RUSYA siyasal badireyi atlattı sayılır. Duma'nın (Meclis) muhalefeti nedeni ile Başbakan olma şansını kaybeden Viktor Çernomırdin'in "veda" konuşmasında işaret ettiği "darbe veya kanlı olaylar" tehlikesi, en azından şimdilik, geride kaldı.
Moskova'daki son 3 haftalık krizin siyasal faturasını ödeyen taraf, Duma'nın artan etkinliğine boyun eğen Cumhurbaşkanı Boris Yeltsin oldu. Diğer bir deyişle bu kavgayı Komünist Partisi'nin hakim olduğu Meclis kazandı, Anayasa'nın kendisine tanıdığı geniş yetkilere rağmen otoritesi adamakılla zayıflayan Yeltsin kaybetti...
Yevgeni Primakov işte böyle bir ortamda Başbakanlık koltuğuna oturuyor. Şimdilik Duma'nın desteğini kazanan ve komünistleri de içine alan yeni hükümetin iş başına geçmesi ile krizin hiç olmazsa siyasal yanı halledilmiş oluyor.
* * *
YA ekonomik yanı?
Çöküntünün eşiğine gelen Rus ekonomisini yeniden toparlamak - herhangi bir iktidar için - son derece güç bir iş. Primakov hükümetinin esas zorluğu da,
ÇANKAYA'da önceki gün yapılan "dış politika zirvesi"nin kabarık gündemi, Türkiye'nin halen dış ilişkilerinde ne kadar çok - ve ivedi - sorunlarla karşı karşıya bulunduğunu açıkça ortaya koydu.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, Başbakan ve dış politika ile ilgili bazı bakanları, Genelkurmay Başkanı'nı ve Dışişleri'nin üst düzey bürokratlarını böyle bir toplantıya çağırması, sayısı bir düzineyi bulan bu meseleleri topluca değerlendirmek, eşgüdüm sağlamak ve ilerisi için bazı projeksiyonlar yapmak ihtiyacını hissetmesinden kaynaklanıyor.
Katılanların fevkalade yararlı buldukları bu toplantının, bundan böyle "kurumlaşması" ve periyodik olarak tekrarlanması bekleniyor...
* * *
KIBRIS'taki gerginlik... Türk - Yunan uyuşmazlığı... AB ile ilişkiler... Afganistan'daki tırmanma... Kosova'daki dram... Rusya'daki kriz... Kuzey Irak'taki gelişmeler... İran'la ilişkilerdeki pürüzler... Ortadoğu barış sürecindeki tıkanma... Suriye ile sürtüşmeler... Kafkasya'daki durum... Petrol boru hattı projesinin
FİKİR, eski bir hayalin ürünü. Tarihte "İpek Yolu" diye geçen ikibin yıl önceki bir bağlantıyı canlandırmak. Tabii, modern çağın teknik ve teknolojik olanaklarını kullanarak...
Bu hafta Bakü'de 33 ülkenin ve 12 uluslararası kuruluşun liderlerini ve temsilcilerini bir araya getiren fikir bu.
Avrupa'nın Atlantik sahillerinden Pasifik'in Japon kıyılarına kadar çok geniş bir bölgeyi kapsayacak olan yeni İpek Yolu, Marko Polo döneminin kervan yolundan epey farklı olacak kuşkusuz.
Gülistan Sarayı'nda toplanan 700 delegenin kafasındaki düşünce Avrasya'nın bir ucundan diğerine kadar uzanacak gelişmiş bir kara, deniz ve hava yolu ile, bu ülkeleri ekonomik olarak birbirine yakınlaştırmak ve bağlamak... Bakü'de imzalanan 4 teknik anlaşmanın ve tarihi deklarasyonun özü ve hedefi bu... Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bu düşünceyi "21'inci yüzyılda ilişkileri beliryecek, küresel barışın yol haritasını oluşturacak bir proje" olarak nitelendiriyor. Ev sahipliği yapan Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, bu
BAŞBAKAN Mesut Yılmaz'ın Ürdün - İsrail - Filistin gezisinin ortaya koyduğu olgulardan biri, Ankara'nın Ortadoğu'da hassas dengeleri gözetleyen, ama aynı zamanda çıkarlarına uygun saydığı ilişkileri de geliştirmeyi amaçlayan politikasını sürdürme kararında olduğudur.
Seyahatin odak noktasını oluşturan İsrail'deki görüşmeler, iki ülke arasındaki bağların, bazı olumsuz dış etkenlere rağmen, pekişmekte ve bir "olgunluk aşaması"na girmekte olduğunu göstermiş bulunuyor.
Uzun bir soğukluk döneminden sonra, Türk - İsrail ilişkilerinin son birkaç yıl içinde bugünkü gelişmiş noktaya ulaşması, duygusallıktan değil, rasyonel çıkar hesaplarından kaynaklanıyor. Nitekim bu yönde "çok kısa zamanda, çok hızlı" mesafe katedilmesinin nedeni de budur. İlişkileri geliştirme motivasyonunun, hissi faktörlerden çok, ortak çıkarlara dayanması da, kuşkusuz daha sağlıklı bir zemin oluşturuyor. * * * BAŞBAKAN Yılmaz'ın gezisi öncesinde, İsrail Başbakanı Netanyahu'nun önce Kudüs'teki bir konferansta, ardından da Türk
SON günlerde gazete başlıklarına bakılırsa, "İran - Afgan savaşı kapıda"... "İran, Afganistan'ı işgale hazırlanıyor"... "70 bin İran askeri, saldırı için sınırda"...
