Büyük şehir tazminatı

23 Ocak 1997

EVkiraları, ulaşım giderleri, yoğun trafik ve hava kirliliği yüzünden, özellikle memurlar için büyük kentler yaşanılmaz hale geldi. Bu kentlerin başında da İstanbul geliyor.
Öğretmen atamalarında, genç öğretmenler, eğer aileleri İstanbul'da değilse, Güneydoğu'daki terörden kaçar gibi bu güzide kentimizden de kaçıyor. Sadece onlar mı, "sürgün" olarak İstanbul'a gönderilen diğer memurlar için de, daha rahat bir yaşam için kaçıştan başka alternatif yok.
Çok sınırlı bir harcaması olan köydeki bir öğretmenle, büyük kentlerdeki bir başka öğretmene aynı maaşı vermek, çok büyük bir haksızlık.
Büyük kentler, örneğin İstanbul yaşanılırsa güzeldir. Yoksa eziyetten başka bir şey tattırmaz insana.
Hal böyleyken, büyük kentlerde yaşayan ve emeğiyle yaşamını sürdüren memurların, işçilerin durumu hiç göz önünde bulundurulmaz. Bırakın standart üstü bir yaşamı, insanca bir yaşam için gerekli düzenlemeler neden yapılmaz ki?.. Meclis'teki milletvekillerinin neredeyse sekizde biri İstanbul'dan seçildiler. Yarısı da büyük kent temsilcilerinden oluşuyor. Ama nedense bu konuyu hiç gündeme getirmezler. Örneğin, "Büyük Şehir Tazminatı" verilmesini öngören bir yasa teklifi hazırlamazlar.
Biraz mantıklı

Yazının Devamı

Sorunlar bitmek bilmiyor

22 Ocak 1997

EVET, bugün köşem sizlerin. Lütfen yazmaya devam edin.
"Kendi olanaklarımızla, öğrencilerimize daha yararlı olabilmek amacıyla bir kitaplık oluşturmaya çalışıyoruz. Bilgiye ve buna araç olan kitaba ve ders -araç gereçlerine ihtiyaç duymaktayız. Geleceğimizin teminatı olan öğrencilerimize, elinizden geldiği ölçüde yardım yapacağınızdan kuşkumuz yoktur. Yardım elinizi uzatmanızı bekliyoruz.
Mehmet Metin / Merkez Cumhuriyet İlkokulu Öğretmeni / Siirt"Anaokullarına da işsiz üniversite mezunlarının öğretmen olarak atanacağını öğrendim. Ben, Kız Meslek Lisesi Çocuk Gelişimi ve Eğitimi mezunuyum. 1992'den beri kreş öğretmeni olarak görev yapıyorum. Bir fakülte mezunu olsa dahi, kendi branşı dışında iyi bir eğitim verebileceğine inanmıyorum. Özellikle anasınıfında iyi eğitici olabilmek için, çocukları sevmek, onları iyi tanımak, ayrıca bu konuda özel bir eğitim görmüş ve deneyimli olmak gerekir. Üniversite mezunu olmayabilirim ama, şu anda 5 yıllık deneyimim var. Benim durumumda binlerce kişi var. Lütfen bu gözardı edilmesin...
Ayşe Yılmaz / Diyarbakır"1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 32. maddesinde aynen "İmam Hatip Liseleri, imamlık, hatiplik ve Kur'an kursu öğretmenliği gibi dini

Yazının Devamı

Eğitimde zorbalık olmaz!

21 Ocak 1997

AYŞE Kaya lise 2'nci sınıf öğrencisi. Lise 1'i takdirle geçti. Fen, Matematik, Türkçe, Sosyal tüm dersleri pekiyi. Öğretmenlerinin telkini ve o an için hoşuna gitmesi nedeniyle, diğer tüm alanları da rahatlıkla seçebilecekken Fen'i seçti.
Ama, gördü ki, lise 1'de gördüğü yüzeysel Fen dersleriyle, Lise 2'de gördüğü ağırlıklı Fen dersleri arasında çok fark var. Daha ilk aydan sonra Fen'i yapamayacağını anladı. Bir an önce alan değiştirmek istedi. Öğretmenlerine, okul yöneticilerine, Milli Eğitim'e kim aklına geldiyse herkese başvurdu. Ancak, her seferinde karşısına mevzuat hazretleri çıktı. "Olmaz, olmaz, olmaz" dendi.
Ayşe, ilkokulden Lise 1'e kadar zayıf yüzü görmeyen çok başarılı bir öğrenciyken, şimdi yerlerde sürünüyor. Zayıf üzerine zayıf alıyor. Morali sıfır. Öyle ki okulu bırakmayı bile düşünüyor...
Böyle eğitim sistemi olur mu?
Eğitimin amacı, kişiyi ilgi duyduğu alanda, mutlu ve başarılı kılarak geleceğe hazırlamaktır. Yoksa, onu eğitimden küstürüp, soğutmak değildir.
Ayşe, alan seçiminde, hatalı bir tercih yapmış olabilir. Ama, kim hata yapmıyor ki! Böylesine masum bir hatanın faturası, bu kadar ağır mı olmalıdır?
Ayşe gibi binlerce öğrenci, böyle bir hatanın üzerine inşa

