SUSURLUK kazası, Fadime skandalı, Sabancı suikastı derken... bir de baktık ki, Kıbrıslı Rumlar Rusya'dan - bu kez doğrudan Türkiye'yi tehdit edecek nitelikte - füzeler alıyor!..
Aslında bu füzeler, Güney Kıbrıs'ın son zamanlarda giriştiği hızlı silahlanma kampanyasının son halkası. Aynı zamanda, bölgede gerginliğin tehlikeli tırmanışının da yeni bir başlangıcı.
Durum gerçekten ciddi. Açıkçası savaş riskini taşıyacak kadar ciddi...Ne yazık ki, Türkiye'de dikkatler haftalardır "sıcak" iç olaylar üzerinde o kadar odaklanmış ki, burnumuzun dibinde "sessiz ve derinden" oluşmaya başlayan bu ciddi durum pek farkedilmedi bile.Ankara'da bu işleri her zaman yakından izleyen ilgili askeri ve diplomatik yetkililer dışında, medya başta olmak üzere, kamuoyu, şimdi yeni yeni uyanıyor. Rumların S - 300 füzelerini almalarının Kıbrıs'ı da aşan, Türkiye ile Yunanistan arasındaki askeri dengeyi etkileyen, Türkiye'ye yönelik Yunan - Rum "ortak savunma doktrini"ni hayata geçiren ve dolayısı ile sadece "yavru vatan"ın değil, "anavatan"ın da güvenliğini tehlikeye sokan bir gelişme olduğu ancak şimdi anlaşılıyor...
* * *
BU noktaya geldikten sonra, Türkiye şimdi ne yapabilir?
Ankara'da şu sırada çeşitli
1997'nin Kıbrıs'ta "barış yılı" olacağını düşünenler için, yılın ilk günlerinde olup bitenler, pek umut verici olmadı.
Kıbrıs Rum yönetiminin, Rusya'dan S - 300 tipi füzeler satın alma kararı, daha şimdiden bir gerginlik yarattı. Adada uzlaşma havası yerine, nerede ise, çatışma rüzgarları esiyor.Rumların Yunanistan'la yaptıkları ortak savunma planları çerçevesinde bir süredir silahlanmaya hız verdikleri ve özellikle Rusya'dan tank ve diğer modern silahlar satın aldıkları biliniyor. Ancak oldukça gelişmiş bir füze tipi olan S - 300'leri bu silah envanterine katma kararı, ciddi kaygılara ve sert tepkilere yol açıyor. Böylece Kıbrıs, tam yeni diplomatik girişimlerin başlayacağı bir dönemde, adeta bir barut fıçısı görünümünde, uluslararası gündeme geliyor.Nitekim dünya basını, füze anlaşmasının bölgedeki dengeleri ve huzuru "tehdit ettiğini" açıkça yazıyor...
* * *
KIBRIS Rumlarının argümanı, "Türk işgali"ne karşı kendilerini savunmak zorunda kaldıkları ve bu sofistike silahları da bu amaçla aldıklarıdır.
Rusların savı da, S - 300'lerin "savunma" silahı olduğu, kendilerinin, diğer ülkeler gibi isteyene silah satma hakkını kullandıklarıdır.
Oysa, mesele o kadar basit değildir ve Rumların
TÜRK, İran ve Pakistan liderleri önceki gün İstanbul'da Afganistan'daki savaşın nasıl durdurulacağını görüşürken, başkent Kabil'e bombaların yağması, durumun ne kadar ciddi olduğunu ve nasıl acil bir müdahale gerektirdiğini ortaya koydu.
Üç ülkenin, savaşan tarafları ateşi kesmeye ve soruna barışçı bir çözüm bulmaya çağıran ortak girişimi, silahları susturmaya yetecek mi? Şimdiye kadar BM ve diğer kuruluşların yapamadığını, bu kez "üçler" başarabilecek mi?Bu konuda iyimser olmak olanaksız; ama bu, Türk - İran - Pakistan girişiminin değerini de düşürmez.Bakarsınız, bu kez tutar!Bu inisiyatifin diğerlerinden farkı, Afganistan'daki iç savaşla direkt ilgili sayılan iki ülkenin, İran ve Pakistan'ın bir araya gelmesidir. Bu toplantıyı düzenleyen Türkiye ise, belirli bir mesafede, savaşın durdurulmasında yapıcı bir rol oynayabilecek durumda bulunan bir ülke.
