Çok olmadı, artık ne şekilde isimlendireceğimizi bile bilemediğimiz Galatasaray’ın yeni stadyumunun açılışında yaşanan olayların hemen ertesinde konuştuğumuz bir şey vardı.
Maddi sorunlar Galatasaray’ın kendi iradesini kullanmasını engelleyerek onun hakkında başkalarının karar verebildiği bir fiili durum yaratmıştır.
Stadyum bunun en güzel ifadesi oldu.
İnşaat sektörünün içinde biri olarak Arena’nın yapılma aşamalarında Galatasaray Kulübü’nden tek bir kişinin toplantılara alınmadığı, alınan kararlara karıştırılmadığını biliyorum. Zaten TOKİ Başkanı’nın bu mekânda büyük bir rahatlıkla taraftarı çileden çıkaran o konuşmasını yapmasının gerisinde böylesi bir alışkanlık olduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor.
İktidar, güç böyle bir iradenin kullanım hakkını kişilere verir, diğerinden de alır.
Galatasaray yıllardır yaşadığı maddi yoksunluklar sonucu giderek iradesini başkalarıyla paylaşır hale geldi. Bu da ister istemez yönetimlerin aldığı kararların sakin bir şekilde etraflıca düşünülmeden uygulamaya koyulmasına neden olmuştur.
Arena
Galatasaray 1. Gaziantepspor kupa karşılaşmasında umut vadeden bir takım olma görüntüsü vermişti. Dünkü oyun bunun birazcık devamı niteliğindeydi. Defansif anlamda çok dikkatli, hücum organizasyonlarında hala zayıftı Galatasaray. Yediği golse zaten kronikleşmiş bir kaleci sorun kaynaklıydı.
Galatasaray bu karşılaşmayı kaybetmiş olabilir, hatta çok vasat bir takım gibi oynadığını da söyleyebiliriz ancak iyimser bir bakışla farklılaşan, gelişen yanları görmezden gelemeyiz.
Galatasaray maç boyunca Gaziantepspor’un etkili oyuncularının oyun kurmasına izin vermedi. Çok eksikle kaldığı dakikalarda bile iyi savunma yaptı.
Elbette burada şu ayrımı ortaya koymak gerekiyor; Gaziantepspor doğru hücum organizasyonları yapabildi mi? Gaziantepspor da yeniden organize olan bir takım durumunda. Çok iyi şeyler yapıyor olduğunu izliyorsunuz. Ancak çoğu zaman sadece etkili atak yapan bir takım düşüncesinin ötesine geçemiyor.
Defans geride topları tam yerinde karşılıyor, kesiyor. Orta sahadan ileriye çıkışta da bir sorun yok. Ancak ceza sahası çevresine gelindiği andan
Geçen sezon Galatasaray’ın Beşiktaş’ı 3-0 yendiği karşılaşma Serdar Özkan’ın futbol kaderine yön veren bir maç olmuştu. O gün Serdar Özkan çok net pozisyonları harcamış, Beşiktaş’ın ağır yenilgisini kolaylaştırmıştı. Aynı Serdar’ın dün henüz 50. saniye oynanırken çok da iyi vuramadığı bir şutla attığı gol Beşiktaş’ın yenilgisini hazırlaması bakımından yine ilginç bir rastlantıydı.
Burak Yılmaz’ın yükselen futbol çizgisi göz önüne alındığında Türkiye’de futbolculara verilen şansın çelişkilerle dolu olduğunu biraz daha net ayırt edebiliyoruz.
Bu konuya basketboldan bir örnekle devam edelim, dün Beşiktaş CC’yı devirerek Kupa’yı kazanan Fenerbahçe’nin 35 sayı ile sahadaki en iyi oyuncusu Preldzic’in üç sene önceki acemi hallerini hatırladıkça kat ettiği bu aşamayı sürekli oynamasına borçlu olduğunu görmek gerekiyor.
Bu konuda neden ısrar ediyorum?
Sn. Demirören dün kongresinde Avrupa’nın en iyi oyuncularını transfer ederek herkesin
Yeni Malatyaspor yenilgisi Fenerbahçe’nin inebileceği en son dip çizgiydi. Aslına bakılırsa büyük bir kriz yaratması bekleniyordu. Hatta Aykut Kocaman’ın görevine son verilerek yeni bir teknik adamla bambaşka bir serüvenin başlatılmasıyla ilgili senaryolar da kimilerinin kafasında planlanmıştı. Zaten bir takım futbolcular da teknik adamı eleştiriyordu.
Ancak öyle olmadı.
13 yıllık başkanlık deneyimi Aziz Yıldırım’a Fenerbahçe’yi nasıl krizden çıkaracağının bilgisini kazandırmış olmalıydı. İşe teknik yönetimini göndererek devam etmenin bir takıma çok şey kazandırmayacağını başkan çok iyi öğrenmişti; son yıllarda hiçbir teknik direktörü sene dolmadan göndermiyordu. Hatta Aziz Yıldırım kriz bölgesine bile gitmedi bir süre. Bu nedenle de eleştirildi.
