MİLLİ Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam, kendi yarattığı zamansız fırtınanın önünde, kuruyan bir sonbahar yaprağı gibi uçup gitti. Yabancı dille eğitim konusunda, en son söylediği: "Gerekirse eski sisteme (yani mevcut sisteme) devam edilir".Bir siyasi için Sağlam'ın bugün içerisine düştüğü durumdan daha kötüsü olamaz. Durduk yerde hem kendini, hem hükümeti, hem de oturduğu makamı yıprattı. Çevresinde hiç mi kurmayı yok? Kendisini hiç uyarmadılar mı? Böyle bir konuya, böyle yanlış bir yaklaşımın, kendisini yıpratmaktan öte hiçbir işe yaramayacağını kimse hatırlatmadı mı? Daha önceki bakanların gündeme getirmelerine karşın, "cısss" diyerek, niye ellerini kaçırdıklarını kimse kendisine söylemedi mi?
Eğer bu kadarını da yapmıyorlarsa, ne diye boş yere maaş alıyorlar? Yok eğer söylediler de, Sağlam dikkate almadıysa, gerekçesi nedir? Gerçekten öğrenmek istiyoruz.
Sağlam, giderek yıprandığı böylesi bir ortamda, "yabancı dille eğitimi kaldıracağız" diye ortaya çıkacağına, yabancı dille eğitimin zaaflarını ortaya koysa, daha da önemlisi, artık bir zorunluluk haline gelen yabancı dili neden öğretemediğimizi tartışmaya açsa, bugün başına gelenlerin hiçbiri gelmediği gibi, arada bir söylediği
TÜRKİYE'nin çarpık siyasi yapısından yararlanarak, bir anda kendini bakanlık koltuğunda bulanların, daha kaç gün oturcakları belli olmayan makamlarını, yıpratmaya hakları yoktur.
Yapmaktan çok, yıkmaya meraklı Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam, Anadolu liselerinde yabancı dille eğitime son vermek için elinden geleni yapıyor. Aynı şovu, 10 yıl önce dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel de yapmış ve yabancı dili zorunlu olmaktan çıkartmıştı. "Yanlışı", yine kendi partisinden Avni Akyol düzeltti.
Mehmet Sağlam'ın alacağı kararın da, kendinden sonraki bakan tarafından ya da mahkeme kararıyla kaldırılma olasılığı yüzde 500. Durum böyleyken, kafaları karıştırmanın ne alemi var?
Milli Eğitim Bakanlığı, önce Anadolu liselerinde, ardından da özel okullarda yabancı dille eğitimin kaldırılmasına gerekçe olarak şu 4 noktayı öne çıkartıyor:
1. Yabancı dille eğitim sadece müstemleke ülkelerde, yani işgal altındaki ülkelerde var.2. Yabancı dille eğitim, hem çocuklarımızı milli kültürümüzden uzaklaştırıyor, hem de anadilimizin öğrenilmesini güçleştiriyor.3. Öğrencilerin üniversiteye girişteki başarısını düşürüyor.4. Yeterli öğretmen yok.Bakanlığın, yukarıda saydığı 4 gerekçenin de, hiçbir
Önceki gece, geç saatlere kadar HBB'de, Masum Türker'in programında yabancı dille eğitimin kaldırılıp kaldırılamayacağını tartıştık.
Milli Eğitim Bakanlığı adına bakanın "bu konuda son sözü, onlar söyleyecek" dediği Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Ramazan Çetindağlı, özel okullar adına Dernek Başkanı Dündar Uçar, kamuoyu adına da Gazeteci olarak ben vardım.
Saatlerce süren tartışma sonunda, günlerdir kamuoyunda yaşanan tedirginliğin hiç de boşuna olmadığı ortaya çıktı. İşte geceden kalan notlardan bazıları:
* Milli Eğitim Bakanlığı Anadolu liselerinde fen ve matematik derslerinin yabancı dille yapılmasına son vermekte kararlı. Yabancı okullarla, Türk kolejler büyük olasılıkla yasak dışı kalacak. Ayrıca Galatasaray, İstanbul Erkek Lisesi gibi özel statülü okullar bu karardan etkilenmeyecek.
