Üstelik bunlar Amerika veya Avrupa eksenli de değil. Ancak öyle görünüyor ki, istediği kadar "Bölgesel gücüm" desin, Türkiye gene dışarıda kalacak. Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin İranlı muadili Mahmud Ahmedinecad'ın daveti üzerine bu hafta sonu Tahran'a yapacağı ve "tarihi" diye nitelenen ziyaretten söz ediyorum. Haberlere göre Ahmedinecad Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ı da davet etmiş. Esad'ın bu daveti kabul edip etmeyeceği henüz belli değil. Fakat Talabani'ye yakın kaynaklar Esad'ın Tahran'a gitmesinin "hemen hemen kesin olduğunu" duyuruyorlar. Irak'ta artan kaosu sona erdirme çabaları açısından önemli bölgesel gelişmeler yaşanıyor. Nitekim Suriye, daha birkaç gün önce, Irak'la diplomatik ilişki kurdu. Bu nedenle Şam'ın, ABD'nin bulunmayacağı ve Irak'ta istikrarın ele alınacağı Tahran'daki bu buluşmaya katılmak istemesi mantıklıdır. Her halükârda, Talabani'nin sözcüsü Kamran Karadaghi, Beşar Esad'ın da Talabani'yi Şam'a davet ettiğini açıkladı. Karadaghi'ye göre bu ziyaret Irak Cumhurbaşkanı'nın Tahran ziyaretinden sonra gerçekleşecek. Suriye-Irak ilişkisi Ancak bu hafta sonu, Tahran'daki üçlü buluşma gerçekleşirse İran, Irak konusunun ele alındığı, ancak
Son haberlere bakılacak olursa, bu durumun Batı'da yol açtığı olumsuz yorumlar Erdoğan'ı, gecikmeli olarak da olsa, Papa ile bir randevu arayışına sokmuş bulunuyor. Ancak, bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli değil. Söz konusu ziyaretin devlet katında da sıkıntılara neden olduğu görülüyor. Bunun da başlıca nedeni Papa'nın Patrik Bartholomeos ile yapacağı görüşme. Devletin elinde olsa, bu görüşmeyi tümüyle engelleyecek. Ancak bunu yapma gücü yok. Papa 16. Benedictus'un Türkiye ziyaretinin sıkıntılı geçeceği anlaşılıyor. Hükümetin de bu ziyaretten dolayı huzursuz günler geçirdiği görülüyor. Bunun temelinde, AKP tabanında bu ziyaretten dolayı duyulan hoşnutsuzluğun yattığı belirtiliyor. Erdoğan'ın Papa ile buluşmaktan kaçınması da buna bağlanıyor. Nedeni de malum. Dünyanın dikkati bu ziyaret üzerinde olacak. Ankara, bu tür bir engellemenin getireceği uluslararası itibar kaybının, Papa-Bartholomeos görüşmesinin sakıncalarından daha vahim olacağını biliyor.Peki, Türkiye'nin istemediği bu ziyaret niçin gerçekleşiyor o zaman? Bu noktada bu ziyaretin şifrelerini açıklamakta yarar var.Önce şunu hatırlayalım. Papa, Patrik Bartholomeos'un daveti üzerine Ortodoksların en kutsal
KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat: KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat sıkıntılı günler geçiriyor. Türk-AB ilişkilerinin Kıbrıslı Türklerin üzerindeki izolasyonların kaldırılmasıyla irtibatlandırılmasına karşı çıkan Talat, Finlandiya'nın son önerilerinin başarılı olma şansını da az görüyor. Bizi KKTC'deki makamında kabul eden Talat, güncel ve Kıbrıs sorununun yakın geçmişine ilişkin sorularımızı yanıtladı. Buradaki büyükelçileri yeni bir önerileri olmadığını söyledi. Yani eski öneri görüşülmeye devam edecek. Biz de bunun başarı şansı olmadığını söylüyoruz. Çünkü öneri, Kıbrıslı Türklerin izolasyonu ile Türkiye'nin AB sürecini ilişkilendiriyor. Bu, mantıksız ve kabul edilemeyecek bir şeydir. Kıbrıs Türklerinin izolasyonunun kaldırılması bir gerekliliktir ve AB Konseyi bu konuda karar alarak Komisyon'a görev verdi. Ama buna rağmen olmadı. Önerileri tutmayan Finlandiya'nın yeni önerilerle gelebileceği belirtiliyor. Size intikal eden bir şey var mı? Mesela, Kıbrıslı Türklerin üzerindeki izolasyonun kalkması için Maraş niye BM'ye verilecekmiş? Doğrudan ticaretle bunun ne alakası var? İstenen, Rumları mutlu etmekmiş. Ama Rumların mutlu edilmeye hakkı yok ki! Türkiye, Kıbrıslı