Antalya kampının ilk gününden itibaren basınla yakın ilişkiler kuruldu. Her gün bir kişi çıkıp açıklamalarda bulundu. Ortada kafa karıştıran sorulara cevap verdi. En önemlisi de Aykut Kocaman-Alex ikilisinin görüşmeleriydi. Alex’in internet sitesi
İnsanın içini karartan bir hazırlık karşılaşması oynadı milli takımımız. Futbolun bu kadar kötü olması milli takımımızın hazırlık maçlarındaki o tanıdık motivasyon eksikliğinden mi kaynaklanıyordu yoksa Hiddink’in yepyeni bir takım yaratma adına seçtiği kadronun ruhsuzluğu muydu, ikisi birden mi etkiliydi, karşılaşma boyunca düşündük durduk.
Açıkçası insana umut veren bir takım görüntüsünün Himalayalar kadar uzağındaydı takımımız. Bu takımın kendisine gelebilmesi için çok fazla hazırlık karşılaşması oynaması gerekiyor.
Belki eski alışkanlıklarımızdan olacak; 1996 yılından bu yana milli takımımızın yenilirken dahi kendine has bir karakteri, oyun düzeni vardı, gözler onu aradı durdu.
Hiddink’in yepyeni bir takım yaratma uğraşına saygı duymamak elde değil. Bunu 75 milyonluk ülkede “sınırlı kaynaklarla” yapmaya çalıştığını da unutmamak gerekiyor.
Kadrosunu tamamen Portekizce konuşan ve önemli oyuncuları dün akşam Arjantin karşısında ter döken futbolculardan kuran Beşiktaş’ın milli takıma İsmail dışında futbolcu veremiyor
Geçtiğimiz cumartesi günü gazetelerin internet sayfalarına düşen Rıdvan Dilmen’in kalp krizi geçirdiği haberi futbol dünyamızın içinde oldukça heyecan yarattı.
Rıdvan özellikle bizim kuşak için çok şey ifade ediyor. Bu söyleyeceğim şeyin tartışmaya açık olduğunu biliyorum ancak yine de cesaret etmek istiyorum; Rıdvan son otuz yıl içinde futbol dünyamızın içinden çıkmış en yetenekli ve farklı oyuncudur.
Özellikleri, yeteneği sporcu kimliği ile her zaman çelişmiştir.
Yanılmıyorsam 1993 ya da 94 yılıydı ve Fenerbahçe’nin başında Alman Osieck vardı. Fenerbahçe’nin kayıp yıllarından bir tanesiydi. Çok kötü yönetiliyordu ve bu elbette futbol takımına direkt olarak yansıyordu. Osieck disiplini ile farklı bir şey yapmaya çalışırken Tanju ve Rıdvan’ı kadro dışı bırakmıştı. O yıllarda Fenerbahçe Dereağzı’nda antrenman yapıyordu. Bu iki efsane oyuncunun A takımdan uzakta PAF takımıyla çalışmasını üzülerek izlemiştim. Bu satırları yazarken o an hissettiğim şeyi tekrar yaşıyorum.
Rıdv
Yıllardır Semih Şentürk’un nasıl oynayacağını tartışır dururduk. Bu zaman zaman santrafor bölgesine transfer edilen oyuncularla kıyaslanmasına dönüşür, her zaman kazanan Semih olmasına karşın yine yedek kalırdı.
Aykut Kocaman futbol dünyamızın içinden gelen biri olduğu için kamuoyunda yapılan tartışmaların şiddetini çok iyi biliyor. Bu nedenle tartışmalara konu olan şeyleri denediğini de görüyoruz. Niang’ın sol kanada çekilerek, Semih’in en uçta oynatılması bu beklentilerin karşılığıdır. Hatırlarsanız Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’nin taktiksel düzenlemelerini bilgisayar oyununa benzetmiştik.
Elinizde Niang gibi bir oyuncu varken onun kenarda oturtulması olacak iş değildir. Ancak Semih’in de oyunda olmasını istiyorsanız bu sefer oyuncuların yerleriyle ilgili kararlar vermek zorundasınız.
Alex-Niang-Semih üçlüsünün gücü onun arkasında oynayan futbolcuların katkılarıyla direkt ilgilidir.
Mehmet Topuz ve Emre’nin orta sahada ekstra katkı yapması Fenerbahçe’nin ileride oynayan futbolculara rahatlık sağlamaktadır.
Pek
Önce Aykut Kocaman hakemlerden dert yandı. Verilmeyen penaltılarından kaynaklanan mağduriyetini arz etti; bunu Trabzonspor’un üst üste üç hafta kazandığı penaltılarla eşitleyince bu sefer Şenol Güneş devreye girdi. Sivasspor maçında hakem Yunus Yıldırım’ın ters kararlarına sinirlenen Aziz Yıldırım hakem odasının önünde olay çıkardı.
Devre bitti; ortalık sakinleşti.
İkinci yarının başlaması ile birlikte hakem hatalarının takımların kaderini ilgilendiren puanlara etkisi artınca peş peşe açıklamalar geldi. Bu hafta tansiyon iyice yükseldi. Beşiktaş’ın çizgiyi geçen golünün verilmemesi, Trabzonspor’un kaybettiği puanları üstü örtülü bir şekilde hakemlere bağlamasıyla sanki ligin kaderini hakemlerin tayin ettiği yönünde bir düşünce çıktı ortaya.
Kuşkusuz bu hafta en fazla ses Beşiktaş tarafından geldi. Kimin şampiyon olacağını hakemler ve onları kontrol eden MHK yapıyormuş.
Önce bir konuda anlaşalım. Hakem futbolun içindeki temel bir unsur mudur? Örneğin hakemi olmayan bir karşılaşmanın oynaması