Danimarka’nın Ankara Büyükelçisi Jesper Vahr, Türkiye’deki basın özgürlüğü konusunda, “Gerçek basın özgürlüğü sizinle hemfikir olmayanların ve sizi eleştirenlerin görüşlerini beyan etme özgürlüğünü savunmaktır. Buradaysa zaman zaman ‘öteki taraf’a dönük kaba ve sert (heavy handed) bir yaklaşım var” dedi
NATO’da yaşanan “Rasmussen krizi” nedeniyle kopan fırtına dinse de, arkasında bir dizi yanıtsız soru bıraktı. Bunların başında da Başbakan Erdoğan’ın, Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne itirazını kaldırmak için elde ettiği belirtilen, ancak bugüne kadar gerçekleşmeyen “tavizler” geliyor.
Bu arada, Türkiye ile Danimarka arasındaki ilişkileri gölgeleyen başka konular da var. Örneğin karikatür krizi sırasında Kopenhag’ın takındığı tutum, Roj TV meselesi ve Danimarka’nın, Türkiye’nin AB üyeliğine soğuk bakışı.
Bu konulara biraz açıklık getirmek amacıyla, Danimarka’nın
Başbakan Erdoğan, geçen hafta Azerbaycan Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Türkiye ile Ermenistan arasındaki “normalleşme” sürecini Karabağ sorununun çözümüne bağladı. Bu çözümden de Ermenilerin işgal ettikleri Azeri topraklarından çekilmelerini anladığını ortaya koydu.
Erdoğan böylece, Ermenistan ile yürütülen sürece Azerbaycan’ın gösterdiği sert tepkiden sonra nisan başında yaptığı açıklamayı bu kez Azeriler nezdinde tekrarlamış oldu. Bu açıdan bakıldığında Bakü’de yeni bir şey söylemedi.
Fakat Erdoğan’ın, en azından bu yönüyle tutarlı olan açıklaması, Türk diplomasisinin bu konuda ciddi bir kafa karışıklığı yaşadığına dair izlenimi güçlendirdi. “Ankara ile Erivan arasındaki ‘yol haritası’ Azerilere verilen bu güvence ışığında ne anlama geliyor?” Diplomasi camiasında şimdi merak edilen budur.
Kuşkular gitmişe benzemiyor
Başbakan Erdoğan’ın nisan ayındaki açıklamasına rağmen, Azerbaycan’da Türkiye’ye karşı duyulan
Portekiz Cumhurbaşkanı Anibal Cavaco Silva, “Portekiz’e göre Türkiye’ye AB’de yer var. Şimdi önemli olan, müzakerelerin önündeki engellerin aşılması ve dondurulmuş olan fasılların açılması için orta yolların bulunmasıdır” dedi
Fransa ile Almanya liderlerinin Türkiye’nin AB üyeliği konusunda karamsarlık yaymaya çalışmalarına rağmen, Avrupa’da birçok liderin kendileri gibi düşünmedikleri bilinen bir gerçek. Türkiye’ye hafta içinde resmi ziyarette bulunan Portekiz Cumhurbaşkanı Anibal Cavaco Silva da bu liderlerden biri.
İstanbul’da kısa bir söyleşi yapma fırsatını bulduğumuz Cavaco Silva, Portekiz’in başından beri Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğini vurguladı. Türkiye’nin AB’ye getireceği siyasi ve ekonomik katkılardan söz eden Cavaco Silva, Türkiye’nin de bu üyelik sayesinde zaten güçlü olan uluslararası konumunu daha da güçlendireceğini belirtti.
‘Orta yol bulunmalı’
AB üyeliğinin, demokrasinin tüm gereklerini
Burada elbette ki, Türkiyeli Musevilerden söz ediyoruz. Hatta bize kalırsa, kendilerini “Musevi Türkler” diye tanımlamak daha doğru olur.
Zira son birkaç günümüzü geçirdiğimiz Tel Aviv’de tanıştığımız kişiler bize “Türkiyeli” gibi değil, düpedüz “Türk” gibi geldi.
Nitekim İsrail’deki sayıları 100 bin kadar olan bu kesimin önderlerinden Nesim Güveniş kendileri hakkında şunları söylüyor:
“Türkiye doğduğumuz yerdir. Suyunu içtik, ekmeğini yedik, havasını teneffüs ettik. Orada Atatürk ilkeleriyle eğitildik. Ordusunda hizmet ettik. Hâlâ örf ve âdetlerini uyguluyor, müziğini dinliyor, dilini konuşuyor, haberlerini izliyoruz.”
Tevazudan olsa gerek, Güveniş söylemiyor. Ama on yıllar boyunca Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına da hizmet etmiş bir kesimden söz ediyoruz. Kendisi de zaten uzun yıllar boyunca Eczacıbaşı’nın İsrail’deki temsilciliğini yapmış.
