Abant'ta 4 mevsim

11 Mart 2001


<#comment>Abant Gölü çevresi Türkiye'nin en güzel doğal yürüyüş parkurlarından birisi. Yazı, kışı, ilkbaharı, sonbaharı hepsi birbirinden güzel. Son üç günde, üç ayrı mevsimi bir arada yaşadık. Bu da bize bayram armağanı oldu...
Önce öyle bir kar yağdı ki eyvah İstanbul'a nasıl döneceğiz diye telaşa kapıldık. Gölün sadece orta kısmı hariç her taraf bembeyaz oldu. Göğü delercesine yükselen çamlara da kar bir başka güzel yakışıyor. Karlara bata çıka yürümenin zevki de bir başka oluyor.
Aradan 24 saat geçmeden, sanki sihirli bir el değmişçesine kış bitti, ilkbahar geldi. Beyazlığın yerini yeşillik aldı, göz alabildiğine her taraf yemyeşildi. Kuşlar cıvıldamaya, çiğdemler topraktan fışkırmaya başladı. Sarısı, moru ne kadar da çok çiğdem vardı. Çocukluğumuzda onları toplamak için dağlara tırmanırdık. Oysa burada; sağda, solda her yerde...
Bu satırları yazdığım dün öğlenden sonra ise yazdan kalma bir gün yaşıyoruz. Ceket bile fazla geliyor. Ormanın içlerine girdiğinizde sonbahardan esintiler bulmanız da mümkün. Doğa müthiş. Peki ya biz insanlar. Bu güzelliğin tadını çıkarabiliyor muyuz?..
Gölün çevresini 1.5 saatte turlamak rahatlıkla mümkün. Arada molalar

Yazının Devamı

Hocaların maaşı

10 Mart 2001


<#comment>Sezer /Ecevit dargınlığı ve ardından gelen ekonomik kriz olmasaydı, üniversite hocalarının maaşı çoktan artmış olacaktı. Bayrama, zamlı maaş müjdesi ile gireceklerdi. Ama olmadı. Daha da kötüsü bu amaçla çıkartılan kanun gücündeki kararnamenin bitiş süresi giderek yaklaşıyor...
Öğretim elemanlarına çam sakızı çoban armağanı maaş artışına Başbakan Ecevit'ten onay çıktı. Maliye bürokratları üzerinden çalışıyor. Ekonominin yeni patronu Derviş'in de itiraz edeceğini sanmıyoruz. Çünkü kendisi de bir zamanlar hocaydı. Ama sıra bir türlü hocaların maaşını konuşmaya gelmiyor. Gündem çok yüklü. Hepsi de önemli konular. Ama hocalara zam da çok önemli! Çocuklarımızın, ülkemizin geleceği açısından morallerinin bir an önce düzelmesi gerekiyor. Üniversitesi çökmüş bir ülkenin işi zor, hem de çok zor. Ankara'dakilerin artık bunu görmesi gerekiyor.
Ücret artışı, elbette sadece üniversite öğretim üyeleriyle sınırlı kalmamalı. Ama bu bir ilk adım olabilir ve dalga dalga tüm sektörlere yayılabilir. Niye onlara var da bize yok mantığı, işleri daha da karıştırmaktan öte bir işe yaramaz...
Bu konuda her gün onlarca mektup geliyor. İşte birinden bir kaç satır:

Yazının Devamı

Sezer'in düşünceleri

9 Mart 2001


<#comment>Cumhurbaşkanı Sezer, açılışlar ve kabuller dışında eğitime yönelik görüşlerini henüz net olarak ortaya koymuş değil. Rektörlük seçimlerinde olduğu gibi zaman zaman resmi açıklamalar yapıyor o kadar...
73 kuruluşun oluşturduğu Eğitim Hakkını Savunma Komitesi, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Sezer'i ziyaret etti, görüşlerini iletti ve destek istedi. Görüşme olumlu geçti. Detayları ise Sezer'den de izin alınarak Öğretmen Dünyası dergisinin kasım sayısında yayınlandı. İşte bazı alıntılar:
Babam öğretmendi. Eşim de öğretmen. Bizim evde 29 yıl günlük ders planları yapıldı. Eğitimin, öğretmenlerin sorunlarını biliyorum. Eğitim, ülkemizin en büyük sorunudur.
Çankaya'da gerçekleşen ziyarete sivil toplum temsilcileri, Cumhurbaşkanı'ndan 4 istekte bulundular:
1. Üniversitelerde, özel okullarda, kısmen de anadolu liselerinde yabancı dille eğitim yapılması ülkemizin bağımsızlığına, ulusal onuruna aykırıdır. Uygulamadan kaldırılmasını istiyoruz.
2. Eğitime ayrılan bütçe yetmiyor. En az iki misli artırılmalıdır. Belli başlı birkaç yolsuzluğun karşılanmasına ayrılan bütçe bile eğitime ayrılsa bu sorun çözülebilir.

