En keyifli, en ateşli

2 Eylül 2008

Lafı hiç eğip bükmeden doğrudan söyleyelim: Bu Beşiktaş büyüklerin içinde en keyifli oynayanı, en ateşli saldıranı!
Beşiktaşlılar eğleniyor... Coşuyor... Saçını, başını yoluyor... Dalgasını geçiyor...
... Ve neşesini buluyor!
Elbette, skorun çok dışında futbolu bir oyun olarak sevdiğimiz ve bu oyundan bir keyif beklediğimiz için yazıyoruz bunları...
Kazansın ya da kaybetsin, Beşiktaş’ı seyredenler şayet her şeyden önce futbolu seviyorsa oyundan mutlak bir keyif alacaklardır. Yürek hoplatan bir keyif bu... Ama aynı zamanda adamın tepesini de attıran bir keyif. Yani onca pozisyona girip kaçan gollere, penaltıdaki gibi boş kalenin bile reddettiği toplara bakıpta tepesi atmayan kaç kişi var? Ayağa kalksın da görelim...
Eğlence ve keyifi yaratan elbette Beşiktaş’ın aşkı-şevkle oynayan, geçen yıla oranla iştahını, enerjisini ve isteğini tazeleyen kadrosu. Eskiler ve yeniler acaip eğlendirdiler bizi... Müthiş bir özgüvenle, özgürce saldırdılar, içlerinden geldiği gibi oynadılar. Maalesef bir kırmızı kart var ama yine de maç temizdi.

Yazının Devamı

Bir yaz gecesi rüyası

29 Ağustos 2008

Beşiktaşlılar için bundan daha eğlenceli bir geceyi hatırlamak o kadar kolay değil. Hem peşpeşe gelen şık gollerle, hem de takımın birlikte top oynama, maç kazanma arzusuyla UEFA 1. turuna kapağı attılar.
Karakterine uygun bir hücum gösterisiyle açtılar maçı. Holosko-Uğur İnceman kurnazlığından gerçekten “ince” bir gol seyrettik. Sonrasında Serdar Özkan, Bobo ve Tello’nun keyif veren golleri sıralandı.
Beşiktaş’ta ofansif anlayış, yardımlaşma ve dayanışmaya bakacak olursanız, işlerin dört dörtlük olduğunu söyleyebilirsiniz.
Ama yine de acele etmeyin. Bosna Hersek’in uluslararası kimlik kazanamamış mütevazı takımlarından biriydi, Beşiktaş’ın rakibi... İlk maçta olduğu gibi rövanşta da iyi niyetle mücadele ediyor ama, fazlasına ne gücü ne de görgüsü yetiyordu.
Böyle bir takıma golleri sıralamak elbette kolay. Başarıyı küçümsemeyelim tamam da, abartmamaya da dikkat edelim.
Uğur İnceman, Beşiktaş orta alanına daha kişilikli, daha hamleli bir özellik ve derinlik kazandırdı dün. Oyun felsefesi iyi.

Yazının Devamı

Olimpiyat endüstrisi

27 Ağustos 2008

Pekin’de izlediğim XXIX Olimpiyat Oyunları, bu alandaki bilgi ve düşüncelerimin sarsılmasına neden oldu. Elbette bilgilerimi yenilemek fırsatı buldum. Ama daha da önemlisi, 27 yıl önce çalıştığım gazetenin manşetinden yaptığım “Türkiye Olimpiyat düzenlemeli” çağrısında artık o kadar ısrarcı olamayacağımızı anlamamdı.
Benim o tarihte alay konusu edilen ideallerim ve önerilerim, elbette bugün daha çok taraftara sahip. En azından tümüyle uygulanmasa da yürülükte bir olimpiyat yasası var. Olimpiyat düzenlemek için ülkeyi hazırlayan inançlı insanlar var. Gidemesek de kullanamasak da bir olimpiyat stadımız var.. Bunlar az şeyler değil. Ülkenin hayatına ve gündemine girmiş gerçekler. Bu kadarıyla bile mutlu olabilir, övünebilirdim. Yazık ki karşı karşıya kaldığımız daha büyük gerçekler benim inançlarımı ve ideallerimi karartıyor.

Kimse şikayetçi değil
Her şeyden önce, ülkemin bazı alanlarda ilerlemesine, istatistik gelişme grafikleri sergilemesine rağmen, olimpizm

