Öğrenci değişim programları hemen her ülkede çok yaygın. ERASMUS ve Farabi bunların en bilinenleri. ERASMUS, Avrupa Birliği ülkeleri arasında gerçekleştirilen üniversiteler arası öğrenci değişim programı, Farabi de ulusal olanı. Ayrıca sivil toplum örgütleri kanalıyla bütün dünyayı kapsayan çok farklı değişim programları da söz konusu. Bir de paralı olanlar var ki onlar da giderek yaygınlaşan bir şekilde hayatımıza giriyor.
Küresel ekonomiyle birlikte, coğrafi sınırlar çoktan kalktı. Öğrencilerin artık pek çoğu üniversiteye bir ülkede başlıyor, bir başka ülkede bitiriyor. Değişim programları çerçevesinde, bir yıllığına yurtdışına giden liselilerin sayısı, her yıl katlanarak artıyor.
Üniversite reyting sıralamalarında yabancı öğrenci oranı ve çeşitliliği, önemli kriterlerden biri olma yolunda. Yani, öğrenci değişimi, önümüzdeki yıllarda eğitimin olmazsa olmazlarından biri haline gelecek.
Peki biz bu olaya nasıl bakıyoruz ve ne kadar yararlanabiliyoruz?
Sıcak baktığımız kesin. Sayılardaki artış bunun bir göstergesi. Yerel değişim programı Farabi’nin henüz istenilen sonucu ulaşılamasa da düşünülmüş olması, önemli bir gelişme.
Pek çok konuda eleştirdiğimiz YÖK’ün bu konudaki
Allah kimseyi zorunlu olmadıkça hastanelere düşürmesin. İşte o an can dostunuz hemşireler olur. Hayata yeniden tutunmaya çalışırken, doktorlar arada bir gelir, gider ama her ağrınızda, sızınızda onlar hep yanınızdadır. Sanırsınız ki şifa ve moral dağıtan bu “melekler’in hiç sorunu yoktur. Belli ki başka sorunlarla ilgilenmekten kendilerini hep ihmal etmişler...
9’uncusu düzenlenen Uluslararası Katılımlı Hemşirelik Öğrencileri Kongresi’nde bulunmasam ben de haberdar olamayacaktım. Oturumlardan birini ben yönettim. Ve kendileriyle ilgili hangi konuya dokunsak, bin ah işittik. Ve yine hayretle öğrendim ki erkek hemşirelerin sayısı giderek artıyormuş. Bazı okullarda oran yüzde 30’lara kadar çıkmış. Erkeklerin bu mesleğe yönelmesinin en önemli nedeni ise iş garantisinin olmasıymış.
Erkeklik için hemşirelik kavramı tam oturmuyor. Yeni bir isim bulun dediysem de, ona gelinceye kadar daha neler var deyip sıralamaya başladılar.
Lise mezununa da, iki yıllık olanlara da 4 yıl yüksekokul mezunlarına da hepsine birden hemşire deniyor. Oysa statüleri öylesine farklı ki, önce bu ayrımın getirilmesi gerekir diyorlar ama belli ki seslerini başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere kimselere
Fenerbahçe’nin “efsane” futbolcusu Rıdvan Dilmen, Genç Bakış’ta, futboldan siyasete, tribünlerden transferlere hemen her konuda öğrenci sorularını büyük bir samimiyetle cevapladı. Zorlandığı, cevaplamasam dediği tek soru ise “Fenerbahçe’ye teknik direktör mü olmak istersiniz yoksa başkan mı?” sorusu oldu.
Yeditepe Üniversitesi’nde gerçekleşen programdan işte önemli satır başları:
- GS’ye transfer konusunda Ergun Gürsoy’a karşı hatalıyım.
- Boluspor’a transfer olduğumda ilk maçı Fenerbahçe, ikinci maçı da Galatasaray ile oynadık. Daha birkaç ay öncesinde çikletlerden çıkan kartlarını biriktirdiğim oyuncularla aynı sahadaydım. İnanılmazdı.
- Sakatlıklarımdan sonra biraz medyanın baskısı, biraz da benim tecrübesizliğim ve aceleciliğimden dolayı sahalara erken döndüm. En büyük pişmanlığım bu.