Gerçi ölümü dünya haberlerinde yer aldı. Ancak cenazesine yabancı katılımın yok denecek kadar az olması, katılanların ise alt düzeyden kişiler olmaları, Ecevit'in dünya kamuoyu açısından "iz bırakanlar" sınıfında görülmediği gerçeğine işaret ediyor.Ankara'daki yabancı diplomatlar, cenazedeki alt düzeyli katılım için kusuru Dışişleri Bakanlığı'na yükleme eğilimindeler. "Bize ne bildirildiyse ona göre hareket ettik" diyorlar. Ancak, dünya siyasetinde iz bırakmış bir kişinin cenazesine katılmak için illa da davet gerektiğine dair bir kural yok. Bülent Ecevit'in on binlerce vatandaşı sokağa döken hüzünlü cenazesinin hazin yanlarından biri de son yolculuğunda dünyanın kendisine gösterdiği ilgisizlikti. Cumhurbaşkanı Özal'ın cenazesini hatırlarım. O sırada İrlanda'nın Ankara'da bir büyükelçiliği dahi yok iken, dönemin İrlanda Cumhurbaşkanı Mary Robinson, beklenmedik bir şekilde bu cenazeye katılmış ve kortejin hemen arkasında yürümüştü. Yıllar sonra BM'nin İnsan Haklarından Sorumlu Komiseri sıfatıyla Türkiye'ye geldiğinde kendisine, "Özal'ın cenazesine katılan tek Avrupalı cumhurbaşkanı sizdiniz. Katılmaya niçin karar verdiniz?" diye sormuştum. Yanıtını hiç unutmam: "Biz İrlandalılar
Konunun uzmanlarından Cengiz Çandar'ın Bugün gazetesindeki sütununda belirttiği gibi, Scowcroft bu mülakatında, Kongre seçimleri sonrasında Washington'da beklenen değişiklikler hakkında önemli "tüyolar" da verdi. Gerçi mülakatımız seçimlerden bir gün önce yapıldı. Ancak, ABD siyasetinin nabzını en iyi tutanlardan biri olan Scowcroft "duvardaki yazıyı" okuyabiliyordu. Haklı da çıktı. Sonunda Kongre Demokratlara geçti ve Washington siyaseti karıştı. Bu hezimetin ilk kurbanı da, "kibir" ve "sevimsizliği" temsil eden ayrıca Irak fiyaskosunun başmimarlarından sayılan ve Cumhuriyetçilerin uzun süredir kellesini istedikleri Savunma Bakanı Donald Rumsfeld oldu.Çandar'ın da işaret ettiği gibi, Bush'un Rumsfeld'in yerine getirdiği Robert Gates, "Baba Bush"un CIA başkanıydı. Ayrıca o sırada Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Scowcroft'un da yakın çevresindendir. Gelen mesajlardan ve yazılanlardan, aralarında "Baba Bush"un da bulunduğu üç ABD başkanına "Ulusal Güvenlik Danışmanlığı" yapmış olan Brent Scowcroft'la geçen hafta gerçekleştirdiğim mülakatın bir hayli ilgi çektiğini görüyorum. Bunu da hesaba katarak, Washington'daki yeni dönem hakkında Scowcroft'ın mülakatı sırasında verdiği ve
