Dış politikada Kafkas sıkıntısı

13 Ekim 1999


       Kafkasya'daki kargaşa, Türkiye'nin dış siyasetinde halen sıkıntı yaratan sorunlar arasında yer alıyor.
      Ankara, Rusya'nın Çeçenistan ve Dağıstan ile çatışması karşısında, bir dizi faktörü dikkate alarak dengeli ve mesafeli bir politika izlemeye özen gösteriyor.
       Bu faktörleri şöyle özetleyebiliriz:
      * Türkiye ilke olarak, ülkelerin toprak bütünlüğünün korunması gerektiğini savunuyor. Bu Rusya Federasyonu için de öyledir. (Yugoslavya için de öyle olmuştur). Bu nedenle Ankara, ayrılıkçı hareketlere sıcak bakmıyor. Türkiye bu prensibin arkasında durmayı, kendi durumu nedeni ile de, zorunlu görüyor...
      * Türkiye, gene ilke olarak, şiddete ve terörizme karşıdır. Bu konudaki kararlı tavrında, bizzat karşılaştığı sorunun da önemli payı vardır. Dolayısı ile, Ankara, başka ülkelerde (buna Rusya'ya bağlı bölgeler de dahil) terör eylemlerini onaylamamak durumundadır.       * İlke yönünden önem taşıyan bu iki hususun yanı sıra, pratik yönden

Yazının Devamı

Kafkasya kargaşası

12 Ekim 1999


       Kuzey Kafkasya'daki kargaşanın iki yüzü var: Biri, Çeçenistan'la Rusya arasında giderek ciddi boyutlar alan çatışmanın bölgede yarattığı kaos. Diğeri ise, bu olaya yol açan nedenler üzerindeki kavram kargaşası...
       Ruslarla Çeçenler arasındaki kavga yeni değil. On dokuzuncu yüzyıla dayanan bu mücadelenin son raundu. 1990'ların başında Çeçenistan'ın Rusya Federasyonu'ndan ayrılmak için giriştiği savaş oluşturuyordu. Bu çatışma, çok kan döküldükten ve başkent Grozni yerle bir olduktan sonra 1996'da bir anlaşma ile sona erdi. Ruslar geri çekildi, Çeçenistan geniş bir özerkliğe kavuştu. Ama kısa bir süre sonra, Çeçenler bu statü ile yetinmeyip bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ancak bu fiili durumu kimse kabul etmedi ve Çeçenistan gene Rusya Federasyonu içinde kaldı.
       * * *
       SON haftalarda çıkan çatışma, aslında bu anlaşmazlıkla direkt ilgili değil. Bu kez Rusların havadan ve karadan Çeçenistan'a saldırmasının nedeni, Dağıstan sorunu ile ilintili. Dağıstan'daki ayaklanmada Çeçen militanlarının - özellikle Şamil

Yazının Devamı

Kapıyı zorlarken...

9 Ekim 1999


       AB adaylığının gerçekleşmesini istiyorsak, kararın verileceği Helsinki zirvesine kadar, yani şu iki ay içerisinde, yapmamız - ve de yapmamamız - gereken çok şey var.
       Yapılması gereken işlerin başında, üye ülkelerin ve AB'nin bu işte söz sahibi yetkilileri ve kararda etkili olabilecek çevreleri ile yoğun temaslar geliyor. Hükümet ve Dışişleri bu yönde sıkı bir çalışma başlattı. Bazı özel kurum ve kişiler de devreye girmiş bulunuyor. Örneğin TÜSİAD önümüzdeki hafta özellikle Kuzey Avrupa ülkelerini kapsayan bir turneye çıkıyor. İşadamı Şarık Tara kendi girişimi ile birçok Avrupalı liderlerle görüşüyor. (Geçen gün Stockholm'de İsveç Dışişleri Bakanı Anna Lindh ile bir araya geldi).
      Bu çabalara aslında siyasi partilerin ve Büyük Millet Meclisi'nin de katılması gerekir. Avrupa Parlamentosu'nda ne yazık ki parlamenterlerimiz - özellikle Strasbourg'daki son toplantı öncesinde - bir faaliyet göstermediler. Aynı şekilde partilerimiz de, Avrupa'da aynı siyasal çizgideki partilerle diyalog kurmadılar.
      Meclis'in

Yazının Devamı

AB (hala) bocalıyor...

8 Ekim 1999


       Henüz ne "yeşil ışık" yandı, ne kırmızı ışık... Kapı ne "aralandı", ne kapandı... "Oyalama" falan da yok. Bir bocalama var...       AB'den Türkiye'nin adaylığı konusunda gelen son haberler, ayrıntıları ile ve soğukkanlılıkla incelendiğinde ortaya çıkan tablo bu.       Önümüzdeki haftalarda manzara değişebilir. İyiye de gidebilir. Ama yüzeysel değerlendirmeleri yansıtan oldu ya da olmadı gibi manşetler, şu anda yanıltıcı oluyor.       * * *       DURUM şudur: AB'nin üç organından, üç farklı ses çıkıyor.       * KOMİSYON: AB'nin yürütme kolu olan bu organ, Türkiye'nin adaylığına sıcak bakıyor. "Genişleme" politikasını yürüten Guenter Verheugen'in önceki gün Türkiye'nin adaylığını destekleyen konuşması, önümüzdeki hafta Komisyon'un yayınlacağı rapor hakkında da bir fikir - ve bunun olumlu olacağı konusunda umut - veriyor.       * KONSEY: AB'nin siyasi kolu olan bu organ, çelişkili sinyaller yolluyor. Daha doğrusu Konsey

Yazının Devamı

Denktaş'tan açıklamalar...