- Bir keresinde Fenerbahçe-Galatasaray maçına yetişmeye çalışırken maça iki saat kala köprü trafiğinde kaldım. Bir polis geldi cama vurdu: “Abi sen oynamıyor musun?” dedi. Ben de “Yetişirsem oynayacağım” dedim. Polis atla hadi arkaya dedi ve beni motoruyla maça yetiştirdi.
- Hâlâ konuşulan 4-3’lük Fenerbahçe-Galatasaray Türkiye Kupası maçının devre arasında biz 3-0 mağlupken Aykut
Türkiye’de Alman, Fransız, Amerikan, Avusturya ve İtalyan liseleri var. Üstelik Lozan’ın koruması altındalar. Yani siz bize izin vermezseniz biz de sizinkileri kapatırız noktasında değiliz...
Ama bizim de en azından Türklerin yoğun bulunduğu ülkelerde Türk liseleri hakkımız olmalı. Başbakan Erdoğan’ın ısrarı da bu yüzden. İzin verilip verilmeyeceğini hep birlikte göreceğiz. Ama Merkel şunu bilmeli ki Almanya’da Türk liselerine öğrenim şansı tanınmaz ise Türkiye’de kurulması düşünülen Türk-Alman üniversitelerine de zor izin verilir.
Bu arada Türkiye, Almanya’da Türk liseleri konusunda neden bu kadar ısrarcı onu da anlamak zor. “Yıllardır vatandaşlarımızı, özellikle de çocuklarını ihmal ettik, bu yüzden asimile oldular, artık bir şey yapma zaman geldi diye harekete geçtiysek”, “Zararın neresinden dönsek kârdır” deyip, kendilerini kutlarız. Ama sanki arkasında başka gelişmeler var gibi!..
Kaldı ki yüz binlerce çocuğumuz ve gencimiz için kaç lise açılabilir ki, yüzlerce açılsa gene yetmez. Bu yüzden, Alman okulları içinde Türkçe ve din dersi eğitimi almaları sağlanmalıdır. Peki bu yok mu? Kısmen var. Ama öylesine iğreti yapılıyor ki ciddi bir yarar sağladığını söylemek çok zor.
Baş
Son haftalarda yüzlerce yıllık geçmişe sahip birkaç lise gezdim. Dışarıdan bakıldığında çok başarılılar. Üniversiteye girişteki başarı oranları çok yüksek. Öyle böyle yabancı dil de öğretiyorlar. Popülariteleri de bir hayli yüksek. Yani ailelerin ve öğrencilerin gözdesi okullardan bazıları...
Giren memnun, mezun olan memnun, okul yönetimleri memnun, aileler memnun. Yani herkes gidişattan memnun iken, bendeki bu tedirginlik ya da sorgulama niye?
Sorun sadece bu okullarla ilgili değil. Eğitim sistemimizin geneli ve bilim adamlarımızın yaptıklarıyla ilgili.
Eğitim ve özellikle de bilim, elbette evrensel. Ama ya ulusal değerler, güncel tartışmalar ve içinde yaşanılan çevre. Bunların hiç mi önemi yok?..
Giriş sınavları öğrencileri gerçek hayattan o kadar uzaklaştırdı ki, sınavda soru çıkan testlerin ötesinde hiçbir şey umurlarında değil.
Örneğin, şu günlerde Türkiye anayasa tartışmalarıyla yatıyor, onunla kalkıyor. Gerçekleşecek olası değişiklikler de bizden daha çok onları ilgilendiriyor. Çünkü Türkiye’nin geleceğini şekillendirmeye yönelik.
Lise son, üniversite ve özellikle de hukuk fakültesi öğrencilerinin bu tartışmaları yakından izlemeleri gerekmez mi?
On binlerce aile, okula yeni başlayacak çocukları için daha şimdiden okul arayışı içinde. Kafaları karmakarışık. Hemen her gün bu konuda çok farklı sorularla karşılaşıyoruz. Hepsi de hayati önem taşıyor. Çünkü çoğu daha ilk kez veli oluyor. Çocukları en iyi okullarda okusun istiyor...