Bu haberler bölgede durumun ne kadar gergin ve kritik olduğunu ortaya koyuyor.
Dahası var: Rusya ve Tacikistan da, Afgan sınırı yakınlarında ortak bir tatbikat yapıyor. Kazakistan Dışişleri Bakanı Takayev, alelacele Duşanbe'ye giderek Tacikistan Cumhurbaşkanı Rahmanov ile durumu görüşüyor. Kırgızistan hükümeti de Taliban yönetimine karşı sert bir bildiri yayınlıyor...
Bu arada Taliban lideri Molla Muhammed Ömer, Afganistan'ın saldırıya uğraması halinde "çok kan döküleceğini" söylerken, BM temsilcisi Nurullah Zadran da, "ateş topu"nun tüm bölgeyi sarabileceğini ve birçok ülkenin bu çatışmaya sürüklenebileceğini öne sürüyor...
Gerçekten durum bu kadar vahim mi? İran, Afganistan'a saldırır mı? Böyle bir saldırı gerçekleşirse, iddia edildiği gibi, bunun bir "domino etkisi" olur mu? Yani Pakistan, Taliban'ın lehinde müdahale eder, Rusya
BAŞBAKAN Mesut Yılmaz bu kez doğrusunu yaptı.
"Almanya'nın Sesi" televizyonuna verdiği demeçte, 27 Eylül'de Almanya'da yapılacak seçimlerin o ülkenin iç işi olduğunu ve Türkiye'nin Türk seçmenlerini Şansölye Helmut Kohl'e karşı yönlendirmesinin söz konusu olamayacağını söyledi.
Bu sözler, Başbakan'ın daha önce Almanya'daki Türk seçmenlerini "Lüksemburg'da yaşanan gelişmeleri dikkate alarak" oy kullanmaya çağıran demeci ile çelişiyor.
Hatırlanacağı gibi, Ağustos başlarında önce 'Milliyet'te, ardından Alman basınında yayınlanan bu demeç, Bonn'da sert tepkilere yol açmıştı. Şansölye Kohl'ün Hıristiyan Demokrat Partisi (CDU) ve kardeşi Hıristiyan Sosyal Birliği (CSU) bu çağrıyı "kaba bir müdahale" olarak nitelendirmiş, bunun iki ülkenin ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini öne sürmüştü.
Yılmaz'ın o demeci, Bonn'da muhalefet çevrelerinde de iyi karşılanmamıştı. Sosyal Demokrat Parti (SPD)'ye mensup bazı politikacılar ve genelde Alman basını Yılmaz'ın demecini Almanya'nın iç işlerine müdahale olarak
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın Kıbrıs'ta "kalıcı bir çözüm" için dün ortaya attığı konfederasyon önerisi, ilk bakışta "malum olanın ilanı" gibi görünebilir.
Umarız Kıbrıs Rum tarafı böyle yüzeysel bir değerlendirme ile yetinmez ve Denktaş'ın adanın iki kesiminin bir araya gelmesi için yarattığı bu son şansı tepmez.
Türk tarafının çözüm olarak konfederasyonu öteden beri istediği doğrudur. Hatta son yıllarda "federal çözüm" için yapılan "toplumlararası görüşmeler"de Denktaş'ın savunduğu tez, esnek bir federasyon veya daha doğrusu konfederal bir sistem öngörüyordu. Oysa Rum tarafı federasyondan çok "üniter" (yani Rum çoğunluğunun hakim olacağı) devlet sistemini kastediyordu. Klerides yönetiminin şimdiye kadar savunduğu tez hep bu oldu. AB'nin tek yanlı olarak Güney Kıbrıs'la üyelik müzakerelerini başlatma kararı (ve ardından S - 300 krizi) bu yılın başlarında Türk tarafını yeni bir pozisyon almaya sevketti. Denktaş - ve Ankara - artık "iki egemen devlet"ten söz etmeye başladı. Türk tarafı çözüm arama çabalarının
RUSYA'da iki hafta önce ekonomik krizin ilk işaretleri gelmeye başladığında, bazı Türk yetkililer - ve bazı Türk işadamları - "evvel Allah bize bir şey olmaz" edası ile, bunun Türkiye'yi pek etkilemeyeceğini öne sürüyorlardı.
Bu beyanlar bize Çernobil felaketinden sonra Karadeniz'deki çay veya fındık tüccarlarının Türk ürünlerinin bundan zarar görmeyeceği veya "Nataşa" istilası sırasında bazı Türk erkeklerinin "AIDS bize dokunmaz" şeklindeki sözlerini anımsatıyordu...
Her nedense kuzey komşumuzda olup bitenlerin Türkiye'ye hiç yansımayacağı gibi bir izlenim var bazılarımızda...
Ne kadar yanlış.
Rusya'daki ekonomik bunalımın özellikle İstanbul borsasını sarsan şok dalgaları karşısında şimdi Türk yetkililer - ve Türk işadamları - daha gerçekçi değerlendirmeler yapıyor ve bu olayın Türkiye'yi de çok olumsuz şekilde etkileyebileceğini kabul ediyor.
Tabii ki paniğe gerek yok. Tabii ki Türkiye, Rusya'nın düştüğü duruma sürüklenecek değil.
&