Pakistan'ın halen Afganistan'ın üçte ikisine hakim olan Talaban güçlerine maddi manevi destek sağladığı biliniyor. İran'ın ise, Kabil'den kaçıp ülkenin kuzeyine sığınan Rabbani yönetiminin arkasında olduğu da bir gerçek...
* * *
İSTANBUL'daki toplantının ve yayınlanan ortak bildirinin esas önemi, Pakistan'ın ve İran'ın, Afganistan'daki
HÜKÜMETİN, daha çok Refah kanadının girişimi ile yaptığı dış politika atakları, gerçekçi ve akılcı mı, yoksa ütopik mi?Şu sırada, önümüzde iki örnek var: Biri, D - 8 diye tanımlanan Müslüman ülkeler grubunun oluşturulması. Diğeri de, İran'dan petrolün ve Türkmenistan'dan doğal gazın Türkiye'ye nakline ilişkin protokollerin imzalanması.
Başbakan ve Refah'ın sözcüleri, özellikle kendi inisiyatiflerinin damgasını taşıyan bu iki olayı da şimdiden "şahsiyetli Türk dış politikası"nın başarıları olarak gösteriyor. Buna karşılık muhalif veya bazı tarafsız çevreler, bu yeni girişimleri, hayali sayıyor ve bunun daha çok duygusal ve ideolojik nedenlerden kaynaklandığını öne sürüyor.
Kesin olan şudur: Bu hükümet, Türkiye'nin dış ilişkilerinde yeni stratejiler oluşturuyor. Bunların, geleneksel Türk dış politikasına ne kadar uygun düştüğü, değişik bir yön belirliyorsa bu yeni stratejilerin ülkeye ne kazandıracağı - veya kaybettirebileceği - objektif bir şekilde tartışılmalıdır. Yeni girişimler de, (yukarda verdiğimiz iki örnek gibi) tek tek, aynı objektif ölçülerle değerlendirilmelidir...
* * *
ERBAKAN yönetiminin inisiyatifi ile, D - 8 grubu bugün İstanbul'da Dışişleri Bakanları düzeyinde
EL Halil konusunda İsrail ile Filistin arasında prensipte varılan - ve önümüzdeki saatlerde imzalanması beklenen - anlaşma, özellikle önceki gün çılgın bir İsrail askerinin Filistinlilere gelişigüzel ateş açması olayının yarattığı gerginlikten sonra, yüreklere su serpmiş bulunuyor.
Bu mutabakat, birkaç aydır adeta ölüm döşeğinde bulunan Ortadoğu barış sürecinin yeniden hayata dönebileceği umudunu veriyor."El Halil sorunu" haftalardanberi İsrail - Filistin barış sürecinde en önemli engel olarak duruyordu. Mesele sadece 100 bin Filistinlinin - ve sadece 400 İsrailli yerleşimcinin - yaşadığı bu tarihi kentin geleceğinden ibaret değildir. El Halil'in siyasal statüsü konusundaki uyuşmazlık temelde 1993'te Oslo'da varılan anlaşmanın, diğer bir deyişle "Oslo ruhu"nun devam edip etmeyeceğini belirleyen bir kıstas olmuştu. Daha açık bir ifade ile, esas konu şu idi: Netanyahu yönetimi, Oslo'da temeli atılan barış sürecine - anlaşmada öngörülen yükümlülükleri yerine getirerek - bağlı kalmak istiyor mu, istemiyor mu? El Halil, İsrail Başbakanı'nın niyetlerini ortaya koyacak bir sınavdı...
Netanyahu'nun başta El Halil konusunda aldığı katı tavır, Oslo sürecine hiç de sıcak bakmadığı ve seçim
BELKİ bizden çok uzakta cereyan ettiği için, belki de telaşlı yılbaşı dönemine rastladığı için, 1996'nın son günlerinde gerçekleşen anlamlı bir olay dikkatleri pek çekmedi.
Olay, Guatemala'da tam 36 yıl süregelen terörün - veya iç savaşın - taraflar arasında varılan anlaşma ile sona ermesidir.
