?

19 Şubat 2000


       İran'daki iki turlu seçimlerin kesin sonucunu öğrenmemiz için herhalde en az üç hafta beklememiz gerekecek. Ama gene de, önümüzdeki günlerde, trend'in hangi yönde olduğu, "reformcular"ın başarı beklentilerinin ne kadar gerçekleşeceği, aşağı yukarı belli olacak.
       Dün de belirttiğimiz gibi, "muhafazakar"ların birleşik bir cephe oluşturmasına karşılık, "reformcular" kendi aralarında bölünmüş durumdalar. Genelde "reformcular" derken, Cumhurbaşkanı Hatemi'nin taraftarları akla geliyor. Ancak onların sağında da, solunda da, çeşitli gruplar var. Ve en önemlisi, temelde rejimin savunucusu olan, ancak bazı konularda reformcuları destekleyen, pragmatik Rafsancani var...
      Dün telefonla görüştüğümüz Tahran'daki deneyimli bir yabancı gözlemcinin deyişi ile," reformcular kazandı" dendiğinde, "hangileri" sorusunu da sormak gerekecek. Üstelik, Meclis'in "profil değiştirmesi" de İran'ın rotasını değiştireceği anlamına gelmez. Devletin kilit mevkileri mollaların kontrolünde olduğu sürece, köklü bir değişim söz konusu olamaz.
      

Yazının Devamı

Devrimden evrime...

18 Şubat 2000


      İran'da bugün yapılacak olan genel seçimleri, "devrim"den "evrim"e geçiş sürecinde bir dönüm noktası olarak görmek lazım.
       Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi'nin deyişi ile "bu seçimler, Allah'ın izni ile, devrimden beri gerçekleşen en anlamlı olay" olacak.
       Bunun "anlamı" bu seçimin 21 yıl önce Ayetullah Humeyni'nin kurduğu rejimin bundan sonraki yönünü belirleyecek bir faktör olmasıdır.
      Yani bu, 290 sandalyeli Meclis'in yenileneceği "sıradan" bir seçim değildir. Seçmen "muhafazakarlar" ile "reformcular" arasındaki tercihini yaparken, rejimin - ve ülkenin - kaderini de çizmiş olacaktır...
       * * *
       KISA ve genel terimi ile "muhafazakarlar", İran'da devletin başındaki dini otoriteyi - ve otoriter siyasal gücü - temsil ediyor. "Rehberi Muazzam" sıfatını taşıyan Ayetullah Ali Hamaney ve etrafındaki mollalar, (yargıdan polise, ordudan radyo - televizyona kadar) devletin kilit organlarına hakimdir.

Yazının Devamı

Bu ne ilgisizlik...

17 Şubat 2000


      Reuters Ajansı'nın Grozni'ye bir grup yabancı gazeteci ile birlikte giren muhabiri Careth Jones, Çeçen başkentini "Dante'nin tasvir ettiği cehennem"e benzetiyor. "Buradaki yıkım her türlü tahmini aşıyor. Grozni tam bir hayalet şehir" diyor...
      "New York Times"ın muhabiri Michael Gordon "Rus askerleri Grozni'yi ele geçirmediler, adeta haritadan sildiler" diye yazıyor ve "artık Grozni sadece bir isim" diye ekliyor...       "Le Monde" muhabiri Sophie Shihab, "ayrıştırma kampları"nın birinden kurtulan bir Çeçen ile röportajında, on binlerce kişinin uğradığı işkence, tecavüz ve açlığı anlatıyor...       Evet, Batı basını bugünlerde Çeçenistan'daki büyük dram üzerine, kendi muhabirlerinin izlenimlerine ve görgü tanıklarının ifadelerine dayanarak kaleme aldıkları röportajlarla dolu...       * * *       AYLARCA süren bu facianın şok ayrıntıları böylece şimdi dünya kamuoyuna yansıtılıyor.       "Şimdiye kadar nerede idiler?" diye

Yazının Devamı

Hem varız, hem yokuz...

