Yine Doğramacı !

15 Ekim 2000


       Cumhurbaşkanı Sezer ile YÖK Başkanı Gürüz arasındaki gerginlik hala sıcaklığını koruyor. Anlaşılan Cumhurbaşkanı, YÖK Başkanı Gürüz'ü gözden çıkardı.
       Öteden beri alıştığımız bir gelenek vardı. Cumhurbaşkanı hangi üniversiteyi açıyorsa, YÖK başkanı da yanında bulunurdu. Oysa Ankara ve Hacettepe üniversitelerinin açılışında YÖK Başkanı, Cumhurbaşakının yanında değil, İstanbul'daydı.
       Demirel, Gürüz'ü gider ayak ikinci kez atadığı için, görev süresinin dolmasına daha çok zaman var. Bu gerginlik böyle sürmeyeceğine göre, ya barışmaları gerekiyor ya da ikisinden birinin görevden ayrılması söz konusu. Bu kişi Cumhurbaşkanı Sezer olmayacağına göre, herhalde yol görünecek kişi YÖK Başkanı Gürüz.
       Söylentiler bu yönde. Ama Ankara'da çare tükenmez. Hiç akla gelmeyecek yeni formüller üretilebilir!
       Doğramacı vitrine çıktığına göre, çözüm üretecek kişi de herhalde o olacak. Önceki gün Hacettepe Üniversitesi'nin açılışında Cumhurbaşkanının yanıbaşında oturan oydu. Belli ki aradaki buzları

Yazının Devamı

Ufak sorunlar!

14 Ekim 2000


       Öyle sorunlar var ki, yaşamın her anında onlarla yüz yüze geliriz. Ama hiç önemsemeyiz. Oysa yaşamlarımızı altüst ederler. Sizin için çok önemlidir, eğer farkına varabilseler başkaları için de önemlidir. Ancak bir türlü ciddiye alınmazlar...
       Her biri ayrı bir yazı konusu olacak önümdeki mektuplara bakıyorum. Ufak sorunlarla dolu gibi gözükse de aslında hepsi birbirinden öneli...
       Emekli öğretmen Asuman Apul, ders saatlerinin 40 dakikadan 45 dakikaya çıkartılmasını protesto ediyor. Görünüşte 5 dakika olan bu artış, günde 8 saat ders yapan çocuklarımızı 9 saat ders yapar hale getirdi. Gereğinden fazla dersler yüzünden öğrencileri zaten hayattan bezdirir hale getirdik. Akşam eve geldiklerinde yemek bile yiyemeden kendilerini yatağa atıyorlar. Ayrıca bir gencin derse konsantre olduğu süre 25, 30 dakika. O halde bu artışın gerekçesi nedir?..
       Bir başka veli ise devamsızlık süresinin mazeretsiz 10, mazeretli 15 olmak üzere toplam 25 güne indirilmesinin yanlışlığı üzerine yazmış. Kız öğrenciler için büyük haksızlık. Özel

Yazının Devamı

Temiz toplum

13 Ekim 2000


       Türkiye yıllardır yolsuzluk söylentileriyle çalkalanıyor. Topulumun her kesiminden pis kokular geliyor. Skandalların ucu sonunda medyaya da bulaştı. Günlerdir bir milyon dolar karşılığında iş takibi yapan gazetecinin kim olduğu tartışılıyor. Önce olayın doğruluğu araştırılıp, ardından da eğer gerçekse kimliği açıklanmalı ki, hepimiz zan altında kalmayalım.
       Nasıl ki politikacıların çoğu kötü politikacı kimliğinin çok uzağındaysa, gazetecilerin, bankacıların, yargıçların, bürokratların pek çoğu da kirlenmişlikten en fazla şikayet edenlerin başında geliyorlar. Ama, iyi bir türlü kötüyü kovamıyor...
       Milliyet, yıllardır temiz toplum kampanyaları ile kamuoyunun vicdanı oldu. Bu konudaki duyarlılığını dile getirdi. Kirlenmişliğin en yaman takipçileri arasında yer aldı. Zaman zaman yalnız kalsa da bu onurlu mücadelesinden vazgeçmedi...
       Herkes evinin önünü temizlese, mahalle temiz olur denir. Çok doğru. Her sektör, her kurum kendini temizlese, temiz Türkiye özlemine çok daha çabuk kavuşuruz.
      

Yazının Devamı

Çözüm arayışı

12 Ekim 2000


       Eğitime ayrılan kaynakların, ulusal bir eğitim politikası olmaması nedeniyle heba olduğunu dile getirmiş ve özel okul sahiplerinin boş sınıflarını alın değerlendirin diye Milli Eğitim'e teklif götürdüğünü yazmıştım. Özetin özeti olarak da eğer istenirse, devlet, özel okul sahipleri ve veliler arasında mutlaka bir ortak nokta bulunur demiştim. Emekli öğretmen, Gürbüz Yörük'ten ilginç bir mektup geldi. Birlikte okuyalım:
       Bu sorum Maliye Bakanlığı'nadır:
       Ben bir vergi mükellefiyim. Yılda yaklaşık bir milyar lira vergi veriyorum. Bordrolu olduğum için ödemelerimi peşin yapıyorum.
       Ben aynı zamanda çocuğu ilköğretim çağına gelmiş bir babayım.
       Maliye Bakanlığı olarak siz, verdiğim vergilerle resmi bir okulda okuyan çocuğumun devlete getirdiği giderleri karşılamaktasınız. Yani öğretmen maaşları ve diğer giderler, sizin tarafınızdan benim verdiğim vergilerle karşılanmaktadır. Sonuçta vergi benim, çocuk benim ama harcamaları siz yapıyorsunuz.
       Acaba

