İş 'Mutlu Noeller' demekle bitmiyor

24 Aralık 2007

Ancak bu olumlu çıkışlar Türkiye'de kendisini giderek daha çok açığa vuran tehlikeli bir akım karşısında yeterli değildir. Bu akımı sadece "dinci" kesime atfetmek de hata olur. Zira "misyoner" dendi mi bizde tüyleri diken diken olan sadece o kesim değildir. Geçen yaz laiklik adına düzenlenen kitlesel Tandoğan mitinginde AKP'yi "Ülkeyi misyonerlere teslim etti" diye suçlayanların kimlikleri hâlâ hafızalardadır. Özetle, bir Hıristiyan olarak Türkiye'de yaşam alanı bulmak, demokrasi ve laikliğimizin bir temel gereği olmasına karşın, giderek zorlaşıyor. Başbakan Erdoğan'ın Türkiye'deki Hıristiyanların Noel'ini kutlaması elbette ki uygar bir davranıştır. Katolik rahiplere ve misyonerlere düzenlenen kanlı saldırıları "Bu olayları yapanlar İslamdan nasibini almamış, İslam cahili kişilerdir" diye kınaması da yerindedir. Bu nedenle, Erdoğan'ın açıklamaları "her halükârda yapılması gereken asgari jestler" olarak görülmelidir. Oysa İspanya Başbakanı ile birlikte BM adına "medeniyetleri (yani dinleri) uzlaştırma" gibi büyük -ve o kadar da iddialı- bir misyona soyunmuş bir kişi olarak Erdoğan'ın bunun çok ötesine gitmesi gerekiyor.Son olarak Rahip Franchini'ye karşı düzenlenen, ancak ne mutlu

Yazının Devamı

ABD ile gerçekten öpüşüp barıştık mı?

22 Aralık 2007

Bazıları, Amerika'nın Kuzey Irak operasyonuna sağladığı yardım sayesinde iki ülkenin "öpüşüp barıştıklarını" dahi söylüyor. Her iki ülke yönetiminin bu algılamanın yayılmasını isteyecekleri kesin. İki ülkenin siyasi ve askeri karar vericileri, ilişkiler ne kadar kötü giderse gitsin, Türkiye ile ABD'nin birbirlerine ne kadar bağımlı olduklarını bu süre zarfında daha iyi gördüler.Zaten bir ilişkiyi "stratejik" kılan şey sadece o ilişkinin mükemmel bir uyum içinde yürümesi değildir. İlişki gelinen en kötü noktada dahi kopmuyorsa bunun mutlaka "stratejik" bir nedeni var demektir. Bunu soğumuş olan fakat ya çocuklar için ya da başka bir ortak çıkar uğruna boşanmayla sonlandırılmayan bir evliliğe benzetmek mümkün. Amerika'yla ilişkilerimiz, "tezkere" olayı sonrasında girdiği inişten sonra, şimdi tekrar çıkışa mı geçiyor? Dış basında, özellikle de Türk-AB ilişkilerindeki belirsizliğin arttığı bir sırada, Ankara-Washington hattının yeniden canlanmakta olduğuna inananların sayısı hiç de az değil. Ancak, Türk-Amerikan ilişkisinde duyulan karşılıklı kuşkuların tümüyle giderildiğini söyleme noktasında da değiliz henüz. Nitekim, daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, Washington

Yazının Devamı

Askeri olduğu kadar diplomatik bir başarı

20 Aralık 2007

Operasyonda ABD silahları kullanıldığına ve bunların eğitimi de ilk etapta Amerikalılardan alındığına göre, TSK'nın da aynı yolu izlediğini tahmin etmek güç değil. Bu arada, Washington'un da bu konuda yardımcı olduğu kesin. Nedeni ise malum. ABD bu operasyonların "sınırlı" kalmasını ve "büyük bir kara unsuru" içermemesini istiyor. Bunun olması için de PKK'ya karşı düzenlenen hava operasyonlarının önemli ölçüde başarılı olması gerektiğini biliyor. Özetle, bu desteğiyle ABD, TSK'yı büyük bir kara operasyonundan alıkoymayı hedefliyor. Genelkurmay'dan yapılan açıklamaya göre, Kuzey Irak'a düzenlenen operasyonun sonuçları hâlâ değerlendiriliyor. Bu tür operasyonların ardından uydu fotoğrafları üzerinden ayrıntılı değerlendirmelerin yapıldığını ABD'nin çeşitli savaşlarından ve Hollywood filmlerinden biliyoruz. Bu kadar yüksek maliyetli bir operasyon düzenlendiğine göre, hedef ve amaçların ayrıntılı bir şekilde ve sağlam istihbarata dayanarak saptandığını tahmin etmek de güç değil. İlk aşamadaki hedefin ise PKK militanlarından çok, örgütün barınma, lojistik, telekomünikasyon ve teknolojik altyapısı olduğu anlaşılıyor. Bu altyapının yok edilmesinin PKK'nın "bahar hazırlığına" ciddi bir

Yazının Devamı

AB olmadan kalkınmamız sürebilir mi?