Özetle, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün ifadesiyle, bu rapor Türkiye'nin bir fotoğrafını sunuyor bize. Sunulan görüntü kuşkusuz herkesi memnun etmiş değil. Ancak, samimi bir şekilde baktığımızda, görüntünün hayali olmadığını görürüz. Kaldı ki, AB ile ilgili yetkililerimiz dahi, AB perspektifi çerçevesinde Türkiye'nin yapması gereken çok şey olduğunu teslim ediyorlar. Avrupa Komisyonu'nun Türkiye hakkında yayımladığı "İlerleme Raporu"nda bir sürpriz yok. Raporun 301'inci madde veya askerin siyasete karışması gibi konularda içerdiği sert eleştirilerin geleceği önceden biliniyordu. Bu arada, raporun Türkiye hakkındaki olumlu mesajlarını da göz ardı etmemek gerek. Raporun yayımlanmasından önce en çok merak edilen konu, Komisyon'un Kıbrıs yüzünden Türkiye ile üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını önerip önermeyeceği konusuydu. Fakat bu konuda da beklenen oldu. Kendi içinde bu konuda bölünmüş olması, ayrıca Türkiye ile ilişkileri koparmanın sorumluluğunu taşıyamaması nedeniyle Komisyon konuyu siyasi kararların alındığı AB Konseyi'ne havale etti.Bunun anlamı da şu: AB liderlerinden oluşan Konsey'in aralık ortasındaki toplantısında Türkiye ile ilgili olarak bir siyasi karar alması
İşgal edilmesini zamanında hararetle savunduğu Irak'taki "fesatın boyutunu azımsadığını" itiraf eden Perle, şimdi olsaydı bu işgali savunup savunmayacağına ilişkin soruyu şöyle yanıtlamış:"Eğer kâhin olsam ve bugün içinde bulunduğumuz durumu kestirebilseydim, sanırım 'Irak'a girelim mi?' sorusuna 'Hayır, Saddam'ın kitle imha silahlarıyla ilgili olarak başka stratejiler bulalım' derdim. Bu sorunu askeri yollardan başka yöntemlerle çözebilir miydik, belki çözebilirdik." Bu inanılmaz pozisyon değişikliği herhangi birisinden gelmiyor. ABD'nin devasa askeri mekanizmasının Irak'a karşı harekete geçirilmesinde önemli katkısı olan birinden geliyor.Üstelik, Perle bununla da kalmıyor. "Eski patronu" Başkan Bush'u da Irak'taki siyasi ve askeri fiyaskodan sorumlu tutuyor. Düne kadar Amerikalı "neocon"ların" en muhafazakâr ve sert isimlerinden olan, Pentagon'un Irak işgali sırasındaki başdanışmanı, "Karanlıklar Prensi" lakaplı Richard Perle, "Vanity Fair" dergisine müthiş açıklamalarda bulunmuş. Bush'un bu "fiyasko"ya kendisi gibi kilit konumdaki danışmanlar tarafından sürüklendiğine ise, haliyle, değinmiyor. Hatırlatıldığında da, "Bizim söylediğimiz yoldan gidilmedi" argümanına sığınıyor.
AB Dönem Başkanı Finlandiya, Helsinki'de bu hafta sonu yapılmasını istediği Kıbrıs zirvesinin iptal edildiğini duyurdu. Finli yetkililer, "toplantının 'formatı' konusundaki görüş ayrılıklarını" buna gerekçe gösteriyorlar.Özetle, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ı toplantıda kendisiyle "eşit statüde" görmek istemeyen Rum lideri Papadopulos, muhatabının Türkiye olduğunu iddia ederek Helsinki'ye gitmeyi reddetti. Avrupa Birliği'nin Kıbrıs sorununa girme çabaları daha ilk etapta kayaya çarptı. Sorunu bilenler açısından bunda bir sürpriz yok. Sorunu iyi etüt etmemiş olanlar ise "hayal kırıklığı" yaşıyorlar. Türkiye de haklı olarak -Kıbrıs'ta "garantör ülke" olan Yunanistan'ın Helsinki'ye çağırılmadığına işaret ederek- bu daveti kabul etmedi. Yoksa, toplantının formatı "dörtlü" olsaydı ve işin içinde bir yerde BM'de bulunsaydı, Ankara bu öneriye sıcak bakardı. Açıkça konuşmak gerekiyorsa, Finlandiya bu işi yüzüne gözüne bulaştırdı. Konunun inceliklerine vakıf olsaydı, bu "format" meselesinin sorunun özüyle ilgili olduğunu bilirdi. AB Dönem Başkanlığı gibi önemli bir görev bu kadar ciddi bir konuda bu tür hataları kaldıramaz. Finlandiyalı diplomatlar "amaçlarının Kıbrıs sorununu