* Bakanlık karara gerekçe olarak her ne kadar, "dünyada sömürge ülkelerinden başka hiç bir ülkede yabancı bir dille eğitim yok. Yabancı dille eğitim milli kültürümüzü köreltiyor" gibi inandırıcı olmayan sözlerin arkasına gizleniryorsa da asıl nedenin bu okullara öğretmen bulmakta güçlük çekmek olduğunu da saklamıyorlar.
* Olayın en vahim tarafı ise siyasiler tarafından her ilçeye bir Anadolu
SON aylarda olup bitenleri yakından izleyip de, tepki duymamak mümkün değil. En sakin geçinenlerimiz bile, sinir küpü, daha da vahimi, küfürbaz oldu çıktı.
Siyasilerin oturdukları koltuklara hiç yakışmayacak şekilde söyledikleri sözler bir yana, tutarsızlıkları ve olanı bozma istekleri dayanılır gibi değil.
Tuzla'daki yangını içimiz parçalanarak izledik. Her karesi cahillik kokuyor. İtfaiye erlerine, ateşe dayanıklı yanmaz elbiseleri, yangınlarda değil de, törenlerde giydiren kafalar, nasıl böylesine önemli mevkilere gelebiliyor, anlamak mümkün değil.
Cayır cayır yanan itfaiyeciler "cankurtaran" diye çığlıklar atarken, ortada tek bir cankurtaran yoktu. Neymiş, güvenlik nedeniyle, bölgeye girmeleri yasakmış. Sanki o görüntüleri çeken gazetecilerin, yangının orta yerinde cehennem azabı çeken itfaiyecilerin can güvenliği hiç önemli değil. Onları cepheye sürüp, sağlık ekibini güvenli bölgede tutma mantığı, nasıl olur da bakan düzeyinde savunulur ki?..
Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna'nın bu dahiyane savunması gibi, son günlerin gündem konusu pompalı tüfeklere sahip çıkan Star Haber Koordinatörü Ufuk Güldemir'in harika(!) yorumları da bilgi dağarcığımızı genişletiyor.
Milliyet'e yönetici
MİLLİ Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam, üniversiteye giriş sistemini değiştirmekte kararlı görünüyor. Ama, ne kadar samimi bilmiyorum!
Sağlam, milletvekili, bakan olmadan önce, 5 yıla yakın YÖK Başkanlığı yaptı. Eğer isteseydi, bugünkü saçma sapan sistemin değiştirilmesi için bir çalışma başlatırdı.
"Sınavları kaldırdım" demekten daha kolay bir şey yok. Daha önce, başta Çiller olmak üzere, pek çok siyasetçi tarafından defalarca telafuz edildi. Ama sonuç ortada, hala değişen bir şey yok.
Eğer merkezi sınavlar gerçekten kaldırılmak isteniyorsa, bu kısa vadede değil, uzun vadede gerçekleştirilmelidir.
Bakan Sağlam, bu konuda somut bir sonuç almak istiyorsa, önce parlamentonun, sonra üniversitelerin daha sonra da komuoyunun desteğini arkasına almalıdır.
Milli Eğitimde "Ben yaptım, oldu" denilerek alelacele alınan kararların hiçbiri uzun ömürlü olmadı. Örneğin, kredili sistem; örneğin, basamaklı kur sistemi.
Bakanlar, ortalama 1 - 1,5 yıl oturdukları koltukta bir şeyler yapmış olmak için, uzun dönemde başarılı olabilecek uygulamaları, kısa bir döneme sığdırmaya çalıştıkları için hep başarısız oldular.
SİBEL'in dünkü röportajıyla yakından tanıdığımız İdil Kaymakamı Hüseyin Parlak gibi mülki amirlerimiz olduğu sürece geleceğe çok daha umutla bakabiliriz.
Türkiye'de kaç tane doktoralı kaymakam, vali var? Bilmiyorum. Ama, sayıları çok fazla olmasa gerek. İşte bunlardan biri de İdil Kaymakamı Hüseyin Parlak.
İdil'i öylesine benimsemiş ki, sanki doğduğu büyüdüğü kent. Herkes doğu ve Güneydoğu'dan, hele hele Şırnak'tan Cizre'den, Midyat'tan, İdil'den kaçarken, o, oraya sımsıkı sarılmış.
