YÖK Başkanı’nın İngiliz modeli diye ortaya attığı sisteme tepkiler yağmaya devam ediyor. İngiltere’den gelen mail’ler, “Burada, Türkiye’de olduğu gibi merkezi sistem yok. YÖK Başkanı nereden çıkardı!” diye başlıyor. Fransa’dan gelenler ise “En iyisi bakalorya” diye noktalanıyor. ABD’den gelenler çok daha farklı. Görünen o ki, bize, ithal çözümler değil, Türkiye’ye uygun, yerli çözüm gerekiyor.
YÖK Başkanı Özcan’ın Amerika’yı keşfetmek için yeniden sefere çıkmasına hiç gerek yok. ÖSYM, bugüne kadar, farklı sınav seçeneklerini bin defa araştırdı. Bugün hâlâ bu sistemde ısrar ediyor olması ise merkezi sistemin en iyi çözüm yolu olduğundan değil, en güvenilir olduğu içindir.
Yeni YÖK yönetimi, getireceği yeni sistemle belki iktidarı memnun edebilir. Peki ya öğrenci ve veliler? Onlar ne olacak? Daha da önemlisi hakkaniyet, güvenirlik, seçicilik ne olacak?
Bunlar bugün var mı ki diyenleriniz elbette
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, üniversiteye giriş sisteminin, gelecek yıl değiştirileceğini açıkladı. İngiliz modeli getirilecekmiş. Adaylar ÖSS’de, kendilerine yöneltilen 12 farklı testten 5’ini çözecek, en başarılı olduğu 3 testin sonucuna göre de üniversitelere yerleştirilecekmiş.
Bunun neresi İngiliz modeli ve bugünkü ÖSS’den farkı ne? Bilen varsa açıklasın. Şu anda yapılan da zaten o. Türkçe, Matematik, Fen, Sosyal ve Yabancı Dil’den sorular soruluyor. Yani 5 testten. Siz şimdi Fen’i, Fizik, Kimya, Biyoloji diye, Matematik’i Matematik, Geometri diye, Sosyal’i de Tarih, Coğrafya, Felsefe diye açarsanız ne değişecek?
Amaç katsayıları ortadan kaldırmaksa, sistemin adını değiştirmeye ne gerek var. Açık açık yapılsın, hiç bu kadar zahmete girip kafalar da karıştırılmasın.
Önemli olan kontenjanlar artıyor mu? Önemli olan üniversite mezunları iş bulabiliyor mu?
Tek sınav değil 3 sınav yapsanız ne değişecek? İngiliz modeli değil de Amerikan modeli uygulasanız ne olacak?
Türkiye’nin
Geçen hafta sonu Midilli’deydik. Hani şu burnumuzun dibindeki Yunanistan’ın en büyük adalarından Midilli. Ayvalık’tan elinizi uzatsanız değeceğinizi sandığınız Midilli. Bize 5 mil, Atina’ya 9 saat uzaklıktaki Midilli.
Lozan’da niye ve nasıl kaptırdık? Gerçeğini bilen var mı?..
Bu konuda ayrıntılı, doyurucu ve inandırıcı bilgiler geldiğinde elbette onları da sizlerle paylaşırız. Ama şimdi isterseniz gelin Midilli’nin tarihini bir yana bırakıp bizim gezimize dönelim.
Samsun gemisiyle cuma akşamı yola çıkıp pazar akşamı döndük. Milliyet çalışanları ve Milliyet dostu özel konuklarımız vardı. Bir anlamda iş gezisiydi. Altı ay kadar önce de yine aynı amaçla Çeşme’ye gitmiştik. Böylesi geziler, yorucu da olsa, keyifli ve bir o kadar da verimli geçiyor. Bırakın dışarıdan gelen konukları, gazete içindeki pek çok arkadaşımızı, ancak böylesi toplantılarda görebiliyoruz. En önemlisi de hemen herkesin görünenden farklı yönlerini yine böylesi yolculuklarda keşfediyorsunuz...
Gemi yolculuğunu sevmeseniz de
Yedi yıla yakın zamandır üniversitelerde Genç Bakış’ı yapıyoruz. En kısa olanı önceki gece ODTÜ’de gerçekleşti. En uzun program da yine ODTÜ’de gerçekleşmişti. Uzunluk rekorunu, Demirel ile kırmıştık. Program 5 saate yıkın sürmüştü. Demirel’e karşı öylesine yoğun tepkiler olmuştu ki, Demirel, bazen hakarete de varan tüm soruları sabırla dinlemiş ve tek tek cevaplamıştı. Protestolar program öncesinde başlamış, bittikten sonra da devam etmişti. Ancak, gözden kaçan bir şey vardı. Demirel’e kızanlar kadar, alkışlayanlar da ordaydı. Ama bugün olduğu gibi o gün de hep protestocular ilgi odağı oldu...
Meclis ve parti içi demokrasiyi konuşacağımız 23 Nisan Genç Bakış’ını ise 34’üncü dakikasında kesmek zorunda kaldık. Çünkü, dışarıda büyük huzursuzluk vardı.