Liselere ve üniversiteye girişin yolu belli. Özel öğretmen, dershane, giriş sınavları derken hemen herkes kendisine bir yön çiziyor. Peki ama ilköğretim okulu seçerken neye dikkat edilecek? Popüler okullara öğrenci alınırken. daha okuma yazma bile bilmeyen öğrencilerden ne istenecek?
Velilerin kafasını karıştıran da zaten bu konular.
En zor durumda olanlar ise yükseköğrenimli çalışan anne-babalar. Çocukları çok iyi okullarda okusun istiyorlar. Kazandıklarının tümünü bunun için harcamaya hazırlar. Peki ama değer mi? Ya da onca masrafa değecek okullar hangisi?..
Özel okul deyip geçmeyin! Anaokulu, özel okul, kolej, vakıf üniversitesi derken neredeyse 15 yıllık bir süreç söz konusu. Öğretim ücretinin yanı sıra, özel ders, dershane ve diğer eğitim giderlerini de kattığınızda karşınıza yüz binlerce dolarlık bir bilanço çıkıyor. Milyon doları bulanlar bile var. Peki alınan bu özel öğretim, bunca
Liselere giriş sınavı SBS için başvurular başladı ve bitti. Ama aynı öğrencilerin, daha doğrusu, 8. sınıf öğrencilerinin kolej başvurularından hâlâ bir haber yok. Çünkü, yerleştirmenin nasıl yapılacağı konusunda hâlâ sıkı pazarlıklar var. Sınavları gerçekleştiren Eğitim Teknolojileri Genel Müdürü Prof. Dr. Nizami Aktürk’ün bununla bir ilgisi var mı, yok mu bilmiyoruz. Ama zamanlama çok ilginç!..
Milli Eğitim Bakanlığı’ndan gelen bilgiler, sınavlardan sonra anadolu liseleri ile kolejlerin tercih ve yerleştirme sisteminin de ortak hale getirileceği yönünde. Yani tıpkı üniversite girişte olduğu gibi devlet-özel okul ayrımı yapılmadan tek tercih listesi hazırlanacak ve merkezi sistem yerleştirme yapılacak.
Özel okulların önemli bir kısmı buna karşı gibi. Çünkü merkezi sisteme giren okullara daha sonra istediği gibi öğrenci alma serbestliği tanınmayacakmış.
Kendi açılarından bakıldığında haklılar. Çünkü çok büyük yatırım yapıyorlar ve her kontenjan açığı yeni bir krizin habercisi olabiliyor.
Bu tür okulların, merkezi kayıt sistemi yerine serbest kayıt sistemini tercih etmeleri daha akılcı olabilir. Ama bu da acaba iyi okul değil mi de böyle davranıyor intibaı yaratır diye
Türkiye’nin bir numaralı gündem maddesi haline gelen anayasa paketi, görünen o ki, daha uzun süre tartışılacak. Ama sanki bugüne kadar yapılan tartışmalar hep şekil üzerine ve siyaseten; paketin özüyle ilgilenen fazla yok.
Paketin özüne yönelik ilk ciddi tartışma önceki gece TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı, Anayasa Profesörü Burhan Kuzu ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrenci ve öğretim üyeleri arasında gerçekleşti.
Öğrenci ve hocalar, anayasa paketinin satır aralarında çok ciddi açıklar buldular. Prof. Kuzu da tüm önerileri dikkate alacaklarını söyledi. İşte bu diyaloglardan ve Prof. Kuzu’nun açıklamalarından satır başları:
İçerik tartışması
Doç. Dr. Levent Gönenç: Anayasa Mahkemesi’ne yükseköğrenim görmüş Türk vatandaşları arasından iki üye seçilmesi konusunda bir kriter yok. Anayasa Mahkemesi uzmanlık gerektiren bir mahkeme değil midir ki, burada bir kriter belirtilmemiş?
Burhan Kuzu: Anayasa Mahkemesi tipik bir yargı organı değil. Asker, ekonomi, enerji ve birçok farklı şeyle ilgili davaların geldiği bir yer. Bu nedenle karma yapılı olması daha uygun. Ama gerekirse bu madde çıkarılabilir de. Bu konuda bir iddiamız yok.