Yazının Devamı

Ek kontenjan

11 Ekim 2000


       On binlerce gence umut ışığı olan ek kontenjan başvuruları devam ediyor. Ama adayların kafası, eskisinden daha da karmakarışık. Açıkta kalmamak için istemedikleri bir bölüme girsinler mi, girmesinler mi? Bunun çelişkisi içindeler. Bu konuda adaylara çok önemli bazı uyarılarım var:
       1) Kazandığınızda gidip öğrenim göreceğiniz fakülteleri kesinlikle tercih listesine almayın 2)Kendi puanınızdan yüksek programları sakın seçmeyin. Karşısında nokta nokta olan yerleri tercih edebilirsiniz. 3) Ekonomik durumunuzu gözden geçirerek vakıf üniversitelerini de dikkate alabilirsiniz. Örneğin bir başka kente gidip yapacağınız masraf ya da dershaneye harcayacağınız para ile okul ücretlerini kıyaslayabilirsiniz. Hatta geleceğiniz için gerekirse bir yerlerden borç alabilirsiniz. 4) Sıralamayı puana göre değil, istek sırasına göre yapmalısınız. 5) İki yıllık meslek yüksek okullarını yazıp, oradan 4 yıla geçiş yaparım yanılgısı içine düşmeyin. Çünkü çok zor!..

Dikey geçiş sancısı...
       YÖK ve ÖSYM'nin dikey geçiş konusundaki suskunluğu devam ediyor. En kötüsü de hala önümüzde

Yazının Devamı

Farklı bir öneri

10 Ekim 2000


       Devlet eğitim yükünün altından kalkamıyor. Kalkması da mümkün değil. Her yıl 1.5 milyon öğrenci eğitim kervanına katılıyor. Okula giden öğrenci sayısı 15 milyon. Okuma çağında olanların toplam sayısı ise 25 milyon. Anlayacağınız her üç kişiden biri okuma çağında...
       Eğitimle kalkınmışlık arasında direkt bağlantı var. Eğitim düzeyi yükseldikçe refah düzeyi atıyor. Söz konusu ister devlet, ister vatandaş olsun, değişen bir şey olmuyor...
       Eğitimin önemini erken keşfeden ülkeler, aldılar başı gidiyorlar. Dünyanın patronu onlar. Fazla uzağa gitmeye hiç gerek yok. Yakın çevrenize bakın, hatta aile içindeki dengelere bir göz atın. Her ne kadar istisnai durumlar söz konusu olsa da iyi bir eğitim altyapısı bulunanlar uzun vadede hep kazanan taraf oluyor...
       Durum böyleyken Türkiye'nin ciddi bir ulusal eğitim politikasının olması gerekiyor. Eğitime ayrılan tüm kaynakların en rasyonel şekilde kullanılmaları söz konusu. Ama gelin görün ki, zaten kıt olan kaynaklar heba olup gidiyor.
       Örneğin

Yazının Devamı

Öğretmen atamaları

8 Ekim 2000


       ÖSYM, YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın yaptığı bir tek icraat yok ki tartışmasız olsun. Yapılan her sınavda, her atama döneminde, her türlü haksızlık, müktesep hakkı yok sayma, dayatma ne ararsanız var.
       ÖSYM ve YÖK, okul birincilerinin kazanılmış haklarını yok sayarak DGS ile hemen hemen hepsini açıkta bıraktı. Milli Eğitim Bakanlığı ise sertifikalı öğretmen adayları ile adeta kedinin fareyle oynadığı gibi dalga geçmeye devam ediyor.
       Önceki gün gerçekleştirilen yeni öğretmen atamaları öncesinde bizzat Bakan Bostancıoğlu'nun kendisi, sınıf öğretmeni sertifikası olan bütün üniversite mezunlarının atama kapsamına gireceğini açıkladı. Ama tayinleri yine yapılmadı...
       Peki bu kadrolara kim atandı? Bir önceki dönemde yeterince eğitim fakültesi mezunu olmadığı için kadrolar doldurulamamıştı. Aradan bir ay geçmeden nasıl oldu da bu kadrolara atanacak binlerce öğretmen bulundu? Milli Eğitim Bakanlığı bu soruların cevabını mutlaka vermelidir.
       Böyle devlet idaresi olur mu? Yaşanan rezaleti

Yazının Devamı

Arkası gelmiyor

7 Ekim 2000


       Genelde her şeye çok güzel başlıyoruz. Ama nedense arkasını aynı güzellikte getiremiyoruz. Geçenlerde metro açıldı diye neredeyse düğün bayram yaptık. Oysa bu, en az yüz yıl gecikmiş bir ikinci adımdı. Metroya ilk adım, 1800'lerin sonunda İstanbul'da Tünel'de atıldı. Hem de dünyanın ilk örneklerinden biri olarak hizmete girdi...
       Benzeri gecikmelerimiz o kadar çok ki! Bugün yine akası gelmeyen bu çok önemli ilk adımlardan birini ele alacağız. Mühendis kökenliler için ABD'deki MIT çok önemli bir bilim ve teknoloji merkezi. Oradan mezun olmak, ayrı bir önem taşır. Bizim için ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ neyse ABD için de MIT aynı anlama geliyor.
       1992'de Başbakan ve Cumhurbaşkanı mühendis kökenli olduğu için MIT'nin bir benzerini Türkiye'de yaratmak istediler. Özellikle Özal bu konuda çok istekliydi. Demirel de destek verdi. Sonuç olarak bir değil, iki yüksek teknoloji enstitümüz oldu.
       Yüksek teknoloji enstitülerinin biri İzmir'de, diğeri de Gebze'de kuruldu. Amaç, sadece Türkiye'nin değil, dünyanın gözde bilim ve teknolojoi

Yazının Devamı