ABD'nin Türkiye politikası değişiyor

20 Eylül 2007

Gelişmeler, Türkiye ile ABD'nin, Irak savaşı nedeniyle sarsılan ilişkilerini yeni ve yapıcı bir zemine oturtma ihtiyacını duyduklarını ortaya koyuyor. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın üç numaralı ismi Nicholas Burns'un Ankara'da dün gerçekleştirdiği temasları da bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Burns, Washington'dan ayrılmadan önce, Ankara'yı ziyaret etmesinin temel amacını zaten ortaya koymuştu. Washington'un etkin düşünce kuruluşlarından Atlantik Konseyi'nde konuşarak Ankara ile stratejik ortaklıklarını canlandırma ihtiyacını duyduklarını belirtmişti. Uluslararası ilişkilerde "ebedi dostluklar" gibi, "ebedi düşmanlıklar" veya yazımızın konusu açısından konuşacak olursak, "ebedi soğukluklar" yoktur. Sadece "ebedi çıkarlar" vardır. Devletler de çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yaparlar. "Irak, İran ve Suriye'ye komşu olan Türkiye'nin, 2008 yılında ABD ile bağlantısının çok daha önemli hale geleceğini" söyleyerek şöyle devam etmişti: "Türkiye, Ortadoğu'daki olayları daha derin bir şekilde anlamamıza yardım edebilir. Türk yetkililerinin, dünyanın bu bölgesindeki stratejik zorluklara cevap verilmesinde katılımcı olmasına ihtiyacımız var." Bu sözler Irak işgali öncesinde Washington'da

Yazının Devamı

Zorunlu din dersi: Avrupa'daki durum

17 Eylül 2007

Dinle ilgili bir madde söz konusu olduğunda ortaya bir dayatmayla çıkılmaması için iki misli duyarlı olmak gerekiyor. Türkiye gibi konuyu suhuletle tartışacak olgunluğa henüz erişememiş bir ülkede bu daha da büyük önem kazanıyor. Kendi sözlerimizle biraz çelişerek "öznel" görüşümüzü ifade edecek olursak, zorunlu din dersi maddesinin anayasada yeri olmadığına inanıyoruz. İlla da olacaksa, o zaman çerçevesinin çok iyi tanımlanması, ayrıca "laikliğe" güçlü bir atıfla ortaya konması gerektiğini düşünüyoruz.Öte yandan, "AB adayı bir ülkede zorunlu din dersi olmaz" diye kestirip atmanın da hatalı olduğunu "nesnel" olarak söyleyebiliriz. Yaptığımız araştırma, Avrupa anayasalarında "din dersinin zorunlu olduğunu" münhasıran belirten bir maddenin bulunmadığını gösterdi. (Hatalıysak, düzeltilmeye açığız.)Öte yandan, birçok Avrupa ülkesinde zorunlu din dersi olduğunu da gördük. Cumbria Üniversitesi'nin http://re-xs.ucsm.ac.uk/eftre/reeurope.html sitesini tıklayanlar bazı ayrıntılara ulaşabilirler. Burada örnek olarak Avrupa'nın en özgürlükçü ülkelerinden Norveç'i ele almak istiyoruz. Norveç'te ilk ve orta dereceli okullarda din dersi zorunlu. Söz konusu ders, 1997'de yapılan bir

Yazının Devamı

Türkiye K. Irak'taki etkisini kaybediyor

15 Eylül 2007

1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesiyle çok önemli bir fırsatın kaçırıldığını söyleyen biz değil, MHP'nin önde gelen isimlerinden eski Büyükelçi Deniz Bölükbaşı'dır. ABD ile tezkere öncesindeki müzakereleri yürüten Bölükbaşı'nın sözünü ettiği "fırsat" kuşkusuz "TSK'nın bölgede varlık oluşturması" değildir. Serpil Yılmaz'ın gazetemizde dün yer alan "Kuzey Irak'taki Türk firmaları geri dönüyor" başlıklı haberini okuduk. Türk şirketlerinin bölgedeki faaliyetlerinden hoşnutsuz olanlar kuşkusuz" Bu fasıl da bitiyor" diye sevinmişlerdir. Ancak, Yılmaz'ın aktardıkları, Türkiye'nin bölgede zaten az olan etkisinin daha da azalabileceğini gösteriyor. Tezkere geçseydi bile ABD'nin buna izin vereceğine inanmıyoruz. Buna karşılık, bu tezkerenin Ankara'nın bölgeye dönük diplomatik ağırlığını artıracağını düşünüyorduk. Iraklı Kürtler tezkerenin reddedilmesine bu yüzden sevindiler. Türkmenler de tezkerenin reddedilmesini bu yüzden "felaket" diye karşıladılar. Türk şirketlerinin en az 5 milyar dolar değerinde iş üstlendikleri Kuzey Irak'tan geri dönmeye başlamalarının kuşkusuz Türkiye'den bağımsız bazı nedenleri de var. Nitekim Yılmaz da, bölgede faaliyet gösteren işadamlarımıza dayanarak yerel

