Ankara yeni hükümetini bekliyor.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun hükümetin kurulması, hükümet programının ilanı ve güvenoyu prosedürünün tamamlanması konusunda zaman kaybetmek istemediği biliniyordu.
Bunu iyi hissettirmiş olacak ki geçtiğimiz salı günü Meclis’teki yemin töreninin ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşmenin üzerinden en fazla 48 saat geçtikten sonra kabinenin ilanına Ankara hazırdı.
Ancak böyle olmadı.
Bu noktada, önümüzdeki dönemin siyasetini Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yaşanabilecek krizlere göre tahayyül edenler açısından kritik bir argüman da doğmuş oldu.
Bu argüman özetle şöyle:
Kabine listesi konusunda ciddi anlaşmazlık var. Gecikmenin nedeni bu.
Başa dönelim.
HDP Milletvekili Leyla Zana, parlamentoya ilk kez girdiği 1991 yılından 24 yıl sonra yine milletvekili yeminiyle gündemde.
Önceki gün kürsüye gelen Zana, önce yüzünü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a dönerek, Kürtçe, “Onurlu ve kalıcı bir barış umuduyla” ifadesini kullandı, daha sonra ise yemin metnini okudu.
Zana’nın metindeki “Türk milleti” ifadesi yerine “Türkiye milleti” ifadesini kullanması ise yemininin geçersiz sayılmasına yol açtı.
TBMM’yi yöneten Geçici Başkan CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal, yemin metninin usule uygun okunmadığını belirterek, Zana’dan yeminini tekrarlamasını istedi.
O esnada Zana, sırtını dönmüş, Genel Kurul’dan çıkıyordu.
Zana’nın, yeminden önce kullandığı ifadeler konusunda, “Bu kadar gençler ölürken hiçbir şey yokmuş gibi davranamazdım. Bazı şeylerin değişmesi gerek. Kesinlikle tekrar yemin etmeyeceğim” ifadelerini kullandığı kamuoyuna yansıdı.
Yeminden önceki ifadeleri Cumhurbaşkanı’na bakarak söylemesini, “Devletin başında o var” diye açıklayan Zana, önceki akşam, “Türk milleti” yerine neden “Türkiye milleti” dediği konusunda da “7 Haziran’da da Türkiye milleti demiştim. Ama bu kez Baykal’ın sert tutumu nedeniyle vurgu yaptım” yorumunda bulundu.
Zana’nın
Cemevleri için çatı düzenleme
Uzman hâkimler için akademi
Özerklik Şartı’ndaki şerhlerin kaldırılması
Başbakan Ahmet Davutoğlu, hükümeti kurma görevini aldı.
Kabine açıklandıktan sonra artık Meclis takvimi işlemeye başlayacak.
Önce TBMM Başkanlığı seçimi, ardından hükümet programının okunması ve güven oylaması süreci.
7 Haziran seçiminin ardından her bir aşaması için, “Ne olacak?” diye beklenen bu süreçler, 1 Kasım seçiminin ardından, “yerine getirilmesi zorunlu” hale geldi.
Bütün bu süreçlerde artık tek merak edilen, kimin, hangi koltuğa oturacağı.
Türkiye, 1990’lı yılların tarihe her bir bölümü ayrı not düşülecek askeri, siyasi dönemlerinden sonra yeni çağa nefes nefese girdi.
28 Şubat’la devrilen iktidarın içinden çıkan yeni bir siyasi hareketin iktidar olması, AB macerası için atılan büyük adımlar, büyük reformlar, alışılmadık projeler.
Bütün bunlar olurken operasyonlar, katliamlar, iktidar hareketinin içinde gelişen akımlar, iktidarın tavrına yönelik tartışmalar, bürokrasideki karmaşa, e-muhtıralar, yargının yarattığı büyük sorunlar hiç eksik olmadı.
2015’ten dönüp geriye baktığımızda yine her biri ayrı bilimsel araştırma konusu olabilecek aydınlık ve karanlık günleri yaşadığımızı görüyoruz.
Bir yanıyla ileriye doğru bakan toplumun zemininde ise altının kalınca çizilmesi gereken bir duygu var; yorgunluk.
Belki bu yüzden bir ülkenin siyasi gündeminde bu denli tartışılması çok normal olmayan hoşgörü ve huzur gibi kavramlar bu kadar yüksek sesle yer buluyor.
Endişeler, bitmeyen, “geriye kalan yüzde 51” tartışmaları, terör, özgürlükler ve güvenlikler dengesinin ülke dengesi üzerindeki büyük ağırlığı.
Partisi 1 Kasım seçiminden büyük zaferle çıkan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bu tabloyu okuyabildiğine kuşku yok.
Dün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuğuyduk.
1 Kasım seçimlerinden beklediği sonucu alamayan CHP lideri, birkaç gündür basına değerlendirmeler yapıyor.
CHP için fiili bir baraj haline gelen yüzde 30 oranını son seçimde de yakalayamamalarının nedenlerini analiz ediyor.
“Daha ne yapabiliriz?” sorusuna çok boyutlu cevaplar arıyor.
CHP liderinin açıklamalarını haber sütunlarımızda okuyacaksınız.
Ben dünkü görüşmeden kestirme bir izlenimimi aktarayım.