7 Ekim 1999


       KKTC Başkanı Rauf Denktaş ile dün telefonla yaptığım söyleşi, son günlerde sık sık tekrarlanan "1974 öncesi durum", "dolaylı görüşme " ve "eşit egemenlik" gibi terimlerden Türk tarafının neyi kastettiğine açıklık getiriyor.
       Kıbrısla ilgili konuşmalarda sözcükler ilgili taraflarca farklı biçimde yorumlandığı için, halen kullanılmakta olan terimlerin içeriğini açmakta yarar vardır.
       Önümüzdeki hafta, Başkan Clinton'ın özel temsilcisi Alfred Moses'in bölgeye gelmesi ile başlayacak olan Kıbrıs'la ilgili temaslar sırasında bu kelimeleri gene bol bol duyacağız.
       Hemen belirtelim ki Denktaş, Moses'in ziyaretinden rahatsızlık duymadığını söylüyor ve şöyle diyor: "Moses gelmeseydi, üzülürdük. Kıbrıs'a ilk kez gelecek. Bu, gerçekleri görmesi için bir fırsat. Cebinde bir reçete ile geleceğini sanmıyorum. Teşhis şarttır."
       Denktaş kendi anlatacaklarının "doğru teşhis"e yardımcı olacağını umuyor...
       * * *

Yazının Devamı

Haider işi bozabilir mi?

6 Ekim 1999


      Sonuç sürpriz değil. Avusturya'daki seçimlerde, Avrupa'nın en radikal sağcı grubu sayılan Jörg Haider'in Özgürlük Partisi'nin hatırı sayılır bir güç sergileyeceği bekleniyordu. Ama bu kadar değil...       Yabancı düşmanı ve ırkçı eğilimli Özgürlük Partisi'nin yüzde 27 gibi yüksek bir oy patlaması ile ülkenin ikinci partisi konumuna gelmesi, Avusturya'da da, Avrupa'da da çoğu gözlemciyi şaşırttı ve de kaygılandırdı.       Böylece Sosyal Demokratlarla muhafazakarların 13 yıldır süregelen iktidar ortaklığının son bulması ve sonuçta Avrupa'nın en sakin ve müreffeh ülkesinin, istikrarsız bir döneme girmesi olasılığı ortaya çıkıyor.       * * *       KARİZMATİK bir kişiliğe sahip olan Haider'in Avusturya'da dört seçmenden birinin desteğini kazanmasının tek nedeni, herhalde "Avusturya Avusturyalılarındır" sloganı ile savunduğu yabancı aleyhtarı ve katı milliyetçi tutumu değildir. Gerçi bu yöndeki görüşleri pek çok Avusturyalıya cazip geliyor. Ülkenin 8 milyon nüfusunun 1 milyonunun yabancılardan

Yazının Devamı

Papandreu samimi mi?

5 Ekim 1999


       Yunan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu, söylediklerinde samimi mi?
       Papandreu son haftalarda Türk - Yunan ilişkileri ve Atina'nın Türkiye'ye karşı politikası hakkında o kadar güzel sözler söyledi ki, bu tavır değişikliğinin ne ölçüde samimi olduğunu sormak doğal.
      Papandreu'nun önceki gece Taksim Toplantısı'ndaki konuşmasını, sorulara verdiği yanıtları ve dün de İstanbul Üniversitesi'ndeki demecini dinledikten sonra, ihtiyatı elden bırakmamak kaydı ile olumlu yanıt vermek mümkün. Aslında "samimi" derken neyin kastedildiği önemli. Bakan'ın samimi bir üslup kullanması, ülkesinin ve hükümetinin Türk - Yunan sorunları üzerindeki temel görüşlerini terk etmesi anlamına gelmez.
       Papandreu "bizi ayıran meselelerde samimi konuşacağım" derken ve bunun da "karşılıklı güvenin ve dostluğun tesisi için ilk kural" olduğunu söylerken, kastettiği şey, düşüncelerini - ters bile gelse - açıkça ifade etmek, ama aynı zamanda uzlaşmayı çatışmaya gitmeden, diyalog ve dostluk yolu ile sağlamaya çalışmaktır.
    &nb

Yazının Devamı

Gezinin bilançosu

2 Ekim 1999


New York
       NEW YORK
       Başbakan Bülent Ecevit’in altı günlük ABD ziyareti 28 saatlik yoğun bir New York programı ile dün sona erdi.
       ABD’deki Musevi kuruluşlarının liderleri ve Türk derneklerinin yöneticileri ile temasları, ayrıca eski dışişleri bakanı Henry Kissenger ile samimi bir görüşmeyi kapsayan gezinin New York ayağında en büyük sürpriz kuşkusuz BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile gerçekleşen buluşma oldu.
       Sonradan programa eklenen bu randevunun, günler önce bir buluşma için karşılıklı olarak ifade edilen arzu üzerine gerçekleştiğinin açıklanması ve bunun Ecevit’in Başkan Clinton ile Kıbrıs sorununu da kapsayan görüşmesini izlemesi ayrı bir önem taşıyor.
       Görüşmeye katılan Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Genel Sekreter’in Türk tarafının Kıbrıs müzakerelerinin başlaması konusundaki “hassasiyetini daha iyi anladığıö ve bu süreci “aceleye getirmenin doğru olmadığına inandığıö izlemini taşıyor. Bununla berebar Cem, tarafların masaya oturması için bir yol bulunabileceğini

Yazının Devamı