Ancak, bu görüşmenin de sokağın öfkesini dindirme ihtimali sıfıra yakındır. Nitekim, ABD'li yetkililerin de dahil oldukları Irak heyetiyle Ankara'da yapılan müzakereler, Türkiye'nin bu meseleye atfettiği hayati önemin karşı tarafta hâlâ anlaşılmadığını ortaya koydu. Aslında bu başarısız görüşmelere farklı bir açıdan bakmak da mümkün. Uluslararası medyada çıkan "Türkiye-Irak barış görüşmeleri çöktü" haberleri ne demek istediğimizi ortaya koyuyor. Kısacası, konu hızla, "Terör örgütü PKK'ya karşı operasyon" algılamasından, "Irak ile savaş" algılamasına kayıyor. "Ankara'nın ayağına giden Irak heyetinin barışçıl çağrıları Ankara tarafından reddedildi" izlenimi ise Türkiye aleyhinde kullanılmaya çalışılıyor. Irak heyetiyle Ankara'da yapılan görüşmelerin başarısızlığı Kuzey Irak'a dönük bir askeri harekât olasılığını artırmıştır. Şu anda "fren" görevini gören tek şey Başbakan Erdoğan'ın 5 Kasım'da Başkan Bush ile yapacağı görüşmedir. Başka bir ifadeyle, Irak siyasetini güden iki temel unsurdan biri olan Iraklı Kürtler, Türkiye'nin büyük askeri gücüne karşı propaganda silahına sarılıyorlar. Barzani'nin, "Türkiye'nin derdi PKK değil, Kürtler" şeklindeki demeçleri de zaten bunun bir
İsrail örneğinde ne olduğunu veya olmadığını bilmeden, sanki ortada "olumlu bir emsal" varmış gibi davranıyoruz. Oysa karşı karşıya bulunduğumuz durumda en son yapılması gereken şey İsrail'in örnek alınmasıdır. Dünya gerçeklerine göre davranması gereken hükümet ve Genelkurmay da zaten İsrail örneğini, kuşkusuz, "olumsuz emsal" kaleminden inceliyorlardır. "İsrail gibi yapalım" çağrıları karşısında bunun nedenlerini ortaya koymakta yarar var. Akla en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde kendimizi duygulara teslim ediyoruz. Bunun somut örneklerinden biri de "İsrail kaçırılan iki askeri için Lübnan'ı yerle bir etti. Sekiz askerimiz için biz de aynısını Kuzey Irak'a niçin yapmıyoruz?" çıkışıdır. Temmuz 2006'da Lübnan'dan sınırı geçen Hizbullah teröristlerinin, ki bizde birçok kişi Hizbullah'ı "terörist" olarak görmez, sekiz İsrail askerini öldürmesi ve ikisini kaçırması üzerine, İsrail Lübnan'a karşı anında bir askeri operasyon düzenledi.İsraillilerin neredeyse son adamına kadar destekledikleri bu operasyonun amacı hem öldürülen askerler için misillemede bulunmak, hem Güney Lübnan'daki Hizbullah varlığını yok etmek, hem de kaçırılan askerleri kurtarmaktı. Operasyonun kaba "misilleme"
Yapılan yorumlardaysa, Türkiye'nin gerçekleştireceği bir operasyonun çapı ve amacı konusunda kafa karışıklığı yaşandığı görülüyor. Türkiye'de Kuzey Iraklı Kürtlerin hedef alınması için yapılan çağrılar ise durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Bir sınır ötesi operasyonun çerçevesi Meclis'te kabul edilen hükümet tezkeresinde sarih bir şekilde çizilmiş olmasına rağmen, Ankara'nın Iraklı Kürtlere karşı savaşa hazırlandığı izlenimi dünyada hızla yayılıyor. Türkiye'nin Kuzey Irak'a dönük askeri hazırlıkları uluslararası gündemin başına oturdu. Türkiye'nin bir "meşru müdafaa" durumuyla karşı karşıya olduğu konusunda bir mutabakat da görülüyor. Buna karşılık, Tahran'dan Paris'e, Kahire'den Berlin'e tüm başkentlerden Ankara'ya "itidal" çağrıları yapılıyor. Dar bir çerçeveden bakıldığında bunun Türkiye açısından belli bir yararı da olabilir. Nitekim, ABD ve AB'den olduğu kadar Arap ülkelerinden son günlerde gelen açıklamalarda Iraklı Kürtlerin PKK konusunda uyarılmaları bundan kaynaklanıyor. Ancak bu uyarılar Türkiye'nin hatırı için yapılmıyor. Türkiye'nin Irak'a girmesinin bölgede yeni ve tehlikeli bir istikrarsızlık kaynağı olacağı düşünüldüğü için yapılıyor. Uyarıları yapanlar da bunu