Yazının Devamı

Kurban eziyeti (2)

7 Mart 2001


<#comment>Kurban kestirmek bugüne kadar en fazla yarım saatimi almıştı. Bu yıl ise yarım saati rezervasyon, 5.5 saati de kuyrukta tam 6 saatim gitti. Ne zamandır böyle uzun süre kuyrukta beklememiştim. En son hatırladığım kuyruk, yağ kuyruğuydu ve başbakan yine Ecevit'ti...
Kuyrukta konumunuz ne olursa olsun herkes eşit. Ne zengin fakir, ne yaşlı genç, ne de kadın erkek ayrımı söz konusu. Erken gelenin önceliği var...
CarrefourSa'daki 5.5 saatlik kurban kesim kuyruğunda çok renkli anekdotlar vardı. İşte bir kaçı:
* Saatler ilerledikçe koyunlarla dost olmaya başladık. Dördüncü saate bir bayan kurbanıyla öylesine samimi bir diyalog kurdu ki, sıradan çıkıp kestirmekten vazgeçti...
* Dişi koyunlar da kurbanlık diye satılıyor. Alanlar da vardı. Ama kuyruktaki uzun uzadıya süren tartışma, alanların kafasını karıştırdı. Dişi koyun kurban olur mu? Olmaz mı? İşin doğrusu biz içinden çıkamadık...
* Kalabalık olur da promosyoncular olmaz mı? Reis pirinçleri pilav yapıp dağıttı. Birileri de tavuk çorbası ikram etti. Başka zaman olsa belki ilgi çekmezdi ama aç karnına kapışıldı. Bir ara çikolata dağıtanlar da vardı. Ama bir görünüp kayboldular...

Yazının Devamı

Kurban eziyeti (1)

6 Mart 2001


<#comment>Kurban kesmekle kazandığım sevabın daha fazlasını, kurban kestirmek için çektiğim eziyetle kazandım. Teşekkürler CarrefourSa. Sayenizde mazide kalan o eski günlerin doya daya tadını çıkarttık!..
Bir kuban kestirmek için 5.5 saat kuyrukta beklenir mi? Biz bekledik. Carrefour'un reklamlarının etkisinde kaldığımız için mi, yoksa deli dana ve şap hastalığı korkusundan mı bilmiyorum. Güvenilir olsun diye bu yıl bir değişiklik yapıp kurbanı Carrefour'da kestirelim dedik.
İki gün önceden gidip rezervasyonumuzu yaptık. Binlerce kurban seç seçebilirsen. Meğerse kurban seçmek maharet istermiş. Bugüne kadar hiç duymadığımız, hiç görmediğimiz bir serüven yaşadık...
Başlangıçta her şey öyle mükemmeldi ki, sanki kurban seçmeye değil beş yıldızlı bir otele, restorana ya da bir kuaföre gittik sandım. Üniformalı görevliler, kapıda karşılayıp nasıl bir kurban arzu ettiğimizi sordular. Trakya, kıvırcık, merinos, koç, karaman falan daha birçok isim saydılar. Kurban kurbandır. Arada ne fark var demeye kalmadı. Hemen işin uzmanı görevliler geldi. Karamanla, kıvırcık arasındaki farkı anlatmaya başladı. Yağ birinin kuyruğunda birikirmiş, diğerinin kaslarının arasında.