16 Şubat 2000


      Türkiye'nin gıpta edeceği bir olay: Aralarında yakın komşularımız Bulgaristan ve Romanya'nın da bulunduğu 6 ülke, dünden itibaren AB ile "üyelik görüşmeleri süreci"ne girdi...
       Aralık 1997'de Lüksemburg zirvesinde aday olarak kabul edilen bu 6 ülke, "ikinci genişleme dalgası"na dahil sayılıyordu. Aralarında Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya gibi daha gelişmiş ülkelerin bulunduğu "birinci dalga"daki adaylarla ise, üyelik müzakereleri 1998'de başlamıştı.
       Geçen aralıkta Helsinki zirvesinde alınan karara göre, üyelik müzakere sürecine girmeye müsait ülkeler, ister birinci, ister ikinci "dalga"ya dahil olsunlar, AB standartları ile uyum sağlama durumlarına göre, üyeliklerini gerçekleştirebilecekler. Yani bu yarışta kim hızlı gidip hedefe ulaşırsa, üyeliğe hak kazanabilecek...
       * * *
       NE yazık ki Türkiye üyelik kulvarında yarışan ülkeler arasında değil henüz. Türkiye'nin adaylığı ancak 2 ay önce gerçekleşti. Önünde daha uzun bir yol var: Önce "katılım süreci" başlayacak. Bunun

Yazının Devamı

Balkanlar'da yeni ruh...

15 Şubat 2000


       Başbakan Bülent Ecevit'in belirttiği gibi, Balkan ülkeleri 66 yıldan beri ilk kez kendi kaderlerini çizme sürecine girdiler.
       Bükreş'te 6 Balkan ülkesinin katılımı ile gerçekleşen zirve toplantısından çıkan sonuç bu.
       Bölgenin geleceği açısından önem taşıyan bu gelişme, üç belge ile tescil ediliyor.
      Birincisi uzun ismi ile medyanın dikkatini çeken "Şart"tır. "Güneydoğu Avrupa İyi Komşuluk İlişkileri, İstikrar, Güvenlik ve İşbirliği Şartı" başlıklı 9 sayfalık doküman, siyasal danışmadan ticarete, kültürel bağlardan terörizmle mücadeleye kadar çeşitli alanlarda öngörülen kolektif işbirliğinin çerçevesini ortaya koyuyor.
      İkincisi, "Şart"ın öngördüğü bu işbirliği sürecinin usul ve mekinazmasını belirleyen 3 sayfalık belgedir. Bu bir eylem planı niteliğindedir ve "Şart"a dahil ülkelerin (ki ileride bunun sayısının artacağı umuluyor) çeşitli düzeylerde düzenleyeceği periyodik toplantıların ve temasların programını içermektedir.
      Üçüncüsü ise, 6

Yazının Devamı

Davet üzerine...

12 Şubat 2000


       KKTC Başkanı Rauf Denktaş'ın şu sırada Almanya'ya yaptığı ziyaret, Türk tarafı için bir başarı sayılır. AB'nin önemli bir üyesinin Denktaş'a ev sahipliği yapması, adanın Türk kesiminin ve de yönetiminin fiilen "ayrı bir varlık olarak kabul edildiğini" gösteriyor.
       Ancak bunun önemini fazla da abartmamak lazım. Denktaş'ın Hamburg'da ağırlanması ve Dışişleri Bakanı Joscka Fischer ile görüşmesi, Almanya'nın "KKTC'yi tanıdığı" ve onunla "resmi" bir ilişki içine girdiği anlamına gelmiyor. Açıkçası Berlin olaya böyle bakmıyor ve bunun böyle yorumlanmasını da arzu etmiyor.
      Bununla beraber, Denktaş'ın Alman Dışişleri Bakanlığı'nın resmi bir mektubu ile iletilen "davet üzerine" bu ülkeyi ziyaret etmesi ve kendisine bazı önemli temaslar yapmak olanağının verilmesi, Berlin'in (ve genelde uluslararası camianın) "Kıbrıs Türk varlığı gerçeği"ne karşı yeni yaklaşımını ortaya koyuyor.
       Bu vesile ile Almanya'nın da Kıbrıs konusunda daha faal bir rol oynamak ve direkt temaslarla çözüme katkıda bulunmak istediği anlaşılıyor. Mart ayında

Yazının Devamı