Yön değişmez...

23 Ekim 1999


       Değerli yazar - akademisyen Ahmet Taner Kışlalı'nın öldürülmesi olayı Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini nasıl etkiler?
      Bu soru halen Türkiye'de kaygı ile soruluyor. Olayın Helsinki zirvesi öncesi Türkiye'nin AB adaylığını, AGİT'in İstanbul zirvesi öncesi Türkiye'nin dışardaki imajını, hatta Bakü - Ceyhan boru hattı projesini olumsuz şekilde etkileyeceği kanısı yaygın.
       Ortam çeşitli komplo teorileri üretmeye de müsait. Bu cinayet, gerçekten Türkiye'nin uzun zamandır uğrunda çaba harcadığı bazı hedeflere ulaşmak, tarihi fırsatları yakalamak üzere bulunduğu bir sırada işlendi. Toplumun çeşitli kesimleri kendi düşüncelerine uygun senaryolarla bu eylemin kimler tarafından ve ne amaçla gerçekleştirilmiş olabileceği üzerinde tahminler yürütüyorlar.
      Bu faraziyeler bir yana, gerçek şudur ki, olayın zamanlaması, rastlantı kuşkusuna pek mahal bırakmayacak kadar anlamlı. Bu da, doğal olarak, bu cinayetin arkasındakilerin Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak, terörün kol gezdiği, devletin başa çıkamadığı bir ülke imajını

Yazının Devamı

Moses'in misyonu...

22 Ekim 1999


       Başkan Clinton'ın Kıbrıs özel temsilcisi Alfred Moses, Ankara - Atina - Lefkoşa turnesine çıktığı zaman, misyonunu "facilitator" yani "kolaylaştırıcı" olarak nitelendirmişti. Moses "arabulucu" gibi terimlerin yerine bu daha mütevazı sıfatı kullanmakla, Kıbrıs görüşmelerini başlatma işinin kolaylaşacağını ümit etmişti.
      Ama öyle görünüyor ki, özel temsilcinin umutları gerçekleşmedi. Lefkoşa'nın iki kesimi arasında mekik dokuyan Moses, Denktaş ve Klerides'i bir araya getirecek bir mutabakat sağlayamadı.
       Gerçi deneyimli diplomat önümüzdeki haftalarda bölgeye tekrar dönme olasılığından söz etti, ama bunu da "iki tarafın bunda yarar görmesi" koşuluna bağladı.
       Taraflar aniden fikir değiştirip Moses'i hemen bu başarısızlığın ardından Lefkoşa'ya davet ederler mi? Çok şüpheli. Yeni bir ilerleme işareti almadan Başkan Clinton temsilcisini yeniden devreye sokar mı? O da pek muhtemel değil.       Ama gene de belli olmaz; belki önümüzdeki ay İstanbul'da yapılacak AGİT zirvesi sırasında,

Yazının Devamı

Yalnız "şu sırada" mı?..

21 Ekim 1999


       "Merve baskını" üzerine söylenenler ve yazılanlar, Türkiye'nin dolaylı olarak, AB adaylığına ne kadar önem verdiğini gösteriyor.
       Beyanların ve yazıların çoğunda kullanılan argüman şu: Merve Kavakçı'nın evine karşı düzenlenen ve hukuk devleti anlayışına ters düşen operasyon, zamanlama açısından çok talihsiz bir olay. AB'nin Türkiye'ye adaylık işaretini verdiği bir sırada ve Helsinki zirvesi öncesinde, böyle bir şey yapılır mı? Bu Türkiye'nin görüntüsünü bozmaz ve AB yetkililerinde kuşku yaratmaz mı?..
       Bir yorumcu, Merve baskınının AB'nin Türkiye için yaktığı "yeşil ışığı kararttığını" yazıyor. Bazı analistler bu hareketi "Türkiye'nin AB'ye girmesine karşı çıkanların bir tertibi" olarak görüyor.
      Bu tepkiler, politikacılardan yazarlara kadar, kamuoyunun geniş bir kesiminin, Türk demokrasisi ile AB adaylığı arasında bir bağlantı kurduğunu, yani Türkiye'de şu sırada Merve baskını gibi nahoş olayların AB ile bütünleşme çabalarını zedeleyebileceğini düşündüğünü ortaya koyuyor.
      

Yazının Devamı

İki rüya gerçek olma yolunda...

20 Ekim 1999


      Evet, Türkiye'nin iki rüyası gerçekleşmek üzere. Türkiye'yi 21'inci yüzyılda dünyanın önde gelen ülkelerinden biri haline getirecek iki rüya...
       Bunlardan biri, Türkiye'nin Avrupa ile bütünleşmesi, diğeri ise Hazar petrolünün Ceyhan'a nakli ile ilgili.
      Her iki alanda da son gelen haberler, umut verici.
       Türkiye'nin AB adaylığı, aralık ayında Helsinki zirvesinde tescil edilecek gibi görünüyor.
      Bakü - Ceyhan boru hattı üzerindeki anlaşma da gelecek ay İstanbul'daki AGİT zirvesi sırasında imzalanacak.
      Ancak iki gelişme de, rüyayı noktalamıyor. İkisi de, amaçlanan hedefin yolunu açıyor. Diğer bir deyişle düşün gerçek olması için daha çok uğraşmak gerekiyor...

Yazının Devamı

Darbe ikilemi...

