Okullarda yeni öğretim yılı, televizyonlarda yeni yayın dönemi başlıyor. Öğrenciden öğretmene, veliden izleyiciye kadar tüm tarafların öncelikli tek isteği var: Saygı, saygı saygı.
Eğitimden ve televizyondan beklentiler birbiriyle öylesine örtüşüyor ki biri için istenen, gözü kapalı olarak, diğeri için de istenebilir. Çünkü her iki kesimin de hedef kitlesi insan. Özellikle de genç nüfus.
Yeni öğretim yılı ve yeni yayın dönemi beklentilerini gelin hep birlikte düşünelim. Ben aklıma gelenleri yazayım, siz de eksikleri tamamlayın. Ve bu duyarlılığımızı onlar duyuncaya kadar sürdürelim. En azından bu öğretim yılında ve bu yayın döneminde daha az sinirleniriz.
Bakalım milli eğitime ve televizyonlara yön verenler, bu temennilere ne kadar kulak verecekler! Önce eğitim:
Boş geçmeyen dersler, kadrolu branş öğretmenleri
Üç ay sonra lime lime olmayan ders kitapları
40 kişiyi aşmayan sınıflar
İzmir Fuarı, dünyanın en eski fuarlarından birisi. 77. yılını kutluyor. Neredeyse cumhuriyetle yaşıt. Günde 150 bin kişi geziyor. 10 günlük toplam ziyaretçi sayısı ise 2 milyona yakın.
Eskisinden çok daha cıvıl cıvıl ama sanki eski havasında değil. Misyonu, vizyonu yeniden belirlenmeli. Başkan Aziz Kocaoğlu da bu görüşte ki hazırlıklara çoktan başlamış. “İlk ürün fuarına dönüşeceğiz. Piyasaya çıkacak ilk ürünlerin, ilk sergilendiği bir fuar için hazırlıklarımızı sürdürüyoruz“ diyor. Peki ya sanatçılar? Eskiden yaz geldi mi fuarda sahneye çıkmak en ünlü sanatçılar için bile bir prestij kaynağı idi. Yeniden o günlere dönülecek mi? Başkanın bu konudaki çıtası da çok yüksek: Mevcut fuar alanı artık yetmiyor. Önce yeni fuar alanı ve altyapı. Makyaj arkadan gelecek...
Fuarda ilginç söyleşiler de yer alıyor. Bize de İzmir’e özel bir Genç Bakış ricası geldi. Büyükşehir Belediye Başkanı Kocaoğlu ile canlı ama canlı yayımlanmayan bir Genç Bakış
Şu günlerde milyonlarca evde konuşulan en önemli konu giriş sınavları, kontenjanlar ve puanlar.
Sınav sektörü, Türkiye’nin en önemli sektörlerinden biri haline geldi. Yüzlerce farklı sınav ve 5 milyona yakın aday var. Dönen para ise 10 milyar doların çok üzerinde.
Sınav sektörünün en önemli argümanı ise puanlar. Televizyonlar için reyting ne ise sınav sektörü için de puan o.
Yüksek puan kazandıran dershane iyi dershane, yüksek puanla öğrenci alan okul iyi okul, yüksek puan alan öğrenci de en iyi öğrenci diye kabul görüyor.
Peki işin doğrusu bu mu?
Genel kanı, puanı yüksek olanın en iyi olduğu yönünde. Ama işin çok içinde olan birisi olarak, bunun böyle olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Öyle düşük puanlı öğrenciler var ki, on tane şampiyonu cebinden çıkartır. Öyle anadolu liseleri, kolejler ve üniversiteler var ki, puan sıralamasının çok gerisinde olmalarına rağmen, o en iyilere göre çok daha donanımlı öğrenciler
AKP’nin, MEB, YÖK ve üniversiteler gibi TÜBİTAK’ta da kadrolaşmaya gittiğine yönelik ciddi işaretlerin olduğunu ve 31 Temmuz’da TBMM’den geçen yeni TÜBİTAK yasasıyla bunu pekiştirdiğini dün dile getirmiştik. Bugün ise olaya farklı bir pencereden bakacağız.
TÜBİTAK, şimdiye kadarki iktidarlar tarafından hiçbir zaman “arka bahçe” olarak görülmedi. Bu konuda girişimde de bulunulmadı. TÜBİTAK ile en yakından ilgilenen politikacı Erdal İnönü oldu. O da ileriki dönemlerde, TÜBİTAK’ın tümüyle siyasetin dışında kalması için radikal önlemler aldı. AKP’nin rahatsızlığı bu yüzdendi. Yasal değişikliği de bu yüzden yaptı. Bilim Kurulu’na istediği gibi üye atayamıyor, başkan seçemiyor ve TÜBİTAK’ı kontrolü altına alamıyordu. Şimdi her şey Başbakan’ın kontrolüne sokuldu.
