Ermenistan ile normalleşme başka bir bahara

13 Nisan 2009

Başbakan Erdoğan’ın, Azerbaycan’dan gelen tepkiler üzerine, Ermenistan ile yürütülen süreci Karabağ koşuluna bağlaması, AKP iktidarını diplomasi alanında yine zor seçeneklerle karşı karşıya bırakmıştır. Erdoğan bu vesileyle, diplomasi ile popülizmi birbirine karıştırmanın ne denli riskli bir iş olduğunu daha iyi anlayacaktır.
Türkiye ile Ermenistan arasında çok ciddi sorunlar bulunmaktadır. Ancak, diplomatların uzun süredir sessizce yürüttükleri görüşmeler, bu sorunların üstesinden nasıl gelinebileceğini ele alıyordu. Bu çalışmalar da “karşılıklı yarar” anlayışı içinde yürütülüyordu.
Hükümetin bu politikası birçok nesnel nedenden dolayı doğrudur. Bu arada “ilişkilerin normalleşmesinden” neyin anlaşılması gerektiğini de ortaya koymakta yarar var. “Normalleşme” demek, iki ülke arasındaki sınırları açmak ve diplomatik ilişki kurmak demektir. Bunlardan biri olmadan öteki anlamsızdır.
Burada, Suriye’nin Hatay üzerinde hâlâ hak iddia etmesinin ne sınırları

Yazının Devamı

Erdoğan’ın inadı ile Rehn’in işgüzarlığı ilişkileri bozdu

9 Nisan 2009

NATO’da yaşanan Rasmussen krizi Türkiye ile AB arasına kara kedi sokmuştur. Brüksel temsilcimiz Güven Özalp’in önceki yazdıkları da bunu açıkça gösteriyor. Yalnız bu, AB’de bazılarının sandığı gibi, tek taraflı bir olgu değil.
Bu durumun önümüzdeki dönemde Ankara’yı AB’den belli ölçüde uzaklaştırıp, Obama ile açılan yeni sayfa çerçevesinde Washington’a daha da yakınlaştırması olasıdır.
ABD Başkanı Obama’nın Prag’da yaptığı ve Türkiye’nin AB’ye alınmasını istediği çağrıya, Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy ile Almanya Şansölyesi Merkel’den anında gelen tepkisel yanıtlar Avrupa’daki olumsuz hissiyatı yeterince açığa vurdu.
AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn’in, Rasmussen krizinin dorukta olduğu bir sırada, Ankara’nın üyelik müzakerelerini zora soktuğuna dair açık tehdidi ise Türkiye’de kızgınlıkla not edildi. Rehn’in, gazetelerde yer alan ifadeyle, “apar topar” yaptığı bu sorumsuz ve

Yazının Devamı

Erdoğan’ın Fransa’ya ‘Evet’, Danimarka’ya ‘Hayır’ çelişkisi

6 Nisan 2009

NATO’daki “Rasmussen krizi”, ABD Başkanı Obama’nın ağırlığı ve Cumhurbaşkanı Gül’ün diplomatik mahareti sayesinde bir “ara formül” ile aşıldı. Başbakan Erdoğan’ın tavrı ise, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları açısından diplomasinin gereklerine ne denli hâkim olduğunu tekrar sorgulamamıza neden oldu.
Erdoğan’ın, Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönmesini Türkiye’nin AB perspektifi açısından herhangi bir pazarlık konusu yapmazken, Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne kararlı bir şekilde karşı çıkması açıkçası çelişkili bir görüntü verdi.
“Davos çıkışında” olduğu gibi, bu tutumu da “İslami dayanışma” çerçevesinde değerlendirildi. Nitekim, İslam ülkelerinden Rasmussen’i veto etmesini isteyen mesajlar aldığını gündeme ilk getiren de Erdoğan’ın kendisiydi. 
‘Türkiye nereye gidiyor?’
Avrupa medyasında Erdoğan hakkında, “Din konusunu NATO’ya taşıdı” şeklinde yorumların çıkması

Yazının Devamı

Basın özgürlüğü konusu Erdoğan’ın başını ağrıtacak

4 Nisan 2009

Yerel seçimler Başbakan Erdoğan’a popülizmin her zaman arzulanan sonuçları getirmediğini gösterdi. Bu arada başka gelişmeler de takınılan bazı tavırların bu küresel dünyada nasıl ters tepeceğini gösteriyor kendisine. Burada Erdoğan’ın, başta Doğan Grubu olmak üzere, medyaya karşı takındığı saldırgan tutumu irdelemek istiyoruz.
Her şeyden önce, AB Komisyonu’nda bu konuda “jetonun nihayet düştüğünü” görüyoruz.
Gerek AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, gerek Komisyon’un Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn’in son açıklamaları bunu gösteriyor. 

