Fenerbahçe Spor Kulübü, tarihinin en önemli, en ağır ve en zor savunma sınavında. Aziz Yıldırım ve 12 tanığı, bugün UEFA Tahkim Kurulu önünde vicdanlarını, bilgilerini, gerçekleri ve Disiplin Kurulu kararları karşısındaki itirazlarını seslendirecekler.
Bildiğim ve tahmin ettiğim kadarıyla bugünkü savunma, öncekilerden çok farklı olacak.
Önceki savunma üslubu sert, öfkeli, iddiaları reddeden ve karşı suçlamalarda bulunan saldırgan bir anlayışa dayanıyordu. Gördük ki bu üslup ve anlayış, olumlu sonuç vermedi.
Argodaki tanımlamayla özetlersek Fenerbahçe hep “gider” yaptı. Rest çekti ama yalnız kaldı. Rakip kulüplere, onların başkan ve yöneticilerine, polise, savcıya suçlamalar ve sert imalarla dolu agresif (saldırgan) bir tutum sergilendi. Bu tutum, Aziz Yıldırım’ın hem duruşmalar sırasında, hem de kamuoyu önündeki yazılı ve sözlü açıklamalarında Fenerbahçe’nin duruşunu oluşturdu.
Bugünkü savunma, 12 tanıklı listeye bakacak olursak, çok farklı bir yaklaşımı sergileyecek. İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından cezalandırılan 3 futbolcunun (İbrahim Akın, Mehmet Yıldız ve Korcan Çelikay) Tahkim Kurulu önünde ifade verme isteği, her şeyden önce “masumiyetin verdiği
“İlle de galibiyet, mutlaka şampiyonluk, kesinlikle madalya... Nasıl olursa olsun final... Kürsüye çık, madalyanı tak, ödü1ü de kap !”
Spor kültürümüze yapışan “sonuç odaklı“ virüs, oyunun güzelliğini alıp götürdü. Temiz ve masum keyfimizi sildi, süpürdü.
Şu doping illeti örneğin... Şike ve teşvik skandallarını sollayıp utanç listemizin birinci sırasına yükseldi.
Halterden sonra atletizmde de zehirlenmiş sporcularımız.
Federasyon Başkanı Mehmet Terzi’ye sordum, doğruladı: “Evet, maalesef 24 atletimiz arasında 16 yaşındaki bir çocuğumuz da var!”
Düşünün, kaşarlanmış ağabeylerinin ve ablalarının izinden gideyim derken, nasıl yanlış yollara sapmış küçük kardeşimiz!
Terzi, halterdeki etkin piyasa aktörlerinin atletizmde de tezgah açtığını söylüyor. Yeni sözleşme yapmış bazı antrenörlerin de mesaiye “stanazolol” takviyesi ile başladığını söylüyor.
İsviçre’den UEFA’nın disiplin kararlarını beklerken, önceden ilan edilmiş saatte bir başka belge IOC tarafından yayınlandı.
Yine İsviçre’de. Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) tarafından.
Yayınlanan belge, IOC bünyesinde yer alan Evaluation Commission (Değerlendirme Komisyonu) raporu.
2020 Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları ile ilgili üç aday kentin; İstanbul, Tokyo ve Madrid’in önceden belirlenen 14 konuda tartısını yapıyor. Kesin bir öneri, tercih ya da iddia taşımadan, olabildiğince dürüst ve yalın bir dille risk analizlerini sergiliyor.
110 sayfalık raporun ilk bölümünde yer alan kent, İstanbul... Komisyon her kente 31 sayfalık yer ayırmış. Olabildiğince ölçülü ve dengeli davranmaya çalışmış.
Bu raporu en ince ayrıntısına kadar okumak, her şeyden önce bu yazıyı yazacak zaman bırakmazdı. O yüzden ana başlıklarla, dikkatimi çeken konularla yetinmek zorunda kaldım. Elbette daha ayrıntılı okudukça daha net yorumlar yapılabilir.
Kısa yoldan şimdilik kaydıyla yorumlamak gerekirse...
Huysuz Biraderler yine iş başında. Vergi borçlarının affedilmesini istiyorlar. Uzun vadeli, düşük faizli kredi talep ediyorlar. Spor Toto ve İddaa gelirlerinin artırılmasını bekliyorlar. Kulüpler Birliği Ligi’nin kurulmasını dayatıyorlar. Yayın ihalesinin kendilerine bırakılmasında ısrar ediyorlar. Avrupa kupalarına giden takımlara maddi katkı yapılmasını öneriyorlar. Maç kadrolarında alt yapıdan gelen ve oynayan futbolcular için teşvik ödülü istiyorlar.
Yabancı statüsünün yeniden gözden geçirilmesi ise en önemli talepleri. 6+2+2’nin bu yıl da aynen devamında ısrar ediyorlar.
Huysuz Biraderler kim mi?
Süper Lig Kulüpler Birliği...
Türkiye Futbol Federasyonu genel kurulunun alternatifsiz, vazgeçilmez, mutlak hakimi!
Federasyonumuz da oldum bittim kendini hep onlara adayıp “Kulüplerin Federasyonuyuz” diye tanımladığına göre, ortada sorun kalmıyor.
Yeter ki Huysuz Biraderler’in kendi çıkarlarına göre hep “almaya” formatlanmış taleplerine ve önerilerine “he”” deyin, sonrasına da boşverin!