İyi mi oldu, kötü mü? Peşin konuşmak yanıltıcı olur diyenler var. Ama MEB, YÖK ve yeni kurulan üniversitelere bakıldığında, TÜBİTAK’ta farklı bir manzaranın ortaya
TÜBİTAK, Türkiye’nin geleceğine yön vermesi gereken en önemli kurumlardan biri. YÖK gibi o da dünden bugüne hep siyasetçilerin ilgi odağı oldu. Amaç, bilim çıtasını yükseltmek mi? Yoksa kadrolaşma mı? Gelinen nokta ortada. Türk Mühendisler Birliği Derneği Başkanı Bülent Gürsoy, kuruluşundan bugüne gerçekleşen değişimi özetlemiş.
O da tüm bilim insanları gibi TÜBİTAK’ın “arka bahçe” olmasına karşı. Son yasanın mimarı Nüket Yetiş anında ödüllendirildi. Vekâleten yürüttüğü başkanlığa asaleten atandı. O da mı diyenler çok. Eskiden tanırdık, savunurduk. Ama şimdi tanıyamıyoruz. Umarız tuttuğu yol doğru yoldur. Umarız yaptığı işler ülke yararınadır.
İşte Gürsoy’un tespitleri:
“TÜBİTAK kanunu 1963’te yürürlüğe girdi.
Öncelikle TÜBİTAK’ta oynanan oyunu iyi anlamak için yapılan değişikliklerin kronolojisine bir göz atmak gerekiyor.
TÜBİTAK kanunu 1963’ten sonra 1987’de 294 sayılı, 1993’te 498 sayılı KHK
TRT 1’de önceki gece sabaha kadar üniversiteleri konuştuk. TRT, İbrahim Şahin döneminde, sanki zincirlerini kırmış izlenimi veriyor. Eskiden olsa, hükümeti eleştiren isimlerden ve konulardan ısrarla kaçınılırdı. Oysa, şimdi “Türkiye’nin sorunları Türkiye’nin kanalında konuşuluyor“ sloganıyla en tartışmalı konuları bile masaya yatırıyorlar.
Tayfun Talipoğlu, Bamteli ile il il gezmeye devam ediyor. Ama bu arada önemli bir tartışma programına da imza atıyor. İşte üniversiteleri, yeni programı Nasılsınız’da irdeledik.
Kimler yoktu ki? Böylesi çok konuklu programlarda, konuşmacılara çok sıra gelmiyor. Ama en azından hemen herkes farklı bir şekilde görüşlerini dile getirebiliyor. Bazı isimlere yarım saat süre verseniz bile zaten 3-5 dakikadan daha fazla konuşmaz. Ama o 3-5 dakika içinde öyle tespitler ya da öneriler ortaya koyarlar ki, üç saatlik söyleşiden çok daha akılda kalır.
Televizyon programlarında hep ev sahibi olduğumuz için konuk olmak farklı geldi. Geçen hafta da Avrasya TV’de Lale
Üniversite öğrencileri için yeni bir af gündemde. Milli Eğitim Bakanı Çelik, af kapsamının son 3 yılla sınırlı olmasının düşünüldüğünü ama son sözü TBMM’nin söyleyeceğini kaydediyor. Görünen o ki tıpkı öncekiler gibi yine sınırsız, yani çok eski dönemleri de içine alan bir af söz konusu. Şimdiden hayırlı olsun. Bir tek öğrenci için bile yeniden öğretim olanağı sağlasa, amacına ulaşmış olur.
Peki bayram değil, seyran değil, bu af nereden çıktı? Üstelik Milli Eğitim Bakanı kesinlikle karşı çıkarken. Hatta af isteyenleri ve bunu destekleyenleri şiddetle eleştirirken! Yerel seçimler diyenler de var, türbanlılar için çıkarılıyor diye iddia edenler de...
Gerekçesi hiç önemli değil. Önemli olan, hiç olmazsa bu kez, çıkarılan affın gerçekten bir işe yaraması. Yoksa yine göstermelik olacaksa hiç çıkmasın daha iyi.
Aslında ortada bir af da söz konusu değil. Adı öyle konmuş, öyle gidiyor. Oysa verilen, yeni bir sınav hakkı.
Yüz binlerce öğretmen işsiz. Hem de yüz binlerce öğretmen açığı varken. Ama devlet atamıyor. Bazı okullarda dersler boş geçiyor. Bazılarında ise taşeron müteahhitler gibi üç kuruşa “sözleşmeli köleler” çalıştırıyor. Başkası yapsa Maliye Bakanlığı tepesine biner. Oysa
MEB’i seyretmekle yetiniyor.
Bu konuda, öğretmenlerden Başbakan Erdoğan’a mektup var. Hem de çok çarpıcı:
“Sayın Başbakanım,
Türkçe öğretmeniyim. Aynı durumda 10 bin arkadaşım var. 2008/2 atama döneminde sadece 450 Türkçe öğretmeni alınacağını duyunca şoke olduk. Anadilimiz olan Türkçemiz için ayırılan kadro bu kadar mı olur?
450 Türkçe öğretmeninin sadece yeni açılan okullara bile yetmeyeceği aşikârdır. Türkçe derslerine ‘ücretli’ öğretmenler giriyor. Ücretli öğretmenlik artık ne demekse! Üstelik bu ücretli öğretmenlikte çalışanların çoğu da eğitim fakültesi mezunu değil. 2 yıllık herhangi bir yükseköğrenim mezunu bile