19 Ekim 1999


       Soğuk Savaş döneminde Batı, askeri darbelere sahne olan ülkelere karşı katı bir tavır almaktan çekiniyor ve çoğu zaman demokrasinin askıya alınmasına göz yumuyordu. Çünkü o yıllarda Batı ile Doğu blokları arasındaki gerginlikte, değer taşıyan faktör, o ülkelerin stratejik konumu idi. Daha açık bir ifade ile Batı için önemli olan iktidardakilerin kendisine taraftar (ve anti - komünist) olması idi.
      Günümüzde bu kriterler değişmiş bulunuyor. "Yeni dünya düzeni"nde, Batı'nın rejim konusundaki bakış açısı, eskisinden çok farklı. Şimdi öncelik - ve dış ilişkilerde belirleyici faktör - demokrasidir. Çoğulcu parlamenter sistemi rafa kaldıran askeri darbelere bu nedenle iyi gözle bakılmıyor, hatta karşı cephe alınıyor ve bazen daha da ileriye gidilerek yaptırımlar uygulanıyor.
      Son zamanlarda dünyada eskisi kadar sık hükümet darbelerinin olmamasında uluslararası topluluğun bu yeni tavrının payı olduğu kuşkusuz. Askerler bir darbe düzenlemeden önce, bunun ülkenin siyasal ve ekonomik geleceğini nasıl etkileyeceğini artık çok iyi düşünmek zorundalar...
 &nb

Yazının Devamı

Kıbrıs için bir girişim daha...

16 Ekim 1999


       Başkan Clinton'ın Kıbrıs Özel Temsilcisi Alfred Moses ile ABD Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Koordinatörü Thomas Weston'ın Ankara - Atina - Lefkoşa hattındaki turu, Kıbrıs'la ilgili yeni bir girişimi daha başlatmış bulunuyor. Amaç, Kıbrıs görüşmelerini en kısa zamanda başlatmak.
      Son haftalarda aynı diplomatların ve diğer yetkililerin müzakerelere bir "start" vermek için yoğun çabalar harcadığı halde, tıkanıklığı bir türlü gideremedikleri hatırlanınca, bu yeni girişimden ne beklenebileceği sorulabilir.
       Müzakerelerin başlaması için tarafların birbirleriyle çelişen görüşleri (ki henüz değişmiş görünmüyor) ortada: Türk tarafı, "yüz yüze görüşmelerden önce, KKTC'nin varlığının "kabul" edilmesini, yani ona masada eşit bir statünün verilmesini şart koşuyor. Bu nedenle başta "dolaylı" temasların yapılmasını istiyor... Rum tarafı ise, G - 8'lerin ve BM Güvenlik Konseyi'nin kararları doğrultusunda yüz yüze görüşmelerin "önşartsız" başlaması üzerinde ısrar ediyor.       ABD'nin temelde tutumu da, Kıbrıs müzakerelerinin sözü geçen

Yazının Devamı

Adaylık sadece etiket değil...

15 Ekim 1999


       AB Komisyonu'nun Türkiye'nin adaylığı konusundaki kararı, üyeliğe giden uzun, çetin yolda atılan çok önemli bir adım, ama bunun kesinleşmesi için iki etaptan daha geçmek gerekiyor. Birincisi, Konsey diğeri de zirve. Dolayısı ile, "artık adayız" diyebilmemiz için, yaklaşık iki ay daha beklememiz (ve tabii bu arada yoğun çabalarımızı sürdürmemiz) gerekiyor.
       AB'nin yürütme organı olan Komisyon'un bu tür tavsiye kararları genellikle Konsey'de ve zirvede onaylanır. Brüksel'de ve Ankara'da yetkililer Komisyon'un olumlu raporunun da son karar mercileri tarafından benimseneceği konusunda umutlular. Yeter ki bu arad AB veya Türkiye "cephesi"nde bir "terslik" olmasın...
       Aralık ayında, AB Komisyonu'nun tavsiye ettiği şekli ile adaylığın kesinleşeceğini varsayarak, şimdiden bunun Türkiye için ne anlam taşıdığını, kararın ardından başlayacak sürecin neler içereceğini düşünmemiz gerek. Diğer bir deyişle bu adaylığın sadece içi boş bir sıfat veya bir etiket olmadığını, "adaylık müzakereleri"ne kadar olan süreçte yapılacak çok iş olduğunu da bilmemezde çok yarar var.

Yazının Devamı

Bir darbe daha... Ama neden?

14 Ekim 1999


       Ne çelişkili bir görüntü! Hindistan'da geçen haftaki demokratik seçimlerden sonra dün Başbakan Atar Bahari Vajpayi geniş tabanlı yeni hükümetin başı olarak görevine başlarken, Pakistan'da Başbakan Navaz Şerif'in sivil rejimine bir darbe ile son veren General Pervez Müşerref de yönetime el koyuyordu.
       Bu tablo yeni değil. İki komşu ülkenin bağımsızlığa kavuştuğundan bu yana, yani son yarım yüzyıl zarfında, bu benzer manzaralar defalarca görüldü.
       Pakistan'ın 52 yıllık tarihinde muhtelif aralıklarla ama sıkça gerçekleşen darbeler sonunda, 25 yıl askeri yönetim altında yaşamış olması, bir rastlantı sayılamaz.
       Ne oldu da Şerif bu kısa zamanda popülaritesini yitirdi? Nasıl oluyor da düne kadar onu tutan halk şimdi ordunun yönetimi ele geçirmesini alkışlıyor? Ve en önemlisi, Pakistan'da neden bu kadar sık darbe oluyor?
       * * *
       NAVAZ Şerif'in devrilmesine yol açan nedenler ortada:

Yazının Devamı