YÖK, katsayılar için bugün yeniden toplanıyor. Peki, olumlu bir sonuç çıkar mı? Evet demek çok zor. Çünkü doğru olanı yapmaktan çok, iktidarın ne istediğine odaklanmış durumdalar. Hatta öyle bir odaklanma ki, yapması gerekenleri bile yapmıyor, sorgulamıyorlar.
Örneğin, katsayılar tümden kalkarsa, yani herkes eşit koşullarda yarışırsa, meslek liselerine sağlanan “üniversiteye sınavsız geçiş” avantajının da ortadan kalkması gerekiyor. Yoksa konu yine mahkemelik olur ve Danıştay, haklı olarak, bu kez de bu “unutkanlık” ya da “şaşkınlık” için yürütmeyi durdurur.
Eğer amaç üzüm yemek, yani katsayı sorununu çözmek olsaydı, bu sorun şimdiye kadar bin defa çözülürdü. Ama daha önemlisi, bir mağduriyeti önlerken, yeni mağdurların yaratılmaması gerekir.
Son günlerde meslek lisesi dışındaki öğrencilerden mail yağıyor. “Biz bütün hazırlıklarımızı eski sisteme göre yaptık, bu kafa karışıklığı niye?” diyorlar, ki çok haklılar.
1998’de Gürüz ve arkadaşları, katsayı dayatmasını uygulamaya koyduklarında iki büyük hata yaptılar. Bunlardan ilki, yeni sistemi yeni öğrencilere uygulamak yerine, eski mezunlar ve mevcut öğrencileri de kapsama alanı içine aldılar. İkincisi de meslek lisesi
Domuz gribine yönelik aşı kampanyası görünen o ki sadece bizde “fiyasko” ile sonuçlanmadı. Dünyanın pek çok yerinden benzer sinyaller geliyor.
Stratejik hatalar hemen her yerde aynı. Yaratılan korku ve ille de olun baskısı, ticari kaygıları da beraberinde getirdi. Öğretmenler ve doktorlar aşının gerekliliğine inandırılamayınca da gerisi gelmedi.
İşte bu yönde Fransa’dan gelen bir mail:
“Fransa’da görevli bir öğretmenim. Çocuklarımın Grip A olması için dün aşı formu gönderdiler. Bize gelen formlarda da Türkiye’dekiler gibi aynı şeyler yazıyordu, kafamız karıştı, doktorumuza gittik, kesinlikle vurulmamamız gerektiğini belirtip aşının yan etkilerinden bahsetti. Ve daha önemlisi aşılamanın burada yüzde 4’lerde kaldığını, doktorların yüzde 90’ının aşıya karşı olduğunu belirtti. Anlayacağınız, kafa karışıklığı sadece Türkiye’de değil, burada da devam ediyor.”
Almanya ve daha pek çok Avrupa ülkesinde de durum farklı değilmiş.
Umarız, bu konuda da Yalancı Çoban hikâyesi yaşanmaz.
Bilindiği gibi çoban, birkaç kez köy kahvesine soluk soluğa gelip, sürüyü kurtlar bastı, hepsi tehlikede diye herkesi seferber edip, dağa götürdüğünde, telaşları fos çıkmış. Günün birinde gerçekten felaket
Türkiye Özel Okullar Birliği, her yıl olduğu gibi, bu yıl da geleneksel Antalya Sempozyumu’nu düzenliyor. Konu, konuklar ve oturum başlıklarına baktığımda, bunlar herhalde uzayda yaşıyor demekten kendimi alamadım.
Kontenjanlarının neredeyse yarısı boş kaldı. Pek çoğu krizin eşiğinde. Türk eğitim sisteminin başta giriş sınavları olmak üzere bin tane sorunu varken onlar kelimenin tam anlamıyla üç gün havanda su dövecekler.
Demek ki, “Zordalar, destek çıkılsın” diye onca yazıyı boşa yazmışız.
Sempozyuma Bakan Çubukçu da katılacakmış. Oh ne âlâ! Körler, sağırlar birbirini ağırlar...
Panelin ana konusu okulda yenilenme. Artık ne demekse. Konu başlıkları da bir o kadar bilimsel!