Yazının Devamı

İstanbul'da yapılacak Irak toplantısının önemi

13 Eylül 2007

Türkiye'nin önerisine dayanan ve bu yüzden İstanbul'da yapılması planlanan daha önceki toplantının Mısır'a kaydırılmasının temel bazı nedenleri şunlardır:1- Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Irak'ın meşru Cumhurbaşkanı Celal Talabani'ye duyduğu antipatiyi açığa vurarak kendisini Ankara'ya davet etmeyeceğini ısrarla belirtmesi. Ekim sonunda dışişleri bakanları düzeyinde gerçekleştirilecek olan Irak toplantısının bu kez İstanbul'da yapılacak olmasını "milli maç zaferi" edasıyla değil, bir önceki toplantının Türkiye'de yapılmasından vazgeçilmesinin nedenlerini anlayarak değerlendirmek gerekiyor. 2- Ankara'nın, Irak'ın ana unsurlarından biri olan Şiilerle iyi bir diyalog kuramaması. Dahası, Şii olan Başbakan Nuri el Maliki'nin Türkiye'ye davet edildiği bir sırada Şii düşmanı Sünni grupların İstanbul'da toplanmalarına izin vermesi gibi duyarsızlıklar sergilemesi. 3- Türkiye'de sürekli gündemde tutulan "sınır ötesi operasyon" konusu ile bunun asıl amacının ne olduğuna dair günlük spekülasyonun Iraklılarda, İstanbul toplantısının bir "PKK ve Kerkük toplantısına" çevrileceği izlenimine yol açması.Şimdiyse durum oldukça farklı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Iraklı mevkidaşı

Yazının Devamı

AB konusunda hükümeti desteklemeliyiz

10 Eylül 2007

Avrupalıların bu konuda daha "iyimser" görünmeleri ise aslında bir "arzunun yansıması" da değil. AB'de yapılan yoklamalar Avrupalıların büyük ölçüde Türkiye'nin üyeliğine karşı olduklarını ortaya koyuyor.Hakkımızdaki güncel ve tarihi önyargıların yanı sıra, Avrupa'daki Türklerin yaşadıkları toplumlara uyum sağlamakta çektikleri sıkıntıların da burada etkili olduğu aşikâr. Alman Marshall Fonu'nun son "Transatlantik Eğilimler Araştırması" Türkiye'nin AB üyeliği konusunda Türklerin Avrupalılardan daha karamsar olduklarını gösteriyor. Bunun, Türk-AB ilişkilerinin son yıllardaki inişli çıkışlı seyri ile bazı ülkelerin Türkiye'nin üyeliğine karşı olmalarının bir ürünü olduğu kesin. Türkiye'ye karşı olan, ancak bir gün gene de AB üyesi olacağına inanan Avrupalılar, özetle, "Türkiye, engellere rağmen, adım adım üyeliğe doğru ilerliyor" diye düşünüyorlar.Kısacası, "Türkiye üye olur" diyen birçok Avrupalı bunu "iyimserlik"ten değil, "karamsar"lıktan söylüyor. Yanlış tanıdıkları bir ülkenin Avrupa'nın kaderi üzerinde söz sahibi olması fikrini ise hazmedemiyorlar. Bunun için de bazıları "Avrupa'nın sınırları tespit edilsin" diyor. Pragmatik olanlar ise, Türkiye'den tümüyle