Tezkere konusunun geçen hafta uluslararası gündemin birinci sırasına oturması, petrol piyasasını sarsması, Türkiye ile ABD ve AB'nin karşı karşıya gelmesi olasılığı, tüm Kürtleri anında birleştirecek olan TSK ile peşmerge arasında çatışma çıkması olasılığı derken, PKK maalesef cesaretlenmiştir. Bu kez Hakkâri'den gelen acı haberle sarsıldık. PKK toplumumuzu galeyana getirmek amacıyla kanlı saldırılarını sürdürüyor. Biz şahsen PKK'nın Türkiye'yi Irak'a çekip bunun yaratacağı uluslararası karmaşadan çıkar sağlamayı amaçladığını düşünüyoruz. PKK sorununun sadece askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini bu işi en iyi bilecek olan merciden, yani Türk Silahlı Kuvvetleri'nin en üst kademesinden de sık sık duyuyoruz. Bunu söyleyenler sorunun üzerine siyasi, soysal ve ekonomik araçlarla da gidilmesi gerektiğini belirtiyorlar. Fakat bunun tam olarak ne anlama geldiği konusunda fazla bir beyin jimnastiği görmüyoruz. Nedeni de bizce malum. O da, bu düşünceyi açmanın beraberinde getireceği kimi fikirlerin, bu düşünceyi ortaya atan bazı kişileri de rahatsız edecek unsurlar içermesidir. Hakkâri'deki saldırının Türkiye'deki "savaş cephesi"ni daha da güçlendireceği kesin. Soruna "rasyonel" çözümler
Diğer sorular ise İsrail'in eylül ayında Suriye'de -"nükleer araştırmaların yapıldığı" iddia edilen- bir hedefe karşı düzenlediği ve ayrıntıları hâlâ bilinmeyen hava saldırısıyla ilgiliydi. Buna da sonra değineceğim. Söylenenlerden anladığım kadarıyla, Şam'ın sınır ötesi operasyon konusunda endişeleri var. Suriyeli bir diplomata "Beklentiniz nedir?" diye sorduğumda yanıtı netti: "Türkiye ne yaparsa yapsın, bölgesel istikrarı daha da bozmasın, zira ortam yeterince karışık. Bizim istediğimiz budur" dedi. Ancak Esad'ın aynı gün Türkiye'nin gerçekleştireceği bir sınır ötesi operasyonu sonuna kadar destekleyeceklerini yansıtan kararlı açıklaması bizi kontrpiyede bıraktı. Çünkü bu sözler konuştuğumuz Suriyelilerin sözleriyle çelişiyordu. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın Ankara'ya geldiği gün Suriyeli yetkililerle gazetecileri yokladım. Konuşulanlardan, Türkiye'nin Kuzey Irak'a bir sınır ötesi operasyon düzenleme olasılığının Şam'da yakından takip edildiğini anladım. Zira bana sorulan soruların büyük bölümü bununla ilgiliydi. Esad'ın önceki gün İstanbul'da gazetecilere yaptığı açıklamalar ise her şey yerine oturttu Oradaki sözleri bizim Suriyeli yetkililerle gazetecilerden