Bu durum, İstanbul’un işgali sırasında Bizans’ı yönetenlerin “Melekler dişi miydi yoksa erkek miydi?” tartışmasına benziyor. Haydi hayırlısı. Belki de bizim göremediğimiz, çok farklı açılımlar gerçekleşecektir!..
Keşke biraz da sektör neden tıkandı, en az yüzde 10’larda olması gereken oran neden yüzde 2’lerde, veliler özel okullara neden küstü, 8 yıllık kesintisiz eğitimin yarattığı erozyon, SBS aymazlığı, yabancı dil öğretiyoruz kandırmacası, sürekli artan ücretler, vergiler ve sistemdeki çöküşün diğer
Demokrat Parti Genel Başkanı Cindoruk, önceki gece, Elazığ Fırat Üniversitesi’nde, siyasete neden geri döndüğünden 28 Şubat sürecine kadar, gençlerin sorularına cevap verdi. Sabır sınırlarını zorlayanlar oldu ama o yine de sakinliğini korudu. Öğrencinin ilgisi müthişti. 2010 seçim yılı dedi ve ekledi: DP, TBMM’nin 4. partisi olacak. Ak Parti birinci parti olur ama tek başına iktidara gelemez. DP-AKP koalisyonuna parti kurullarımız karar verir.
İşte programdan bazı satır başları:
- Şu an Türkiye’de bir demokratik açılım görmüyorum. Günün birinde bir demokratik açılım yapılacaksa bunun adı “anayasa açılımı” olmalı. Belli bir zümreye yönelik açılım, eşitlikçi ve demokratik değil.
- “Yol haritası” meselesine kesinlikle karşıyım. Bir kere müebbet hapse mahkûm edilmiş bir hükümlü yol haritası filan veremez. Bu açılım devletin açılımı mı, Apo’nun açılımı mı? Bir hükümlünün ülkesinin iç meselesine bu denli karışmasına izin veren hükümet zafiyeti büyük yanlıştır. Adalet Bakanı terörist başının hukuki durumunu yeniden gözden geçirmelidir.
- Silahlı bir siyasi parti olmaz. Silahla hak alınmaz, yalnız kan dökülür. Kim hangi hakkı almak istiyorsa siyasi zeminde yapacak. Ama bir siyasi
Birkaç günlüğüne de olsa, dünyanın en ilginç kentlerinden biri olan Dubai’deydim. 40’ı aşkın ülke görmüş biri olarak, şaşırmadım desem yalan olur. Farklı hem de çok farklı bir kent. 20 yıl öncesine kadar çölmüş. Şimdi ise istisnasız binlerce gökdelenin burun buruna, göğü delercesine yarıştığı ultra modern bir kent olmuş. Hemen her gökdelen, bizdeki en yüksek binalardan daha yüksek ve daha havalı. Bizim milyon dolarlık rezidanslar onların yanında sönük kalır.
Kentin yarısı hâlâ şantiye gibi. Onlarca milyar dolar harcanmış, harcanmaya da devam ediyor. Dubai Şeyhi El Maktum, petrolden kazandıkları parayı buraya yatırmış. Diğer Arap sermayesi de desteklemiş. Dünyanın önemli finans ve ticaret merkezlerinden biri olmak için yola çıkmışlar. Yolun önemli bir kısmını da kat etmişler. Ama nefesleri kesilmiş. 60 milyar dolar borçtan bahsediliyor. Hisse senetleri iki günde yüzde 15 düşmüş. İnşaatların önemli bir kısmı yarım kalmış. Her ne kadar içeride battı, batıyor söylentileri fısıltı gazetelerinin dışında dillendirilmese de dünya ekonomi medyasının manşetlerinden inmiyorlar.
İşin ekonomik yanını ekonomistler tüm ayrıntılarıyla yazıyorlar. Ben sadece gözlemlerimi sizlerle paylaşmak
Katsayıların yarattığı moral bozukluğu milyonlarca genci ve ailesini, derinden etkilemeye devam ediyor. İmam hatiplerden endüstri meslek liselerine, turizmden iletişime, klasik liselerden anadolu liselerine kadar hemen herkes bu sistemden şikâyetçi.