Soru önergeleri etkili oldu
Bu tutum değişikliğinde, Avrupa Parlamentosu ile Avrupa’daki ulusal parlamentolara getirilen ve Doğan Grubu’na karşı yürütülen kampanyadan özellikle söz edilen soru önergelerinin etkili olduğu açık.
Komisyon, bir noktadan sonra, bunun sadece bir holding ile hükümet arasındaki basit bir çıkar çatışmasından kaynaklanan bir sorun olmadığını anladı. Bunda yabancı iş âleminden gelen

Yazının Devamı

Diplomatların seçim değerlendirmeleri

2 Nisan 2009

Yerel seçimler Ankara’daki yabancı misyonlar tarafından da yakından izlendi. Sonuçları ise genelde “şaşırtıcı” bulundu, zira -“alternatifsizlik” varsayımı nedeniyle- genel beklenti AKP’nin yine kazanacağı ve güçlü çıkacağı şeklindeydi.
Bu tahminin ilk bölümü tuttu tabii. Yani AKP kazandı. Ancak ikinci bölümü tutmadı. AKP bu seçimlerden ciddi zemin kaybıyla çıktı. Diplomatlar şimdi herkes gibi bunun nedenlerini araştırıyorlar. “Neleri göremedik?” sorusunu soruyorlar.
Kendilerinden edindiğimiz görüşlerin aslında son günlerde basınımızda yer alan görüşlerden çok farklı olduğu söylenemez. Her şeyden önce ekonomik kriz üzerinde durduklarını gördük.
AKP iktidarının, işsizliğin arttığı ve üretimin düştüğü bir sırada küresel krizi azımsamaya kalkmasının, bu çerçevede kredi kartı kullanıcılarından patronlara kadar herkesi suçlamasının, ayrıca IMF ile müzakereleri sürüncemede bırakmasının kendisine duyulan güveni azalttığına

Yazının Devamı

AKP iktidarını zorlu bir dönem bekliyor

30 Mart 2009

Bu yazının yazıldığı sıralarda yerel seçim sonuçları henüz ortaya çıkmamıştı. Ancak, birçok kişi gibi, bizim tahminimiz de AKP’nin tekrar kazanacağı şeklindeydi.
Tartışmalar da zaten AKP’nin kaybedip kaybetmeyeceği sorusu çerçevesinde değil, ne ölçüde kazanacağı sorusu çerçevesinde yürütülüyordu. Bu nedenle yazımızı bu varsayıma dayanarak kaleme alıyoruz.
Hemen başta şunu açıkça ifade etmek istiyoruz. Seçim sonuçları ne olursa olsun, AKP bu seçimleri nasıl kazanırsa kazansın, hükümeti yine de içeride ve dışarıda çok zorlu bir dönem bekliyor. İlgi alanımız olduğu için biz burada daha çok işin dış boyutu üzerinde durmak istiyoruz. Ancak iç boyutun da bununla yakından ilgili olduğu kesin. 

Türkiye dünyadan kopuk değil
Bir hususun artık iyice anlaşılması gerekiyor. Türkiye dünyadan kopuk değil, dünyayı ilgilendiren siyasi ve ekonomik sorunların ya odağında ya da çok yakınında duruyor.
Bu yüzden hükümetin perşembe günü

Yazının Devamı

Erdoğan yine diplomasi ile popülizm arasında sıkışacak

28 Mart 2009

Harareti giderek artan iç gündemimiz nedeniyle dikkatlerden kaçıyor olabilir. Ancak, Başbakan Erdoğan önümüzdeki günlerde, diplomasi ile popülizmin uyuşmadığını gösteren yeni bir durumla karşı karşıya kalacak.
Burada NATO’ya yeni bir genel sekreter seçme sorunundan söz ediyoruz. Bu mesele gelecek hafta yapılacak olan ve ittifakın 60’ıncı yıldönümünün kutlanacağı NATO zirvesinin ana konularından biri olacak.
Sorun ABD, İngiltere ve Almanya gibi kilit üyelerin genel sekreter olarak Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’den yana tercihlerini ortaya koymaya başlamalarından kaynaklanıyor.
Oysa Rasmussen, ilk etapta “karikatür krizi” sırasında takındığı olumsuz tutum nedeniyle İslam âlemi nezdinde, ikinci etapta da Roj TV konusunda takındığı tutum nedeniyle Türk kamuoyu nezdinde “lekeli” bir isim. Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olması ise Ankara açısından kendisini sevimsiz kılan bir diğer unsur. 

Henüz karar verilmedi 
Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönmesi konusunda

Yazının Devamı

Kürt sorunu bir dış sorun değil, bir iç sorundur

26 Mart 2009

‘Cumhurbaşkanı Gül, Kürdistan dedi mi, demedi mi?’ tartışması sığ olduğu kadar hedef saptırmaktan başka bir işe yaramaz. Burada her zaman söylediğimiz bir şeyi tekrarlayacağız.
Dünyadaki gelişmeler Türkiye’nin vehimlerine veya arzularına göre şekillenmiyor.
Önemli olan, bu gelişmeleri iyi analiz edip doğru politikaları üreterek, “cerahat” oluşmadan, gerekli adamların zamanında atılmasıdır. Burada kendimizi Yunanistan’ın komik durumuna düşürmenin bir âlemi de yok.
Makedonya’nın ismi neyse, Kuzey Irak’taki yönetimin ismi de odur. Bu durum biz istemiyoruz veya sevmiyoruz diye de değişecek değil. Cumhurbaşkanı Gül’ün kullandığı -veya kullanmadığı- bir laf konusunda kopan fırtınadan sonra bizce fazlasıyla bayatlamış olan bir yaklaşımın tekrar su yüzüne çıktığını görüyoruz.
Kürt gerçeğini reddedenler, bu çerçevede meydana gelen ve hiç hoşlarına gitmeyen gelişmeler karşısında faturayı tekrar ABD ve AB’ye çıkarmaya çalışıyorlar. Fakat bizce akıntıya karşı kürek

Yazının Devamı