Bu işin bir diğer ayağı ise Türkiye'de. Başta Hrant Dink'in öldürülmesi ve -Batı'da sırf Ermeni iddiaları için çıkarıldığı düşünülen- 301 ile ilgili gelişmeler olmak üzere, zamanında "Kerinçsiz faktörü" diye tanımladığımız olgunun hâlâ devrede olması, Amerika'daki diyasporaya malzeme sağlamaya devam ediyor.Bu arada, Ermeni soykırımı iddialarının Avrupa'da da, özellikle Türkiye'yi AB'den uzak tutmak isteyen kesimler tarafından, Ankara'ya karşı bir "siyasi enstrüman" olarak kullanılacağı anlaşılıyor. Avrupa Parlamentosu'nda bu hafta yapılan iki günlük Ermeni konferansının zamanlaması da, tabii ki, tesadüf değil. 2007 tam bir Ermeni yılına dönüyor. Konjonktür Ermeni diyasporası ve Ermenistan için hiç bu kadar elverişli olmadı. Amerika'da Demokratların Kongre'yi ele geçirmeleri ve Temsilciler Meclisi Başkanlığı'na kararlı bir Ermeni yandaşını oturtmaları bunun en önemli ayağı. Bu bile Ermeni lobisinin nasıl kararlı ve planlı bir şekilde çalıştığını ortaya koyuyor. Nitekim salı sabahı Ankara'da Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grubu üyeleriyle yaptığım kahvaltıda söylenenler, Türkiye ile Avrupa Parlamentosu arasında da çok yakında bir Ermeni soykırımı krizinin kopabileceğini gösteriyor.
ABD Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı (ve ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi) Eric Edelman ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dan Fried'in apar topar Ankara'ya gönderilmesi de bunu gösteriyor zaten. Fakat Bush yönetiminin bu açıdan tam bir "topal ördek" durumuna düştüğü de açık. Zira başta Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi olmak üzere, Ermeni tasarısını destekleyen Demokratlar, nefret ettikleri Bush'a karşı acımasız bir "yıpratma savaşı" sürdürüyorlar. Amerikalı uzmanlar, Bush yönetiminin Ermeni tasarısı konusunda etkisiz kalmış olmasını da buna bağlıyorlar. Başta Pelosi olmak üzere tasarıyı destekleyenler, yönetimin "Amerikan çıkarları zarar görür" şeklindeki söylemine karşı da bir cephe savaşı açmış bulunuyorlar. Geçen hafta üç gün süreyle Washington'daki havayı yoklama fırsatını bulduk. Hem yönetime yakın çevreler hem de düşünce kuruluşlarının önde gelen Türkiye uzmanları, Ankara'dan Ermeni tasarısı konusunda yansıyan uyarıların Bush yönetimi tarafından son derece ciddiye alındığını söylediler. Bunun odağında ise Türkiye'nin "blöf yaptığı" argümanı yatıyor. Garip bir tesadüfle Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın ABD için kullandığı sözü Türkiye
İlki "Türkiye Kuzey Irak'a girer mi?", ikincisi de "Ankara Ermeni soykırımı tasarısına misilleme olarak hangi adımları atar?"sorusu üzerinde odaklanmış bulunuyor.İkincisinden başlayacak olursak, Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'nden geçen Ermeni soykırımı tasarısının bu kez genel kuruldan da geçmesine kesin gözüyle bakanların çoğunlukta olduğu gözleniyor. Tasarının geçmesinin ardından Türkiye'nin "misilleme" olarak atacağı adımlar tartışılırken de, esas endişenin "İncirlik endeksli" olduğu görülüyor. ABD Savunma Bakanı Gates'in bu çerçevede yaptığı açıklamalar da zaten, bu üssün Washington için hayati önemini ortaya açıkça koymuş bulunuyor. Özetle, Türkiye'nin misillemesi İncirlik'i içermeyecekse burada rahat bir nefes alınacak. Ancak Türkiye'nin misilleme olarak İncirlik'ten başka "anlamlı kozu" olmadığına inananların sayısı da az değil. Onun için "darbenin" İncirlik üzerinden gelmesi bekleniyor. Demokrat Parti'ye yakınlığı ile bilinen Brookings Enstitüsü'nde Türkiye üzerine bir panelde konuşmak için tekrar Washington'dayız. Son gelişmeler nedeniyle, tahmin edileceği gibi, iki konu gündemi adeta "gasp etmiş" durumda. Öte yandan, Ermeni tasarısının destekçilerinden,