Yazının Devamı

Sevimsiz olanı kimse sevmez

8 Eylül 2007

Kelime tasarrufu adına burada bu ayrıntılara girmeyeceğiz. Ancak, araştırmada bizi ilgilendiren bölümün "Türkiye'nin artan yalnızlığı" şeklindeki başlığı bile acı gerçeği ortaya koyuyor. İşin özeti şu ki, Türklerin büyük bölümü ne Amerika'ya, ne de Avrupa'ya olumlu bakıyor. Türkiye'de de temsilciliği bulunan "Alman Marshall Fonu"nun "Transatlantik Eğilimler 2007 Araştırması" dünkü gazetelerde yer aldı. Duayenimiz Sami Kohen de, "Kamuoyu termometresinde ısı giderek düşüyor" başlıklı yazısında ayrıntılarını yorumlayarak verdi. Irak ve AB ile ilgili gelişmeler nedeniyle buna belki de "normal" denebilirdi. Ancak iş burada kalmıyor. Çünkü aynı çoğunluk Rusya, Çin ve İran gibi ülkeler hakkında da iyi şeyler düşünmüyor. Üstelik bu eğilim giderek kötüleşiyor. Bunu tasvir etmek için araştırmada yer verilen "termometre" de bunu gösteriyor. Kohen'in söz ettiği "düşen ısı" da işte bu. Özet olarak, hızla dünya ile sorunu olan ve yabancı düşmanlığı eğilimleri sergileyen bir millete dönüşüyoruz. Bu araştırma daha önce PEW adlı kuruluş tarafından yapılan benzeri araştırmayla da örtüşüyor. Neticede, sosyologların ve sosyal psikologların acilen ele almalarını gerektiren "normal" sayılamayacak bir

Yazının Devamı

301 Türkiye'ye hiç yakışmıyor

6 Eylül 2007

Bu yorumlar bile gerçek Türkiye'nin Batı'da ne kadar az tanındığını ortaya koymaya yetiyor. Türkiye'ye yüzeysel bakan Batılı dostlara karşı her zaman zaten "Türkiye'yi izlemeye devam edin, beklenmedik gelişmeler görün" türünden bir yaklaşımımız olmuştur.Dost olmayan yabancılara her zaman söylediğimiz ise, "Türkiye'nin en büyük silahı sizin gibi kişilerin bu ülkeyi azımsamalarıdır" olmuştur. Nitekim modern tarihimiz Türkiye'yi azımsamanın sakıncalarını açıkça göstermiştir. AKP'nin zaferi ve Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı ile sonuçlanan demokratik süreç Batı'nın dikkatlerini yeniden Türkiye'ye yöneltmiş bulunuyor. Bu çerçevede ortaya atılan, "Türkiye'de dinciler kazandı, laikler kaybetti" türünden kolay yorumları daha önce eleştirmiştik. Burada ağırlığını hissettirmeye başlayan bir üçüncü kategori daha var. Türkiye'yi giderek daha çok tanıyan, tanıdıkça da bu ülkenin genel olarak Batı için, özel olarak da Avrupa için var olan kaçınılmaz önemini çok daha iyi anlayan kişiler.Örnek olarak, daha birkaç gün önce International Herald Tribune gazetesinde, Türkiye'nin Avrupa için büyük önemini vurgulayan bir ortak yazıyı kaleme alan İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt ile İtalya Dışişleri

Yazının Devamı

ABD ve Musevi düşmanlığının sonucu

23 Ağustos 2007

Tabii bazı Museviler, Naziler tarafından Kırım'da kurulan Ermeni SS birlikleri yüzünden Ermenileri affetmezler. Fakat hem ABD'de, hem de İsrail'de tanıdığım birçok Musevinin Ermenilere sempati duyduklarını da bizzat görmüşümdür.Nitekim Ermenilerin soykırıma uğradıklarını çeşitli araştırmalarıyla kanıtlamaya çalışan başlıca araştırmacılardan biri olan Israel Charny'nin, isminden de anlaşılacağı gibi, Musevi olması bir tesadüf değildir. Museviler, 1915'te Ermenileri kurtarmaya çalışan ABD'nin İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau ile 1933'te yayımlanan ve Ermenileri konu eden "Musa Dağı'nda 40 Gün" adlı romanın yazarı, Nobel ödüllü Franz Werfel'in de Musevi olduğunu bilirler. Musevilerin Ermeni soykırımı iddiaları karşısında Türkiye'nin yanında durmaları büyük ölçüde konunun özüyle ilgisi olmayan bir hesap işiydi. Bunun da Türk-ABD ve Türk-İsrail ilişkilerine endeksli olduğu açıktı. Özetle, Musevilerle Ermeniler arasında bir "empati" köprüsü vardır. Buna rağmen, Musevilerin tarihte Türklerin zulmüne uğramamış olması, ayrıca Türk-Amerikan ve Türk-İsrail ilişkilerine atfedilen önem, Amerika'daki en güçlü Musevi kuruluşu olan "Karalamacılığa Karşı Birlik"in (Anti Defamation League)

Yazının Devamı