Yazının Devamı

Rektörlük komedisi

3 Mart 2001


<#comment>YÖK'te işler şenlenmeye başladı. Çankaya tarafından atanan yeni üyeler, YÖK'e, üniversitelere ve rektörlük seçimlerine çekidüzen vermeye başladılar! Helal olsun kendilerine. Tebrik ederiz!..
Başarılı icraatlarından nasıl mı haberdar olduk? İşte kanıtı:
Mektubu gönderen YÖK Başkanı Kemal Gürüz. Alanlar ise üniversite rektörleri. Birlikte okuyalım:
Yükseköğretim Genel Kurulu'nun 16.2.2001 tarihli toplantısında, rektör seçim ve atama sürecine ilişkin aşağıdaki dilekler, yeni atanan üyelerimizin bazılarınca dile getirilmiştir.
1) Üniversitece gizli oyla belirlenen 6 rektör aday adayı hakkında Yükseköğretim Genel Kurulu'na ulaşmış her türlü ihbar, şikayet, bilgi ve belgelerde yer alan hususların Yükseköğretim Denetleme Kurulu'nca araştırılıp incelenerek varılan sonuçların bir raporla genel kurula sunulması;
2) Rektör adayları hakkında üniversitenin bulunduğu kentteki demokratik kitle örgütleri ve sivil toplum örgütleri ile çeşitli katmanların da görüşlerine başvurulması;

Yazının Devamı

Ah bu gençler!

2 Mart 2001


<#comment>Bütün haftayı gençlerle didişerek geçirdim. Önce Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde, sonra Mühendislik Fakültesi’nde, arada Aka Koleji’nde ve dün de İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nde gençlerle uzun uzadıya söyleşiler yaptık. Ortak noktalarda buluşmaya çalıştık.
Genel olarak bakıldığında öğrenciler fazlasıyla mutsuz. İleriye yönelik beklentileri çok fazla ama, öylesine umutsuzlar ki, telaffuz etmeye bile çekiniyorlar.
Gidişattan hiç memnun değiller. Hükümete, devlete, yöneticilere olan güvenleri azaldıkça azalmış. Umutsuzlar, hem de çok. Bu yüzden de hırçınlar.
Gençlere ısrarla hep şunu anlattım: Kendinizi kullandırmayın, kullandırmayın, kullandırmayın. Büyüklerden, devletten, hükümetten, siyasilerden, vakıflardan, derneklerden fazla bir şey beklemeyin. Onlarla iç içe olun, kendiniz için hep bir şey isteyin ama hayallerinizle oynamalarına izin vermeyin. Çünkü bu alışverişten zararlı çıkan hep gençler oluyor dedim. Ama kafalarındaki kalıplaşmış önyargılar ne kadar değişti ondan emin değilim. Sessizler, hem de inanılmaz derecede. Ağızlarından söke söke laf alınıyor. Kendilerini anlatma konusunda yetersiz değiller ama çekingenler. Bu yüzden

Yazının Devamı

Hayattan kopuk eğitim

28 Şubat 2001


<#comment>Eğitim ve öğretimin hayatla iç içe olması beklenir. Kurbağanın kan dolaşımını ezbere bilen öğrencinin, kendi kan grubundan bihaber olması yadırganır. Ama gelin görün ki, Türk eğitim sistemi, çocuklarımızı hayata değil, aptalca sınavlara hazırlıyor.
Eğitimin kağıt üzerindeki temel amaçlarına bakıldığında; çevresiyle barışık, karşılaştığı sorunları çözebilen, yaratıcı, neyi nerede bulacağını bilen, ailesini ve ülkesini seven kuşaklar yetiştirmek olarak sıralanır. Ancak söylenenlerin pek çoğu lafta kalıyor...
Ülke sevgisinden başlayalım. Anayasa'ya göre, yurtseverliği zedelemek en büyük suç. Ama nedense bu kuralı çiğneyenlerin yani bu suçu işleyenlerin en başında devletin ta kendisi geliyor. Beceriksiz yöneticiler yüzünden vatandaş ile devlet arasındaki sevgi ve saygı bağı giderek zayıflıyor. Neredeyse alınan her karar, vatandaşın bu ülkede yaşama şevkini kırıyor. Bu konuda ciddi anlamda bilimsel çalışmalar yapılsa ortaya neler çıkar, neler...
Genç kuşaklar çevresiyle barışık mı? Yaşadığı çevreye karşı ne kadar duyarlı? Bir de ona bakalım:
Sık sık öğrencilerin içine giriyorum. Dün de ilköğretimden üniversiteye kadar farklı öğrenci gruplarıyla bir

Yazının Devamı