Fikri Sağlar, Kamer Genç, Tuğrul Türkeş ve Turhan Çömez’in katıldığı programa dakikalar kala, kapı önüne yığılan öğrenciler arasındaki huzursuzluk doruğa çıkınca, önce programı seyircisiz yapma
Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan. İlkokuldayken 23 Nisan'larda hep bu şarkıyı söylerdik. Hâlâ söyleniyor mu? Sanmam. Çünkü çocuklar da gençler de çok mutlu değil.
Eskiden daha mı mutluyduk? En azından daha yüksek moral değerlere sahiptik. En azından geleceğe daha bir umutla bakabiliyorduk...
Peki bugünün çocukları neden neşeli değil? Neden mutsuz? Neden gelecek endişesi içinde?
Bu konuda yüzlerce madde sıralanabilir. Ama sanki en önemlisi, çocukluklarını doya doya yaşayamıyorlar.
Sadece o kadar mı?
Hâlâ bebek ölümlerinde dünyada en ön sıralardayız.
Yeni doğan yüz binlerce çocuğumuzun nüfus kaydı bile yok.
MEB, Hüseyin Çelik döneminde çok büyük yanlışlara imza attı. Atmaya da devam ediyor. Bunlardan biri de ortaöğretim kurumlarına giriş sistemi. Sistemle sürekli oynuyor. Yaptıkları, öğrencileri rahatlatıyor mu? Hayır. Eğitimde kaliteyi yükseltiyor mu? Hayır. Öğrenci ve velilerin sisteme olan güvenlerini artırıyor mu? Hayır.
Peki o halde bu kadar “hayır”a dayalı bir sistem öğrenciye, veliye, Türkiye’ye neden dayatılıyor? Yanlışların hesabı neden sorulmuyor? Yanlışta neden ısrar ediliyor?
Yarın 23 Nisan. Başta Çelik olmak üzere Cumhurbaşkanı, Başbakan, TBMM Başkanı, çocuklarımızı ne kadar çok sevdiklerini anlata anlata bitiremeyecekler. Kendi koltuklarına onları oturtup, onlara “Emriniz olur” diyecekler. Ama her şey o kadar yapmacık ve inandırıcılıktan uzak olacak ki, akşam televizyonda bu sahneleri izleyenler sadece gülüp geçecek.
Türkiye’de en küçüğünden en büyüğüne öğrencilerin en büyük sorunu, sınavlar. Eziyet, hayal kırıklığı, adaletsizlik, sömürü,
Dünyanın en iyi üniversitelerinden biri olan Cambridge’e doktora öğrencisi olarak kabul edilen ama mali olanaksızlıklar nedeniyle bu şansını değerlendiremeyen Alev Atak’ın bu konudaki mücadelesini yazmış ve sizlerden destek istemiştik. Umduğumuz kadar olmasa da önemli oranda destek geldi. Kendilerine canı gönülden teşekkür ediyoruz.
Her şeyin yozlaştığı bir dönemde, gençler için hâlâ bazı yüreklerin pır pır ediyor olması takdire şayan. Az veren candan verir misali, üç kuruşluk emeklilik maaşının bir bölümünü Alev’in eğitimi için vermeye hazır olduğunu söyleyen okurlarımıza öncelikle teşekkür ediyoruz. Pek çok konuda eleştirdiğimiz Bilgi Üniversitesi, böylesi konularda hep çözüm ortaklığı öneriyor. Onlara da teşekkür ederiz. Ya diğer vakıf üniversiteleri? Onlar hangi devlet üniversitesinden nasıl öğretim üyesi transfer ederizin peşindeler. Şansları bol olsun. Dökme suyla değirmenin dönmeyeceğini anladıklarında umarız çok geç olmaz.
Alev’in
Köy Enstitüleri, Türk eğitim sisteminin önemli kilometre taşlarından biri. Kapatılmalarının üzerinden yarım asır geçmesine rağmen hâlâ konuşuluyor. Mezunları okullarına, öğrenciler öğretmenlerine, evlatlar baba ocağına sahip çıkıyor.
17 Nisan’da bir kez daha hatırlandılar. Kutlamalar devam ediyor. Salı günkü yazıma o kadar çok geri dönüş oldu ki, bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Köy Enstitüleri’nin iade-i itibarı önerinizi can-ı yürekten destekliyor ve bu önerinizden dolayı sizi kutluyorum. Türk milli eğitiminde devrim yapan bu projeye ve onu fedakâr bir şekilde hayata geçirenlere artık borcumuzu ödemenin zamanı geldi de geçti bile.” Prof. Dr. Necdet Tekin (eski Milli Eğitim Bakanı)
“Pamukpınar İlk Öğretmen Okulu’ndan 1971’de mezun oldum ve sonra Ankara’ya gittim. Evet, isim değişmişti fakat oradaki ruh aynı idi. Maalesef daha sonra ilk öğretmen okulu sistemini de kaldırdılar, sanıyorum benzer gerekçelerden. 23 yıldır Amerika’da bir