Yazının Devamı

Anlamsız sınav yarışı

19 Ocak 1997

Üniversiteye giriş sistemi, hiç zaman geçirilmeden, mutlaka sil baştan yeniden ele alınmalıdır.
Mevcut sistemi, öyle, politikacıların iddia ettiği gibi, birkaç yıl içerisinde değiştirmek mümkün değildir. Ama bugünden karar verilirse örneğin 2000 yılında, daha akılcı, daha adilane yeni bir üniversiteye giriş sistemi uygulamaya konulabilir.
Hastalığı tedavi için önce teşhis etmek gerekir. Bu konuda da öncelikle sistemin aksayan yönlerinin ne olduğunu saptamak zorundayız.
* Mevcut ÖSYM sistemi, güvenilir ve ayırtedici olmasına karşın, adil değildir. Fen liselerinden, kolejlerden, süper liselerden mezun olanlarla, klasik liseler ve meslek liselerinden mezun olanları aynı sınava sokmak, aynı soruyu sormak, kaplumbağa ile tavşanı yarıştırmak gibidir...
* Lise düzeyinde yüzlerce ders okutulmasına karşın, ÖSS ve ÖYS'de sadece 8 - 10 dersten soru sorulmaktadır. Bu da belli bir kitleye avantaj sağlamaktan başka birşey değildir...
* Ortaöğretim ile yükseköğretim arasında kesinlikle bir koordinasyon söz konusu değildir. Yanlış sınav sistemi yüzünden liselerde okul içi eğitim bitme noktasına gelmiş, İmam hatipler ve meslek liseleri mesleğe değil, üniversiteye öğrenci hazırlayan kurumlar haline

Yazının Devamı

Ağaç mı, insan mı?

18 Ocak 1997

BÖYLE bir soru, ilk bakışta çok saçma gelebilir. Bir kısmınız, "Elbette insan. Bunun tartışması olur mu?" derken, bir kısmınız da "Nasıl ikisini birbirinden ayrı düşünebilirsiniz. Doğa ve insan birbirinden ayrılmaz iki bütündür" görüşünü savunabilirsiniz. Hatta, ağaç ve doğa kavramına gönül verenlerden, "Tabii ki ağaç" diyenler bile çıkabilir.
Bence bu konuda biraz beyin jimnastiği gerekiyor. Çünkü ortada tartışmalı bir konu var.
ÖSYM'nin görevden alınan Başkanı Eres Söylemez, geçen yıl, üniversite sınav sonuçlarının öğrenilmesi için, 900'lü hatlardan elde edilen geliri, orman kurulması için TEMA Vakfı'na bağışlamıştı. Sınavlarla birlikte bu konu yeniden gündeme geldi.
On milyarlarca lira, orman kurulmak üzere yine TEMA'ya mı verilecek, yoksa bir öğün yemekle gününü geçiren, harcını ödeyemediği için kıvranan, kalacak yurt bulamadığı için tarikatların, terör odaklarının, fuhuşun kucağına düşen öğrencilere, burs olarak mı tahsis edilecek? Sonucu merakla bekliyorum.
Geçen yıl bir oldu bittiye getirilerek, öğrenciden kazandığını, öğrenci yerine ağaca yatırım yapan zihniyetten, öğrenciler lehine bir şey beklemek mümkün değildi. Ama artık o yok. Sanırım yeni yönetim, insana, eğitime biraz

