IRAK Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz'in Yalçın Doğan'a demecinde ABD ile ilişkiler konusunda söyledikleri önemlidir.
Aziz, Saddam Hüseyin'i kastederek, "başkanlığın" ABD ile "yeni bir diyalog" kurmayı arzuladığı mesajını vermiştir. Irak yönetiminin iki numaralı adamı, ABD adım atarsa, Irak'ın da karşılık vereceğini ve böylece "ilişkilerde yeni bir sayfanın açılabileceğini" belirtmiştir.
Bu sözler ciddi bir niyetin ifadesi mi? Yoksa bunlar boş laf mı?Tarık Aziz'in çağrı niteliğindeki bu mesajını değerlendirmek, Washington'a düşer. Clinton yönetimi - Bağdad ile direkt ilişkisi bulunmadığı için - bu sondajları dolaylı biçimde, örneğin Türkiye gibi "kanallar" kullanarak yapabilir.ABD, Irak yönetiminin arzuladığı diyaloga razı olur mu?
İlk bakışta, resmi politikası hala Saddam'ı saf dışı etmek olan ABD'nin Bağdad ile en ufak bir temas kurmak istemediği söylenebilir. Ama, uluslararası ilişkilerde, bazen olmayacak gibi görünen olasılıklar, pekala - zaman içinde - gerçekleşebiliyor. Değişen şartlar, diplomasiye ufak bazı adımlar atma imkanını veriyor.
Henüz bu noktaya gelinmemekle beraber, Washington ile Bağdad arasında "buzların erimesi" yönünde bazı belirtiler görülüyor...* * *WASHINGTON'da
PERU'da "Tupac Amaru" gerillalarının Japon Büyükelçiliği'ne karşı giriştiği saldırı, terörizme karşı nasıl bir tavır alınması gerektiği konusunu yeniden gündeme getirdi.
Bu olayda, bir kez daha görüldü ki, uluslararası toplantılarda ortak bir politika izlemek için harcanan çabalara, hatta bir konsensüse varıldığı izlenimini veren resmi beyanlara rağmen, böyle bir görüş birliği - ve hele bir kararlılık - yok.Uluslararası camia için en kolay iş, terörizmi kınamaktır. Ne var ki, terörizmin kendisini değil, başkasını zarara uğrattığı hallerde her ülke, kendi çıkarlarına göre hareket etmeyi yeğliyor.Lima'daki olay, bunun son örneğidir.Öteden beri terör sorunu ile karşılaşan Peru yönetimi, Japon Elçiliği'ni basan teröristlerin şartlarını reddetmiş ve kararlı bir tavır sergilemiştir. Terörizmle ilgili toplantılarda savunulan ilke de budur.Ancak, terörle Peru gibi fazla haşır neşir olmamış olan Japonya için, öncelikli konu kendi insanlarının hayatıdır. Bu nedenle Tokyo, Japon kökenli Peru Cumhurbaşkanı üzerinde esnek davranması için ağır baskı yaptı. Yani Japonların verdiği mesaj şu: "Prensipleri bırak, insanlarımızı kurtarmaya bak!.."ABD, İngiltere ve terörizm konusunda duyarlı birçok
İRAN Cumhurbaşkanı Rafsancani'nin kızı Faize'nin Türkiye'nin bugünkü durumunu İran'da Şah'ın son dönemine benzetmesi, ülke çapında haklı tepkilere yol açtı. Genç hanım yaptığı gafın farkına varmış olacak ki, mazeret olarak kendisinin o dönemde çocuk olduğunu ve İran'daki olayları pek iyi hatırlayamadığını söylemek zorunda kaldı.
Gerçekten Şah'ın son döneminde İran'da neler oluyordu? O olaylarla Türkiye'nin bugünkü durumu arasında bir benzerlik var mı?"Şah'ın son dönemi"nde sıkça Tahran'a gidip gelişmeleri yerinde izleyen bir gazeteci olarak, burada kısaca İran'ın o günkü halini anlatayım.
* * *
ŞAH 1970'lerden itibaren "Ak Devrim" adı altında bir reform programı uygulamış, ancak bu politika ülkede zengin - fakir uçurumunu derinleştirmiş, sosyal çalkantılara yol açmıştı. Şah'ın otoriter rejimi ve gizli polis "Savak"ın baskıları, bir yandan komünist "Tudeh"in, diğer yandan köktendinci hareketin "sessiz ve derinden" giderek halk yığınlarının harekete geçmesine yol açmıştı.