Taraflardan biri, ta 1960'ta kanlı eylemleri başlatan Marksist - Leninist "Guatemala Ulusal Devrimci Birlik" (URNG) örgütü. Aslında ikibin kadar "gerilla", ülkenin dağlık ve ormanlık bölgelerini üs olarak kullanarak ve 45 bin kişilik orduya meydan okuyarak, Guatemala'nın bozuk düzenini düzeltme gerekçesi ile, eylemlerini yıllar boyunca sürdürmüştür.
Bu savaşın durmasını sağlayan anlaşmada öteki taraf ise, Guatemala'da geçen yılın başlarında iktidara gelen Başkan Alvaro Arzu'nun demokratik yönetimidir. Halktan gelen bir politikacı olarak, 51 yaşındaki Arzu'nun en büyük arzusu, bir yandan bazı köklü reformlar yaparken diğer yandan da bu amansız ve pis savaşa son vermekti. Devlet Başkanı, bu amaçla, BM başta olmak üzere çeşitli kurum ve kişilerin de arabuluculuğu ile, URNG ile bir diyalog kurup "sürekli barış" müzakerelerini yürütmüştür.
Aylarca süren yoğun çabalardan sonra, bu 10 milyon nüfuslu
GEÇEN yılın son gününde dış politika bilançosunu çıkarırken 1995'i, bazı sıkıntılara rağmen, "başarılı bir yıl" olarak nitelendirmiştik. Kredi hanesindeki olumlu gelişmeler arasında, Gümrük Birliği'nin gerçekleşmesini, Hazar petrolünün Türkiye'den dünya piyasasına aktarılmasına ilişkin anlaşmanın imzalanmasını, Türk diplomasisinin Balkanlar'da ve Kafkasya'da aktif bir rol oynamasını saymıştık.
1996'nın son gününde sunacağımız bilanço, ne yazık ki, hiç de iyi değil. 1996'yı olsa olsa "çok sorunlu bir yıl" olarak tanımlayabiliriz.Gerçekten 1996, dış politikada Cumhuriyet tarihinin en problemli ve sıkıntılı yılı oldu. Bu, kısmen bizim dışımızdaki nedenlerin, kısmen de ülkenin iç siyasal ve ekonomik sorunlarının bir sonucu.Türk diplomasisi hemen hemen tüm komşuları ile, ayrıca yakın veya uzak dostları ile, uyuşmazlık ve sürtüşme durumuna düştü. Bu mücadele sürecinde zaman zaman bazı başarılar elde etmedi değil. Ama bazı raund'larda gösterilen iyi performans, sonucu değiştirmedi. Sonuç da, sorunların ve sıkıntıların yılın sonuna kadar devamı şeklinde kendini gösterdi...
* * *
1996'nın dış politika olaylarının dökümünü özetleyelim.
* Gümrük Birliği, bir yıl önce varılan anlaşma uyarınca,
YILIN son günlerinde geleneksel olarak yaptığımız dünya olaylarının genel değerlendirmesi için vakit geldi, çattı.
"Playback"e geçince, insanın "biz bu filmi daha önce gördük" diyeceği geliyor!Siyasal kavgaları, kanlı çatışmaları, şiddeti, insanlık faciaları ile, 1996'nın daha önceki yıllardan farkı ne? Belki sadece ölçüsü veya boyutları...Hiç mi olumlu bir şey olmadı bu yıl? Oldu tabii. Hiç olmazsa bazı savaşlar durdu, barış olmasa bile ateşkes'ler gerçekleşti...Dünya barışı bakımından 1995, tarihe galiba 1996'dan daha şanslı bir yıl olarak geçecek. 1995'te, Bosna'da, Ortadoğu'da ve Kuzey İrlanda'da barış anlaşmaları yapıldı. Bu, son yılların büyük rekoru idi.
1996'da önemli olan, bu barışın sürdürülmesi, daha doğrusu imzalanan anlaşmaların hayata geçirilmesi idi. Bu oldu mu? Pek değil...* * ** BOSNA'da Dayton Anlaşması ile silahlar sustu. Yani 1996'da kanlı olaylar olmadı. Ama anlaşmanın öngördüğü çözüm ve huzur da tam gelmedi. Yıl boyunca savaş suçluları serbest dolaştı. Etnik temizlikten kaçan milyonlarca insan evlerine dönemedi. Aynı ülkenin insanları arasında iç savaşın neden olduğu kin ve nefret - ve de güvensizlik - giderilemedi, 1996, kısa zamanda gerçekleşmesi imkansız