Şimdi yeni bir süreç başladı. Kendi iç dinamiklerimizle, sportif anlayışımız, örgütlenme modelimiz, ekonomik ve siyasal perspektifimizle okuyup anladıklarımızı (ya da anlayamadıklarımızı) farklı bir ortamda yeniden okumak, (anlayabilirsek) yeniden anlamak durumundayız.
UEFA, Beşiktaş ve Fenerbahçe için neredeyse iki yıldır açık tutup beklettiği dosyaları, nihayet işleme koydu. Disiplin Müfettişi’nin yazdığı raporu dikkate alarak kendi kovuşturmasını başlattı.
Bu yeni sürece “dış yargılama” süreci diyebiliriz.
İç dinamiklerimizin iki ayağı vardı. Adli yargıda İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, yönetici Ali Yıldırım, Şekip Mosturoğlu,İlhan Ekşioğlu , Tamer Yelkovan hakkında çeşitli hapis ve para cezaları vermişti. Beşiktaş Futbol Komitesi (eski) Başkanı Serdal Adalı ile Beşiktaş (eski) Teknik Direktörü Tayfur Havutçu da aynı mahkeme tarafından 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
Sportif yargılama ise birçok tartışma, TFF yönetimindeki değişiklikler ve yeni disiplin talimatının kurullar tarafından değerlendirilmesi sonunda İlhan Ekşioğlu, Cemil Turan ve Şekip Mosturoğlu’na verilen 1’er yıllık hak mahrumiyeti cezalarıyla sonlandırıldı.
Tamam, bu kadar öfke yeter... Biraz sakinleşelim... Durup soluklanalım... Nefretlerimize, sıkıntılarımıza, anlaşmazlıklarımıza, anlaşılamamalarımıza, inatlarımıza, ısrarlarımıza bir nokta koyamıyorsak da...
Şimdilik bir virgül atalım!
Haydi, gelin hep birlikte barışa sığınalım.
Ayağa kalkıp aklımıza dayanarak...
Sorumluluklarımızı ve geleceğimizi hatırlayarak..
Gidecek başka yerimiz olmadığı için bu güzel ülkeyi aydınlatarak...
...hep birlikte,
Futbolda yabancı ile bir türlü yıldızımız barışamadı. Kimi zaman olmadık yaş ve statü sınırlamasıyla kapıları daralttık. Ama aynı zamanda “Türk asıllı“ ya da “TC vatandaşlığına geçiş“ formülleriyle bir arka kapı yaratıp sorunu çözümlemeye çalıştık.
Futbol Federasyonu’nun da genellikle herkesi memnun etme alışkanlığı işin içinden çıkılamaz durumlar yarattı.
Şimdi sessiz ve derinden yeni bir “yabancı futbolcu“ çekişmesi başlamış bulunuyor.
Yine iki ezeli rakip Galatasaray ve Fenerbahçe, yine zıt kutuplarda üslenmiş durumda...
Şampiyon Galatasaray’ın Başkanı Ünal Aysal, geçen yıl çilekle süslediği sepetini bu yıl anlaşılan o ki Avrupa’dan, Afrika’dan topladığı yeni meyvelerle zenginleştirecek. Chedjou, imzalamak üzere, Ashley Cole ve Ricardo Quaresma da imzaya hazır, bekliyorlarmış.
Fenerbahçe ise, tersten yürütüyor transferi... Alper Potuk’la taraftarlarını da coşturan ciddi bir hamle yaptılar. Kiralık Ziegler’i evine gönderdiler. Bienvenue’yü Eskişehirspor’a vererek takımdaki yabancı yükünü azalttılar. Önümüzdeki günlerde hiç beklenmeyen yeni hamleler gelebilir, örneğin eldeki bazı yabancı oyuncular ince operasyonlarla satılırken, bir-iki yeni yabancı ile sınırlı bir
Aykut Kocaman ve futbolcularını kutlamak gerekiyor... 64 maçlık rekor maratonunda üç kulvarda da hedef kovaladılar. Taraftarlarına hayal ve heyecan sundular... Değiştiler, dönüştüler, o yorgun koşuda son maçın son dakikasına kadar takım olmanın örneklerini sergilediler. Şampiyonluğu, UEFA finalini kaybettiler ama dünkü maçta Türkiye Kupası’nı helalinden hak ettiler... Elbette, tabelacı, skorcu, unvancı anlayış bu işten pek tatmin olmaz... Ama eğri oturup doğru konuşalım... Fenerbahçe koca bir sezonu dolu dolu yaşadı ve yaşattı... Hepsinin emeklerine sağlık...
Kupa maçlarının finali benim zihnimde futbolun en hoş ve en eğlenceli son gösterisidir. Futbolu iş olarak gördüğümüz şu endüstriyel çağda işin en eğlenceli yanı kupada yaşanır... Ama bu hava maalesef dün yoktu... Fenerbahçe işini yaptı ama eğlence olmadı. Çünkü iki takımın da oynadığı, ortak olduğu bol gollü ve heyecanlı bir gösteri bekliyorduk, yapamadılar... Açık söyleyeyim, Trabzonspor çok arzu etmesine rağmen niyetini ve isteğini oyuna taşıyamadı. Ne işe ne de eğlenceye katılamadı. Böyle olunca Fenerbahçe de kendi başına yeterli skoru bulup, maçın sonuna kadar önceliğini korumayı bildi.
Fenerbahçe’de Mehmet Topal,