Türkiye yanlısı etkin bir lobi
Azeri ve Ermeni liderlerinin geçen hafta Prag’da gerçekleştirdikleri toplantının ardından, Türk gazetelerindeki “Kafkaslarda Barış Rüzgârı” manşetleriyle, Azerbaycan’da yapılan açıklamalar ve çıkan haberler arasında bir kopukluk görülüyor.
Azerbaycan Dışişleri Bakanı Elmar Mamadyarov’un, Aliyev-Sarkisyan görüşmesinde hiçbir ilerlemenin sağlanamadığını açıklaması da bunu ortaya koyuyor. Oysa Prag’da Karabağ konusunda çok büyük bir ilerleme sağlanması değil, sadece yeni bir süreci başlatacak bir ilk adımın atılması bekleniyordu.
Diplomatlar, profesyonel güdüleri gereğince, olumsuz gelişmelere genelde olumlu bir görüntü vermeye çalışırlar. Azerbaycan dışişleri bakanının daha ilk etapta olumsuz bir görüntü ile ortaya çıkması, bizce Azeri tarafının bu süreçten duyduğu rahatsızlığı açığa vuruyor.
Buna rağmen, Prag’daki buluşmanın ardından görüşmelerin haziran başında Rusya’da bu kez dışişleri bakanları düzeyinde devam edeceği
Avrupa’nın kimliğini konu eden bir konferans için perşembe gününü Letonya’nın başkenti Riga’da geçirdik. Türkiye Büyükelçiliği’nin de katkılarıyla gerçekleşen konferansın katılımcıları arasında, çeşitli Avrupa ülkelerinde kendilerine isim yapmış olan yazar, felsefeci, gazeteci, akademisyen, politikacı ve diplomatlar vardı.
AB perspektifinden dolayı Avrupa ve AB’nin kimliği konusu Türkiye’de de çok tartışılıyor. Başta Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’ninki olmak üzere, Türkiye’nin Avrupalı olmadığına dair kanaatler bu tartışmayı daha da hararetlendiriyor.
Türkiye’nin Ortadoğulu bir ülke olduğu görüşü -ki bu bizce kısmen doğrudur- birçok Türkü rahatsız etse de “Avrupalı olmanın” ne anlama geldiğini pek tartıştığımız yok. Avrupa’nın bir tür “Hıristiyan kulübü” olduğuna dair kanaat ise, AB karşıtlarının veya Sarkozy gibilerine kızanların sık sık kullandıkları bir argümandır.
Avrupa’nın sınırları
Başta Letonya’nın eski Cumhurbaşkanı ve
Gözler bugün Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ile Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’ın Prag’da yapacakları ve Cumhurbaşkanı Gül’ün de yakınlarında hazır bulunacağı görüşmeye dönecek. Zira bir atalet ve “havanda su dövme” döneminin ardından, Dağlık Karabağ görüşmeleri son gelişmelerin ışığında yeniden önem kazanmış bulunuyor.
Bu arada, Rusya ve ABD’nin de bu kez soruna daha büyük bir ciddiyetle eğildikleri görülüyor. Bunda, kuşkusuz, Ermeni-Azeri uzlaşmazlığını çözmek için yapılan bir işbirliğinden çok, iki ülkenin Güney Kafkasya’da artan rekabetlerinin etkisi var.
Nitekim, Rusya’nın geçen yaz Gürcistan’ı işgal edip bölmesinden sonra Moskova ile Washington arasındaki bölgeye dönük etkinlik yarışı doruğa çıkmış bulunuyor. Bu rekabetin şimdiki alanı ise Azerbaycan ve Ermenistan’dır.
Hem Moskova hem de Washington bu iki ülke üzerindeki etkilerini birbirlerine karşı artırmak istiyor. Bu nedenle, Karabağ sorununu çözmek için
Avrupa Adalet Divanı’nın (AAD) KKTC’nin aleyhine olan Apostolides/Orams kararı, Türk tarafı açısından ciddi siyasi ve ekonomik sonuçlara yol açma özelliğini taşıyor. Gerçi, eski AİHM yargıcı olan yazarımız Rıza Türmen’in de dünkü yazısında belirttiği gibi, bu karar “nihai” sayılamaz. Kuzey Kıbrıs’taki arazisinde ev yaptıkları gerekçesiyle Rum ve İngiliz mahkemelerinde İngiliz Orams çiftine dava açan Rum Meletis Apostolides’in avukatı Konstantis Kandunas da aynı şeyi söylüyor.
Bu nedenle, Güney Kıbrıs yönetimi, hukuki ayrıntılarını Türmen’in dünkü yazısında bulacağınız AAD’nin son kararını “ihtiyatlı bir sevinçle” karşıladı. Fakat Güney’de bu karardan dolayı yine de bir bayram havasının estiği kesin.
Gerginleştirme kararı
Kıbrıs’ın Kuzey’ine gelince, daha beklenmesi gereken hukuki gelişmeler olsa bile, AAD’nin kararı, Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a konuyla ilgili bir “Ulusa Sesleniş” konuşması yaptırtacak kadar vahim sayılıyor.
Kıbrıs sorununa