17 Aralık 2007

Lizbon'da perşembe günü imzalanan ve AB'nin geleceğini belirleyen antlaşma için yapılan törenindeyse Türkiye'den eser yoktu. AB projesi açısından kaybettiğimiz zemini ortaya koyan bundan daha çarpıcı bir gösterge olamaz.Başbakan Erdoğan AB'deki bu son gelişmeler konusunda herhangi bir endişe taşımadığını söyleyerek, "kervanın her şeye rağmen yürüdüğünü" belirten sözler sarf ediyor. Teknik anlamda da doğru bu.Ancak, genel görüntüye baktığınızda, Türk-AB ilişkilerinin kademeli olarak bir kopuşa doğru gittiğini görüyoruz. Türkiye'nin şu anda "tam üyelik" kulvarından çıkarılıp yavaş yavaş "özel ilişki" kulvarına itildiğini inkâr etmek mümkün değil. Roma'nın görkemli binalarından Campidoglio Sarayı'nda Ekim 2004'te Avrupa Anayasası'nın metnine imza koyanlar arasında Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Gül de vardı. Fransa'nın bu açıdan sinsi olduğu kadar akıllı bir strateji izlediği de ortada. Cumhurbaşkanı Sarkozy planlı ve programlı bir şekilde Avrupa için çok önceden belirlediği vizyonu kademeli olarak devreye sokuyor. Bunu yaparken, Avrupa'da iddia edildiği kadar yalnız kalmadığını da gösteriyor. Türkiye'deyse, o kadar içe döndük ki, Lizbon zirvesinin önemini bile anlayamadık. Bu

Yazının Devamı

Asıl sorun Sarkozy değil

15 Aralık 2007

Lizbon'da perşembe günü imzalanan AB antlaşması, Fransızlarla Hollandalıların 2005'te "Avrupa Anayasası"nı reddetmeleriyle ortaya çıkan krizi sona erdirmiştir. Özetle, AB'nin artık seçilmiş bir Başbakanı ve Dışişleri Bakanı ile yetkileri artırılmış bir parlamentosu olacak. Sarkozy'yi "ikiyüzlü, patolojik bir vakıa" ilan edelim. Türkiye aleyhinde attığı adımlardan dolayı da, cezalandırabiliyorsak, mutlaka "cezalandıralım." Fakat Avrupa'da neler olduğunu ve Türkiye'nin "Avrupa projesi"nden niçin dışlanmaya başladığını da anlamaya çalışalım. Birlik böylece dağınık görüntüsünün üstesinden gelip dünyada etkin bir oyuncu olmayı hedefliyor. Bu arada AB'nin bağlayıcı olan bir "Temel Haklar Şartı" da olacak. Bunun özünü de "eşitlik", "dayanışma" ve "her türlü ayrımcılıkla mücadele" ilkeleri oluşturacak. Bunlar çok önemli ilerlemelerdir. AB de bu yüzden Sarkozy'nin şantajına boyun eğmiştir. Daha önce de dediğimiz gibi, Türkiye'nin AB üyeliğinin giderek "farazi" bir hal almaya başladığı bir sırada AB üyeleri Sarkozy ile bu konuda kavgaya girip "Avrupa projesi"ni tehlikeye düşürmekten çekinmişlerdir.Sarkozy de Türkiye aleyhindeki projesini ustalıkla uygulayıp AB'yi istediği noktaya

