Sizin ve bizim kafa karışıklığımız da elbette önemli ama Milli Eğitim Bakanlığı gibi 20 milyon öğrenci, 30 milyon veli ile 700 bin öğretmenin kaderini etkileyen bir kurumun kafa karışıklığı, her şeyden çok daha önemli.
SBS konusunda Bakanlığın ne yaptığını anlamak gerçekten mümkün değil.
İsterseniz gelin biraz geçmişe yolculuk yapalım:
Bir önceki Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Türk Eğitim Tarihi’nin en büyük reformlarından biri diye SBS’yi uygulamaya koydu. Daha ilk günden itibaren yoğun eleştiriler almasına rağmen kale gibi arkasında durdu. Hem de Başbakan Erdoğan’ın “Çocuklarımızı kurtarın şu sınav garabetinden“ açıklamalarına rağmen...
Sonra Çelik gitti, Çubukçu geldi. İlk yaptığı icraatlardan birisi de SBS hakkında inceleme başlatmak oldu. Ve altı ayın sonunda gördü ki, bu SBS “garabeti“nden bir an önce kurtulmak gerekiyor. Öyle de yaptı.
SBS’nin gelecek yıldan itibaren kaldırıldığını ilan etti. Ama, daha önce bu sürece katılan öğrenciler, SBS eziyeti çekmeye devam edecekler dedi. Bunun üzerine veliler mahkemeye gittiler. Kimi sınav devam etsin dedi, kimi de kalkmasını istedi. Ve sonunda 7’nci sınıflar için SBS zorunlu olmaktan çıkartıldı.
İşte bu noktadan sonrası
İTÜ’de dün başlayan çok önemli bir kongre var. Bilişimin geldiği son nokta ve her yönü ile internet tartışılıyor. İşte bu kongre öncesinde Genç Bakış’ta internetin getirilerini ve götürülerini tartıştık.
Sadece çağın değil, bin yılın buluşu diyenler de oldu. Olmaz olsun diyenler de... Ama gelinen son nokta, internet kültürünün zamanla oturacağı ve bugün şikâyet konusu olan konuların ortadan kalkacağı yönünde oldu.
Vikileaks’in de öncelikle tartışıldığı programda en fazla üzerinde durulan konu ise internetin güvenirliliğiydi. Program sonunda şakayla da olsa artık internete veda ediyorum dedirtecek çok ayrıntılar vardı. İşte programdan satır başları:
Serdar Kuzuloğlu - Radikal gazetesi teknoloji yazarı
- İnternetin ucuna bağlı hiçbir şey güvenli değildir.
- Bireysel olarak nasıl evimizin kapısını kilitliyorsak internet üzerinde biraz hassas olmakla yükümlüyüz.
Garip bir ülkede yaşıyoruz. Hem de çok garip. Önceki yıl KPSS’de Türkiye birincisi olan öğretmen açıkta kalmıştı. Çünkü Fizik’ten hiç öğretmen alınmamıştı...
Şimdi aynı durumu, kendi branşında Türkiye birincisi olan diğer öğretmenler yaşıyor.
Örneğin Almanca’da Türkiye’nin en iyisi de olsanız atanmanız mümkün değil.
Uzun zamandır olduğu gibi yine Almanca’dan öğretmen alınmıyor.
Daha da komiği, pek çok branşta, pek çok öğretmen, 80 üzeri puanlarla açıkta kalırken, taban puan belirlenmediği için 15-20 puanı olsa da atanan öğretmenler var. Örneğin Rehberlik öğretmenleri.
Böylesine çelişki olur mu demeyin! Bal gibi oluyor.
Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık’ta puan barajını ortadan kaldıran MEB, nedense aynı ders için çok yüksek puanlı Felsefe ve Sosyoloji mezunlarının atamasını yapmıyor. Üstelik formasyonları ve tamamlama eğitim sertifikaları olmasına rağmen.
Hafta sonu Kamu Personeli Seçme Sınavı, KPSS vardı. Yaklaşık 2.5 milyon kişi girdi.
Sınav iki bölümdü. İlkine ortaöğretim mezunları yani lise mezunları; ikincisine de ön lisans mezunları girdi.
Sınavda öylesine çarpıcı sorular vardı ki üzerinde çok tartışılır.
Örneğin 1982 Anayasası’na göre cumhurbaşkanın görev süresi soruluyor. Eski haliyle mi yoksa yeni haliyle mi? O belli değil.
Gül, şimdi 5 yıl mı görev yapacak, yoksa 7 yıl mı?
Ankara bile hâlâ işin içinden çıkamamışken gençlerin ne kadarı bu soruyu doğru cevapladı gerçekten merak konusu.