Kılıçdaroğlu, 1 Kasım’ın olağanüstü şartların sonucu olduğu konusundaki düşüncesini daha çok pekiştirmiş.
Bununla beraber, bir sonraki seçime kadar geçecek süreyi partinin hem söylem hem de eylem anlamında sınırlarını zorlayarak geçirmeye karar vermiş görünüyor.
PKK seçim öncesinde Türkiye sınırlarında faz değiştirdiğini göstermiş, Kobani benzeri kantonlaşma hedefiyle kurtarılmış bölgeler projesine kilitlenmişti.
7 Haziran - 1 Kasım arasındaki manzara; devletin bu hedefi ortadan kaldırma, örgütün yeni stratejisini içeride ve Kuzey Irak’ta besleyen kaynakları kurutma mücadelesinin yansıması şeklinde olmuştu.
Örgütün 1 Kasım’dan kısa bir süre önce ilan ettiği eylemsizlik, seçimden hemen sonra ortadan kalktı.
Son bir haftadır art arda çatışma ve şehit haberleri geliyor.
Devletin seçimden kısa bir süre önce ile seçimin hemen ertesindeki birkaç gün için daha düşük yoğunluklu seyreden mücadele konseptinde şu günlerde ciddi değişiklik var.
Örnek, neredeyse iki haftadır Silvan’da yaşananlar.
Üç büyük mahallede sokağa çıkma yasağıyla tırmanan olaylar o aşamaya geldi ki halk çareyi çevre illere göç etmekte arıyor.
Yıllar içinde izlediği strateji ve faydalandığı konjonktürle, “kırsalın değil yaşam merkezlerinin” örgütüne dönüşen PKK-KCK’yla mücadelede son aylarda kat edilen mesafenin özetini, aktarılan bazı bilgiler ışığında şöyle yapabilirim:
AB Bakanı Beril Dedeoğlu, AB’nin Türkiye ile ilgili yeni İlerleme Raporu’ndaki sert eleştirilerine yönelik tartışmalar sürerken, “Bize düşen ders çıkartmak” dedi. Raporla ilgili lobi yapıldığı izlenimi edindiğini kaydeden Dedeoğlu, bu konuda oluşan boşluğun doldurulmasına çalışılması gerektiğini kaydetti.
Görüşmeler sürerken, bir AB yetkilisinin mültecilerin Avrupa’ya yönelik göçünün durdurulması halinde raporun yumuşatılabileceğine yönelik değerlendirmeler yaptığını söyleyen Dedeoğlu, “Ben artık nasıl bir çıkış yaptıysam vallahi hatırlamıyorum. Diplomat olmamanın avantajını kullandım herhalde. Bir anda ‘nasıl olabilir böyle bir şey, yayınlayın kim korkar. Yayınlayın yani neysek oyuz’ tavrına bir girdim” dedi.
Dedeoğlu, raporda yer alan Cumhurbaşkanı’na yönelik eleştiriler için “kanıma dokundu” derken, raporda yer alan abartılı yaklaşımlara rağmen ders çıkarılması gerektiğini vurgulayarak, “Başlangıçta dedim, ağırımıza giden şeyler olabilir, abartılı olduğunu düşündüğümüz yerler olabilir. Türkiye’ye düşen içinden ders çıkarmaktır. Önümüz reform dönemi. Abartılı yaklaşımlar varsa böyle bir algı oluştuğunu biliyor olmak gerekir” değerlendirmesini yaptı.
1.5 aydır AB Bakanlığı
Dün Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile sohbet ettik. 1 Kasım seçim sonuçlarının genel tablosu üzerinden yaptığı analizde Ak Parti’nin merkezine konduğu çok sayıda argümanın çöktüğünü anlatan Akdoğan, partinin ve hükümetin ‘bundan sonrası’na odaklandığını söyledi.
Vaat edilen reformların en kısa sürede gerçekleştirileceğini, yapıcı ve uzlaşması siyaset tarzıyla yenileşme sürecinin devam ettirileceğini belirten Akdoğan, “Temiz sayfa açalım” çağrısında bulundu.
Akdoğan, YSK’nın, RTÜK’ün; kısacası devletin özel kanallara ceza uygulamasının kaldırılması gerektiğini de söyledi. “Önümüzdeki süreçte bu cezalar, yaptırımlar, medyanın üzerindeki bu ceza sopasını kaldırmak lazım” dedi.
Akdoğan’ın değerlendirmeleri şöyle:
ARGÜMANLARIN HEPSİ ÇÖKTÜ: Seçim sonuçları ortada. MHP’nin yüzde 1’in altında oy aldığı 3 il var. Yüzde 1-3 arası 11 il. Yüzde 5-10 arası 10 il. Yüzde 10-20 arası 48 il. HDP’nin yüzde 1’in altında 6 il. Yüzde 1-3 arası 34 il. Bu tablo vahim bir tablo. MHP 57 ilde, HDP 60 ilde vekil çıkaramamış. Sadece HDP değil, MHP de Türkiye partisi olamamış. CHP 34 şehirde vekil çıkaramamış; biz 3 şehirde çıkaramamışız. Bütün şehirlerde oyumuzu artırmışız. Seçim sonuçları gösterdi ki çöken