Yazının Devamı

Yaşar Paşa'dan düşündürücü sözler

13 Aralık 2007

Ancak, Hasan Cemal de haklı. Türkiye de bazı reformlar zamanında yapılabilseydi, Cumhurbaşkanı Sarkozy bu kadar şımarıp AB'yi arkasından sürükleyemezdi. Bunu şimdi rahatlıkla yapabilmesinin nedeni ise malum. Geleceğini arayan AB çok kritik bir aşamadan geçiyor. Hayati birçok meselede şart olan görüş birliğini de zar zor sağlıyor. Sağladığında da bunun Türkiye ile ilgili görüş ayrılıkları nedeniyle bozulmasını istemiyor. Çünkü Türkiye'nin üyeliği konusu giderek "farazi" bir hal almaya başladı. Bunun nedeni ise "dışarıda" olduğu kadar "içeride" yatıyor. Üyeliğin "bizim" değil "onların" koşullarında olacağı anlaşıldıkça, AB'ye karşı duyulan soğukluk artıyor. Özetle, taraflar arasındaki kan uyuşmazlığı ayyuka çıkmaya başladı. Duayenimiz Sami Kohen haklı. AB'nin, Fransa'nın çabaları sonucunda, Türkiye'yi kendisinden uzak tutmak amacıyla atacağı yeni adım karşısında Ankara suskun ve hareketsiz kalmamalı. Bunun cevabını mutlaka vermeli. Şu anda Türk-AB ilişkileri artan bir "medeniyet çatışması" görüntüsü veriyor. Üstelik bu çatışma "Müslümanlaşan Türkiye" ile "Hıristiyan Avrupa" arasında da yaşanmıyor. 1930'ların özlemiyle "laik" ve "otoriter" bir Türkiye isteyenler ile kanlı

Yazının Devamı

İsrail de işin içine çekilmedikçe bu iş olmaz

10 Aralık 2007

Dünyanın tek süper gücüne bağlı istihbarat birimleri bir ağızdan, "İran yaramazlık yapmıyor" diyorlarsa, bu elbette ki İsrail'de at koşturan şahinlerin hoşuna gitmez. Nedeni de malum.Bırakın İran'ı bombalamayı, bu değerlendirme Tahran'a diplomatik baskı uygulanmasını bile zorlaştırıyor. Ancak, burada garip davranan İsrail değil, kendisine bağlı devlet birimlerince yapılan önemli bir değerlendirmeyi karalamak için çaba sarf eden Bush yönetimidir. Hatta işler o kadar çığırından çıkmış ki, diplomatik camiada sert mizacı ve antipatik kişiliğiyle tanınan, ABD'nin Bush yanlısı eski BM Büyükelçisi John Bolton, kendi ülkesinin istihbarat birimlerini "yönetime karşı darbe yapmakla" suçluyor. Bolton bir yana, Bush yönetiminin bu konuda bir "diplomatik atağa" da geçtiği kesin. Uluslararası Atom Enerji Ajansı nezdindeki (UAEA) ABD Büyükelçisi Greg Schulte'nin, "konuya açıklık getirmek" amacıyla, bizi Viyana'dan aramasını da bu çerçevede değerlendirmek lazım. ABD'nin "Ulusal İstihbarat Değerlendirmesi" raporu dünya gündemine bomba gibi düştü. İran'ın son dört yıldır nükleer silahlar konusunda "uslu durduğunu" belirten bu raporun İsrail'de niçin nefretle karşıladığını tahmin etmek de güç

Yazının Devamı

Bu ülkeyi böleceğimiz düşüncesi saçmalıktır

8 Aralık 2007

AB'NİN ANKARA BÜYÜKELÇİSİ MARC PIERINI, MİLLİYET'E KONUŞTU: "Belki gazeteciler çok konuşan tartışmalı biri olmadığım için hayal kırıklığı yaşıyorlar. Ama önümüzde uzun zaman alacak ağır bir işimiz var" diyen Pierini, "söz konusu değişim gerçekleşirken dikkatli olmamız lazım" diye ekliyor. "Her iki tarafta olumsuz algılamaların olduğunu" anımsatan Pierini, "bu nedenle buradaki AB Büyükelçisi'nin bazı konuları sürekli göze sokmasının, Avrupa Komisyonu'nda yürütmeden sorumlu kişilerin işini kolaylaştırmadığını" belirtiyor. "Zaten bunu yapması gerekenler büyükelçiler değil siyasetçilerdir" diyor. Büyükelçi Pierini, bu ihtiyatlı yaklaşımına rağmen, Türkiye'nin AB yükümlülükleri, sivil-asker ilişkileri, laiklik ve türban meselesi ile PKK terörüyle mücadele gibi güncel konularda önemli mesajlar vermekten de çekinmiyor.Görevine başlamasından bu yana Türk basınıyla yaptığı ilk uzun söyleşi sırasında Büyükelçi Pierini'ye sorduğumuz sorular ve verdiği yanıtlar şöyle: Tartışmalı seleflerine pek benzemeyen AB'nin Ankara Büyükelçisi Marc Pierini, geçen yıl kasım ayında Türkiye'ye gelmesinden bu yana "az konuşmak, fazla iş yapmak" yanlısı sessiz bir diplomat olduğunu ortaya koydu. Kendisi bu

Yazının Devamı