Yazının Devamı

Dalan'ın büyük hayali

17 Ocak 1997

Bu yıl içerisinde, ayda birkaç günümü, okul ziyaretlerine ayırdım. Mümkün olduğunca farklı statüdeki okullara gidip, ordaki havayı sizlere aktarmaya çalışacağım.
Zaten bu yönde hayli istek de var. Böylece, hem yoğun iş ortamından kurtulmuş olacağım, hem öğrenci ve öğretmenlerimizle çok daha yakın bir diyaloğa gireceğim, hem de haklı da olsam, hiç sevmediğim mazeret üretmekten kurutulacağım.
Bu yılın ilk ziyaretini, Türkiye'nin en büyük okullar zincirine sahip İstanbul Eğitim ve Kültür Vakfı (İSTEK) okullarına yaptım.
Vakıf Başkanı İstanbul eski Belediye Başkanı Bedrettin Dalan. Temel amaçları Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda kendi kendine yeten, sadece Türkiye'de değil dünyanın her yerinde ayakta kalmayı başarabilen gençler yetiştirmek.
Dalan ve İSTEK Vakfı, şu günlerde yeni bir üniversite kurmanın heyacanını yaşıyor. Yeditepe Üniversitesi, derslere başlayalı henüz birkaç ay oldu ama, belli ki Dalan'ı çok yormuş. "Belediye başkanıyken, Haliç'i yıkarken bile bu kadar zorlanmadım. Ama değdi. Üniversite bambaşka bir şey" diyor.
İSTEK okullar zincirinin ilk okulu olan Semiha Şakir Lisesi açıldığında, eğitim sektöründe büyük bir sükse yapmıştı. Adete herkes çocuğunu oraya vermek

Yazının Devamı

Hani medreseler kapatılmıştı?

16 Ocak 1997

SABAH gazetesinde ilginç bir yazı dizisi başladı. Saidi Nursi'den Fethullah Hoca'ya uzanan 70 yıllık nurculuk hareketi anlatılıyor. İlk izlenimler, sempati dolu. Belli ki, "70 yıldır açılmayan kapılar" boşuna açılmamış.
Dizinin ilk gün yazısını okuyucunca, kapatıldığını sandığımız medreselerin 60 yıldır Türkiye'nin dört bir yanında öğretimlerine devam ettiğini, hatta bakanlık bile yapan politikacıların bu medreselerdeki derslere katıldıklarını öğreniyoruz.
Hani Tevhid - i Tedrisat Kanunu vardı? Hani, eğitim tek elden ve Milli Eğitim kanalıyla yapılacaktı? Hani tüm tekke, zaviye ve medreseler kapatılmıştı? Demek ki, yıllarca kendi kendimizi kandırmışız.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da siyasilerin iki yüzlülüğü ortaya çıkıyor. Madem laik eğitim sistemine inanmıyordunuz, madem medreselerin, şeriat okullarının, kurslarının gerekliliğine inanıyordunuz neden yasal hale getir mediniz? Neden, herkesin ağzına bal sürdünüz?
Türkiye çok ilginç günler yaşıyor. Televizyonlar, tarikatların ipliğini pazara çıkaracağız diye adeta reklamlarını yapıyor. Laf cambazı din istismarcıları, o kanaldan, öbür kanala kaşarak, dini olduğu gibi, ratingci TV yöneticilerini de sonuna kadar kullanıyor.
Hürriyet

Yazının Devamı

Haydi beyin fırtınasına

15 Ocak 1997

"İNSANI, hayvandan ayıran düşünmesidir" derler. Ama bu yeteneğimizi ne kadar kullanıyoruz, işte o belli değil. Gün geçmiyor ki, "bu kadarı da olmaz" dedirten saçmalıklarla karşılaşmayalım. "Düşünen, biraz olsun aklını kullanan biri bunu nasıl yapar?" diye, saçınızı, başınızı yolduğunuz çok olmuştur. Olmaya da devam edecektir.
Çağdaş eğitim sistemlerinin temel amaçlarından biri de, düşünen bireyler yetiştirmektir. Oysa bizim eğitim sistemimize bakıldığında, eğitim kademeleri yükseldikçe düşünme yeteneğinin köreldiğini görürüz.
Bilerek mi yapılıyor, yoksa laçkalıktan mı böyle oluyor, oranısını bilemem. Ama bildiğim bir tek şey varsa o da, düşünme konusunda acz içindeyiz. Yoksa, bir yılın yarısında, çocuklarımızın okuldan uzakta kalmasına alkış tutarmıydık?..
Beyin fırtınası deyince aklıma hep Tınaz Titiz gelir. Ezberci eğitime savaş açan Titiz'in en büyük hayali, düşünen, sorgulayan, uygulayan yaratıcı nesillerin yetişmesi. Bu konuda adeta bir misyoner gibi çalışıyor.
Onun için her konu önemli. Gündeminde bazen ezberci eğitim, bazen çocukların altında ezildiği sırt çantaları, bazen de bilim ve teknolji var.
Şimdi ele aldığı konu ise çok enteresan: Sınıflardaki karbondiyoksit yüklü hava,

Yazının Devamı