Şah, 1978'de kısa bir demokrasi denemesi yapmış, ancak uğradığı sert eleştirileri hazmedemediği ve tahtını tehlikede gördüğü için, sıkıyönetim ilan etmişti. O yılın Eylül ayından itibaren, gerek sağın gerekse solun
DÜNKÜ "Milliyet"in manşeti, Türkiye'nin askeri stratejisindeki önemli bir gelişmeye ışık tuttu: Türkiye Çin'le füze yapımı konusunda anlaştı...
İlk bakışta bu "damdan düşen" bir haber gibi gelebilir. Gerçekte ise bu, Türkiye'nin, kendi iç ve dış güvenliği açısından büyük ihtiyaç duyduğu silahların temini için yeni arayışlar içinde olduğunu, bu yönde de yeni adımlar attığını gösteriyor.Türkiye Soğuk Savaş döneminde dış politikası kadar savunma sistemini de NATO'ya (ve özellikle ABD'ye) bağlamıştı. Bu çerçevede Türkiye silahlarını tek kaynaktan sağlıyordu... Arada şartlar değişti: Türkiye PKK ile savaşmak zorunda kaldı, Batı'daki ve Güneydoğu'daki komşuları ile de ciddi güvenlik sorunlarıyla karşılaştı. Bu sırada Türkiye askeri gereksinimlerini ABD'den sağlamakta - siyasal nedenlerden - zorluk çekmeye başladı...
İşte bütün bu faktörler, Türkiye'yi silah alımı ve ortak yapımı alanında başka kaynaklara yöneltiyor. Bugün Türkiye - Rusya dahil - birçok ülkelerden modern silahlar alıyor, - İsrail dahil - birçok ülkelerle savunma teknolojisinde işbirliği yapıyor.* * *ÇİN, askeri alanda dünyanın iddialı ülkeleri arasındadır. Komşularımızın bir kısmı zaten Çin'den füze ve benzeri modern
TÜRK dış politikası ile ilgili son olaylar, Ankara'nın ne tarafa yönelmekte olduğu sorusunu yeniden gündeme getiriyor.
Bu olaylar zincirinin son halkasını da, İran Cumhurbaşkanı Rafsancani'nin Türkiye ziyareti oluşturuyor.
Bu geziye Batı'da özellikle son günlerde, Ankara'da yapılan bazı konuşmaların ışığı altında, kaygı ile bakanlar var. Hatta, bazı büyük yabancı gazetelere de yansıdığı gibi "Türkiye kamp mı değiştirmek istiyor?" veya "Ankara tercihlerini değiştirip Batı'dan uzaklaşıyor mu?" gibi sorular soruluyor, Rafsancani'nin ziyareti vesilesi ile söylenenler, bir "yön değişikliği"nin sinyalleri olarak algılanıyor.
Bunlar - bu aşamada - yanlış veya abartmalı değerlendirmeler sayılabilir. Ancak, kabul etmeli ki, Ankara'dan verilen mesajlar, zaman zaman birbirleriyle çelişiyor. Bırakın yabancıları, bu işleri yakından izleyen Türk analistlerin (hatta bir kısım Türk diplomatların) zihni de adamakıllı karışıyor.Bu iki başlılık böyle devam ederse, kafalar daha çok karışır!..* * *DÜN de belirttiğimiz gibi, Türkiye'nin İran'la ilişkilerini düzeltmeye çalışması doğal ve gerekli. Buna karşı kimsenin bir şey demeye hakkı yok. Rafsancani'nin Türkiye gezisini de bu çerçevede görmek
İRAN Cumhurbaşkanı Rafsancani'nin kalabalık bir heyetle bugün başlayacağı Türkiye ziyareti, Türk - İran ilişkilerinde yeni bir yakınlaşma döneminin işaretini veriyor.