İstanbul'a geldiğinde gazetemize de konuk oldu. Saatlerce İdil'i anlattı. Öylesine içten, öylesine inandırıcıydı ki, Eğitim Servisi olarak hepimiz İdil'e gidip, İdil için bir şey yapma arzusuyla dolduk.
Demek ki insanlar, hiç gitmedikleri, görmedikleri, adını bile hiç duymadıkları, oradaki, ta uzaktaki bir ilçeye gönülden bağlanabiliyormuş. Bunu gördük, yaşadık, hissettik...
Bize bu duyguları tattıran Hüseyin Parlak gibi görevine canı gönülden bağlı eminim yüzlerce kaymakam var. Onları da bu vesile ile canı gönülden kutluyoruz.
Hüseyin Parlak'la sohbet ederken Güneydoğu sorununun neden oluştuğu, neden bugüne kadar çözülemediği ve nasıl çözülebileceği, bir sinema şeridi gibi gözümüzün önünden geldi geçti.
Yabancı dille eğitim, her dönemde tartışma konusu olmasına karşın, hep ilgi odağı oldu.
Bugün için, Türkiye'nin "en iyi"leri olarak kabul edilen tüm öğretim kurumlarının ortak bileşkesi, yabancı dille eğitim yapıyor olmaları.
Boğaziçi, ODTÜ, Robert, Galatasaray, Bilkent, Koç, İstanbul Erkek, Kadiköy Anadolu Lisesi...
Hepsi İngilizce, Fransızca, Almanca eğitim yapan okullar.
Yabancı dille eğitim, sadece, "misyoner okulları" diye farklı bir kalıba oturtulmak istenen yabancı okulların değil, iddialı Türk okullarının da öncelikli tercihi.
Veli ve öğrencilerin arzusu da, ağırlıklı olarak bu yönde. Hepsinin hayalini paralı ya da parasız yabancı dille eğitim yapan bir okul süslüyor. Sınavlar için harcanan onca emek ve paranın altında yatan amaçlardan biri de bu.
Şimdi böylesi bir ortamda, Milli Eğitim Bakanlığı, yabancı dille eğitime son vermek için çalışma başlattı. Yakında bir oldu bittiyle, önce anadolu liselerinde, ardından da kolej ve üniversitelerde "Yabancı dille eğitimi kaldırdık" derlerse hiç şaşırmayın.
"Herşeyde bir hayır vardır" derler. Bu çerçeveden bakıldığında, REFAHYOL Hükümeti de, Türkiye'de pek çok hayra vesile oldu.
Örnek mi? İşte İstanbul'daki devlet üniversitelerinin yönetim ve öğretim kadrolarıyla, dün İsbtanbul'da gerçekleştirdikleri gövde gösterisi...
REFAHYOL Hükümeti'nin dışında hiç bir güç, üniversiterimizi, içerisinde bulundukları hantallıktan, uyuşukluktan, boşvermişlikten, nemelazımcılıktan kurtaramazdı. Dünya yıkılsa umurlarında değildi. Bırakın 6 üniversiteyi biraraya getirmek, ikisini yan yana görmek mümkün değildi. Ama, Çiller ve Erbakan ikilisi, dün görkemli bir birlikteliğin mimarı oldular. Kendilerine teşekkür ediyoruz.
Bir başka örnek ise, yine biraraya gelmez diye umut kesilen Ecevit ve Baykal'ın son günlerdeki flörtü. Yakında aynı hükümette görev alırlarsa hiç şaşırmayalım.
Evet, Erbakan-Çiller ikilisi, Türkiye'ye fazlasıyla zarar verdi ama, yararları da olmadı değil. İşte son örneği:"Aydınlık için bir dakika karanlık kampanyası." Pek çok evde olduğu gibi akşamları saat 9'da, bizim evde de, büyük bir hareketlilik var. Çocuklar ışıkları-yakıp söndürmeye bayılıyor. Ve, her geçen gün, yanıp sönen ışıklar, tencere dibi prtestoları hızla artıyor.
Bugüne kadar