Ama daha komik olanı, Merkez Bankası Başkanı’nın ismine yönelik soru. Bilen bilir ama bilmeyenler için kopya malzemesi ceplerindeki kâğıt paralarda mevcuttu. Ve pek çoğu da öyle yaptı, cebindeki kâğıt parayı çıkarttı ve D. Yılmaz imzasını görüp doğru seçeneği işaretledi.
Eğitimdeki temel sorunların çözümü için verilen vaatler, nedense hep seçimden sonraya erteleniyor.
Bunun son örneği YÖK.
Güya YÖK yasası değiştirilip, YÖK ve üniversiteler yeniden yapılandırılacaktı.
Ama başka bir bahara kaldı.
Niye şimdi değil de seçimden sonra?
Meclis’te YÖK yasasının değişmesini istemeyen parti mi var ki!
Aslında diğer partilerin desteğine de gerek yok.
Eğitimle ilgili hangi bakan gündeme gelse, hemen bir şeyler çağrıştırır. Kimi kadrolaşmayı, kimi ilgisizliği, kimi de yaz-boz projeleri anımsatır.
İçinde bulunduğumuz dönem ise sıkıntıların had safhaya çıktığı bir dönem olarak hatırlanacak gibi görünüyor.
Eğitimle uzaktan yakından ilgisi olan kiminle konuşsanız, hemen hepsinin bir hikâyesi var. Her gün binlerce mail geliyor. Okudukça da içiniz kararıyor. Ama yine de okumaya devam ediyorsunuz. Çünkü hepsi de gerçek bir yaşam öyküsü ve hepsi de bir ömür törpüsü.
İşte o maillerden bazıları. Belki birilerinin ilgisini çeker de çözüm üretirler beklentisindeler...
Hayatımız altüst oldu
“KPSS skandalının patlamış olduğu aylarda referandumun olması nedeniyle basında yeterince yer alamadık. Bu nedenle sesimizi duyuramadık, sınav iptal oldu. Yeni sınav yapılıp, puanlar hesaplandı derken sonuçlar açıklandı. Nasıl bir tesadüftür ki; sonuçların açıklanması, 9 günlük bir bayram tatiline denk geldi. Şimdi ise benim gibi 10 Temmuz 2010 sınavında hakkıyla atanacak puanı almış; ancak 31 Ekim 2010’daki yenilenen sınavda puan hesaplama sitilinde yapılan değişikle atanamayacak puan alan ya da sınırda kalan birçok arkadaşımız var. Bayram tatili
Olası bir CHP iktidarında Milli Eğitim Bakanı olarak adı geçen Muharrem İnce ve Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, önceki gece Genç Bakış’ın konuğuydu. Ankara’da Atılım Üniversitesi’nde gerçekleşen programda, İnce, Bakan Çubukçu’ya bir kez daha hodri meydan çekti. KPSS skandalını ortaya çıkaran Koncuk da, iktidarın kopyacıların üzerine yeterince gitmediğini söyledi.
Öğrencilerin yanı sıra atamaları yapılmayan öğretmenlerin de katıldığı programda, konukların da konuşmacıların da ortak arzusu, 6 Aralık’ta gerçekleşecek atama döneminde 30 bin kişilik kadronun 50 bine çıkartılması ve erteleme nedeniyle yaş sınırını aşanlarla, askerlik erteleme süresi biten öğretmenlerin sorunlarına çözüm üretilmesiydi.
İşte programdan satır başladı:
Eğitim iyi yönetilmiyor
Muharrem İnce
Başbakan Erdoğan, kendi talimatıyla başlatılan FATİH projesini anlatırken “Her ne kadar bazıları FATİH adıyla dalgasını geçiyorsa da, bu proje hakkıyla icra edildiğinde onlara gerekli tokadı atacaktır” dedi.
Tokadı yiyecekler kimler bilmiyoruz ama eğitim ve tokat kelimelerinin bir arada telaffuz edilmesi hiç yakışık değil.
Kaldı ki böylesi önemli bir projeye, aklı başında kim hayır der ki! Ama, eğitimin ve bilimin temeli sorgulamaya dayanır. Eğer bir proje ya da fikir sorgusuz sualsiz kabul ediliyor ve gözü kapalı destekleniyorsa, asıl ondan korkmak gerekir. Yoksa yapıcı eleştirilerden değil...
Proje ile ilgili değerlendirmeye geçmeden önce, medyadaki algılaması nasıl olmuş ona bir göz atalım.
Bazı gazeteler bu önemli projeyi garip bir şekilde hiç görmemiş, bazıları da gaza gelip ayakları yerden kesilmiş.
Aslına bakılırsa ne hiç ciddiye alınmayacak kadar sıradan bir proje ne de Fatih’in İstanbul’u fethi gibi eğitime çağ atlatacak bir girişim...
Şu anda da zaten fazlasıyla okulda uygulanıyor.