Bu gezi, iki komşu ülke arasında bir ara esen gerginlik rüzgarlarının dinmeye ve nisbi bir yumuşamanın hissedilmeye başladığı bir zamanda gerçekleşiyor.Türk - İran ilişkileri uzunca bir süre, Tahran'ın bir yandan Türkiye'de bazı terör eylemlerinin sorumlusu olan militan örgütleri desteklemesi, diğer yandan da sınır bölgesinde PKK'nın faaliyetine göz yumması nedeni ile, soğuk, hatta zaman zaman gergin bir seyir izlemiştir. Bu yılın başlarında, Türkiye'de İran'ın terör olayları ile ilintisi hakkında açıklamaların yapılması, bunun ardından karşılıklı olarak diplomatların hudut dışı edilmesi, ilişkileri büsbütün gölgelemiştir. Ancak İran, Türkiye ile bozuşmanın (Özellikle Batı'nın kendisini izole etmeye çalıştığı bir ortamda) hiçbir yarar sağlamayacağını sezdiği gibi, Erbakan'ın iktidara gelmesini de daha sıkı bağların kurulması için bir fırsat olarak görmüştür. Son birkaç ayda, ilişkilerin normalleşmesi ve özellikle güvenlik konusunda, eski anlaşmazlıklara son verilmesi için bazı adımlar atılmıştır. Erbakan'ın geçen
İNGİLTERE'nin, ABD'nin teşviki ile, Kıbrıs konusunda bir süreden beri bir "hazırlık çalışması" içinde olduğu biliniyordu. Bu girişimin amacı, 1997'nin Kıbrıs'ta "çözüm yılı" olmasını sağlamak olacaktı.
Bu girişim çerçevesinde İngiltere Dışişleri Bakanı Malcolm Rifkind, bu hafta ilk önemli adımı atmış bulunuyor.Rifkind, önce Klerides, sonra da Denktaş ile yaptığı görüşmelerde 10 maddede topladığı "görüşlerini" etraflıca ortaya koydu. Ardından Lefkoşa'da, Yeşil Hat üzerindeki Ledra Palas'ta düzenlediği basın toplantısında, bu 10 noktayı özetle içeren bir açıklamayı gazetecilere dağıttı.
Diplomatlar bu kağıdı "plan" veya "öneri paketi" gibi sıfatlarla tanımlamaktan çekiniyorlar ve bunun kesinleşmiş bir belge olmadığını, sadece bazı "fikirler ve telkinler" içerdiğini vurguluyorlar.Rifkind'in sunduğu "fikirler"in yanı sıra, bunun bir İngiliz Dışişleri Bakanı'nın Kıbrıs'a 33 yıldan beri yaptığı ilk resmi ziyaret olması ve de bu gezinin Türk kesimini de kapsaması önemli bir gelişmedir.Rum tarafının başta Rifkind'in Yeşil Hat'tan KKTC'ye geçişine karşı tepki göstermesine rağmen, programın Londra'da tasarlandığı biçimde uygulanması, Türk tarafını sevindirmiştir.
Rifkind ile görüşmenin başında
AVRUPA Birliği'nin Dublin Zirvesi sırasında Türkiye ile AB yetkilileri arasında yapılan görüşmeler, bir "sağırlar diyalogu"ndan ibaret mi oldu?
İlk bakışta öyle. Türk tarafı - belki değişik bir üslup ve ses tonu ile - bilinen şikayet ve taleplerini dile getirdi. AB tarafı da, - eski yaklaşımı ile - bilinen gerekçe ve mazeretlerini tekrarladı...
"Onbeşler"in bildirisinde olduğu gibi, zirve sonrası Türkiye için düzenlenen yemekli toplantıda da açıklanan görüşler, tarafların bildiğini okuduğu izlenimini veriyor.
Bildiri, AB'nin henüz - veya hala - Türkiye'yi "seçilebilir adaylar" kategorisine dahil etmediğini ve eski gerekçeleri "engel" olarak saydığını ortaya koydu. Avrupalı liderler "daha yakın işbirliği" kurulabilmesi için, Türkiye'nin insan hakları standartlarını yükseltmesini, Kıbrıs konusunda BM Güvenlik Konseyi'nin kararlarına uymasını, Ege sorunları konusunda da Yunan yanlısı 15 Temmuz Deklarasyonu'nun icaplarını yerine getirmesini istediler.
Dışişleri Bakanı Çiller'in Fransa, İtalya ve İspanya başbakanları ile ikili temaslarına ve Erbakan'ın katılmaması nedeni ile daha alt düzeye düşürülen yemekli toplantıda yapılan konuşmalara gelince: Bu görüşmelerle ilgili resmi açıklamalar