Peki “garabet”e benzeyen sistemden mutlu olan var mı? Dershaneler dışında, bu sistemden memnun olanı bulmak gerçekten de zor. Aslına bakarsanız, dershanecilerin de vicdanı sızlıyor. Çünkü gençlerin ellerinde eriyip gitmelerine onların da gönülleri razı olmuyor. Sistem revize edilse, eminim ki en az onlar da, öğrenciler kadar sevinecekler.
Hangi liseye giderlerse gitsinler gençlerin geleceğine ambargo koymaya kimsenin hakkı yok. Eğitim sisteminde yatay ve dikey geçişler her zaman mümkün olmalı.
Sadece üniversiteye girişte değil, üniversiteye girdikten sonra da, girdiği bölümde aradığını bulamayan öğrenci, hiç yeniden sınava girmeden, rahatlıkla bölüm değiştirebilmeli.
Üniversiteden atılmanın kaldırılmasının konuşulduğu şu günlerde, böylesi bir proje, rahatlıkla hayata geçebilir. Yeter ki istensin.
Eğer amaç yeni mağdurlar yaratmak değilse, ne olur artık bu kaosa bir son verilsin. Birilerini mutlu ederken, diğerlerinin geleceği
Katsayı sorununun çözümü konusunda kim ne kadar samimi? Bunu anlayabilmek için yapılan tartışmalara bakmak yeter de artar. 1998’de bu uygulamayı başlatanlar samimi miydi? Kesinlikle hayır. 7 yıldır iktidarda olan Ak Parti ve onun uzantısı YÖK samimi mi? O da kesinlikle hayır.
Sınav sistemi, Başbakan Erdoğan’ın da vurguladığı gibi, tam bir “garabet”. Milli Eğitim Bakanı ve YÖK Başkanı da dahil bu sistemi anlayan, bilen ve Türk Eğitim Sistemi’ne bir bütün olarak bakıp, gençlerimizin geleceğini ona göre inşa eden bir karar verici bulmak da çok zor.
Sistemi bilmeden, veli ve öğrencilerin beklentilerinden haberdar olmadan, tüm sistemi imam hatip karşıtlığına ya da destekleyiciliğine indirgemek hataların en büyüğü olur. Bu kısır tartışma yüzünden yüz binlerce genç yıllardır mağdur oluyor.
Meslek lisesi mezunlarına üniversiteye girişte sınırsız olanaklar sunmak, herkese dünya seyahati önermek gibi bir şey. Eğer cebinizde paranız yoksa bırakın dünyanın öbür ucuna, en yakındaki bir ile bile gidemezsiniz. Meslek liselilerin durumu da aynen öyle.
“İsteyen tıbba, hukuka, ya da siyasala girsin” diyoruz. Ama gerekli bilgilerle donatılmazlarsa bu nasıl olacak?
ÖSS’de, fakültelerin puan
Üniversiteye girişte uygulanan farklı katsayı düzenlemesi tam 10 yıldır sadece eğitimin değil, siyasetin de en önemli tartışma konularından biri haline geldi.
Karar alınırken de akademik kriter göz önünde bulundurulmadı, çözülmeye çalışılırken de. Yaşanan tüm tartışmaların nedeni de zaten bu.
1998 YÖK’ü bu kararı alırken günün birinde tümüyle değiştirileceğini biliyordu. Çünkü hakkaniyetli değildi. 2009 YÖK’ü de bir uçtan diğer uca giderken, aldığı kararın Danıştay’dan döneceğini biliyordu. Çünkü eğitim sisteminin bütünüyle bağdaşmıyordu. Zaten bu yüzdendir ki, böyle bir durum için uygulamaya konulacak alternatif sistem aylar öncesinden hazırlanmış...
Tıpkı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi, şimdiki iktidarın da bir eğitim politikası yok. Örneğin, Başbakan Erdoğan da dahil, Ak Partililerin tümü, üniversiteye girişte tek kriterin ÖSS ya da onun yerine getirilen sınavların olmasını istiyorlar. Herkes eşit koşullarda yarışsın, yapan kazansın deniliyor. Dışarıdan bakıldığında kulağa hoş geliyor, adil bir çözüm gibi gözüküyor. Ama söylenenlerin tam aksi bir durum söz konusu.
İşte size, eski sistem kadar, Danıştay’ın da iptal ettiği yeni sistemin zaafları:
- İktidar, üniversiteye