Yazının Devamı

Bir beyaz koştu deseler

20 Ağustos 2008

Bu yazıyı da Cüneyt (Koryürek) Ağabey’e adıyorum. Biliyorsunuz, O’nun için “olimpiyat” 100 metre ile başlar, 100 metre ile biterdi. Gerisi, eh işte...
Ve Cüneyt Ağabey’e hep sorardım: “Abi ne zaman bir beyaz şampiyon çıkacak?”
Hayır, ırkçı takıntılarım olduğundan değil... Dünyanın en hızlı adamı olmaya artık hiçbir beyazın niyetlenmediğinden kaynaklanırdı merakım.
Piposunu bazen dolu  bazen boş ağzında dolaştırıp gülerdi Cüneyt Ağabey... Biliyordum, müthiş bir Charley Paddock (Antwerp 1920 /10.08) hayranıydı. Beyaz Amerikalı’nın hayatını keyifle anlatırdı. Sonra 1932 Los Angeles’in şampiyonu Harold Abrahams (10.06) da O’nun kahramanlarından biriydi.
Ama sonradan renk değiştirdi 100 metre koşusu... Beyazlar yavaş yavaş kayboldu. Jesse Owens (1936/ 10.03), Harrison Dillard (1948/10.03) artık yeni bir çağı başlatmışlardı. 100 metre siyah atletlerin alanıydı. Beyazlara final hakkı tanınmıyordu.
Arada Alman Armin Harry vardı tabii (Roma/10.02)... Olimpiyat öncesi Zürih’de 100 metreyi net 10 saniyede koşmuş, hakemlerin yarışı tekrar

Yazının Devamı

Zenginini ve şampiyonunu yaratan ülke

13 Ağustos 2008



Pekin Büyükelçiğimizde görevli diplomatlara soruyorum: Çin’den bir Abramoviç çıkar mı ?
Yanıt şaşırtıcı: Bir değil, birkaç bin Abramoviç çıkar!
Sonra anlatıyorlar ki, Çin Komünist Partisi, 1978’de bir karar almış: Dünyaya açılıp zenginleşmek, modernleşmek... Dünya devleri arasında yer almak.
Komünist ideolojilerle bugünkü global liberalizme nasıl ayak uydurulacağının formülünü de kendileri bulmuş...
Kendi zenginlerini yaratmak!

Yazının Devamı

Koryürek’siz olimpiyat

6 Ağustos 2008




Bu benim altıncı olimpiyatım olacak. 1980’de Moskova’da başlayan olimpik maceramı, Los Angeles, Seul, Barcelona derken, 1996’da Atlanta’da tamamladığımı sanmıştım. Ama gelin görün ki, kaderde Pekin’de olmak da varmış.
Elbette mutluyum. Bir olimpiyat gönüllüsü olarak uzaktan sevip izlemek yerine, pistlere ve pisinlere koşarak olimpiyatı yaşayacağım yine, dolu dolu bir heyecanla. İtiraf edeyim, futbolda ne kadar muhteşem olursa olsun, bir tür eksiklikle hep takılıp kalmıştır bir yerde duygu ve heyecanlarım. Ama olimpiyatta öyle değil! Orada insanoğlunun imkansızı başarmak için sergilediği inanılmaz adanmışlık öyküleri var. Orada sadece madalya değil, kendini yenilemek, aşmak, yıllara meydan okumak ve mücadelenin her türlüsünü karşı durulamaz bir azim ve inançla sürdürmek var. Zamana karşı, doğaya karşı, insana karşı, en önemlisi kendine karşı. Hayır, endüstriyel futbol ezberleriyle bu mücadeleyi “kazanmak, yeniden ve ille de kazanmak “ diye tanımlayamazsınız. Bu belki de çok soylu bir meydan okuma... Her zaman da

Yazının Devamı

Pekin’e yürüyen dev

30 Temmuz 2008

Fransa Bisiklet Turu, efsane pedal Armstrong’dan sonra üç yıldan beri İspanyol bisikletçilerin zaferiyle bitiyor.
Bu yılın şampiyonu Carlos Sastre!
Geçenlerde koşulan İtalya turunu da bir başka İspanyol, Contadour kazanmıştı.
Rafael Nadal, Roland Garros’tan sonra Wimbledon’u da kazanarak sadece toprak kortun patronu olmadığını ortaya koydu. Tenis dünyasında herkese  meydan okuyan İspanyol’un Federer karşısındaki galibiyeti de  bana göre  tüm spor dalları içinde en çekişmeli, en kaliteli, en coşkulu final oldu.
İspanyollar, Aragones’le birlikte futbolda yıllardır hak edip ulaşamadıkları Avrupa şampiyonluğunu da yakaladılar, nihayet.
Voleybolda, aynı unvanı geçen yıl kazanmışlardı.
2006’da herkes Amerika’nın yolunu gözlerken, basketbolda Dünya şampiyonluğunu İspanyollar elde etti.

Yazının Devamı

Olimpik heyecanlar

23 Temmuz 2008

Ne yalan söyleyeyim, Avrupa Futbol Şampiyonası Euro 2008’de öyle bir havaya girdik ki, futbola evrensel bakış yerine tümüyle ulusal heyecanlara kaptırdık kendimizi...
Özlemiştik öylesine heyecanlı, coşkulu, dolu dolu rüzgârları...  İyi de oldu. Futbolun iç rekabette “bölen“ keyifsizliğine karşı uluslararası rekabette huzur ve gurur veren “toplayıcı uzlaştırıcı“ yanını da hatırlamış olduk.
Şimdi hazırlık dönemi, son transfer hamleleri ve bitmeyen taktik arayışlar sürecini kendi haline bırakarak, sporda daha farklı ufuklara yelken açmanın zamanıdır. Neyse ki Turkcell Süper Lig başlayıncaya kadar bol bol gezineceğiz o ufuklarda.
Sporun en evrensel alanında özgür kuşlar gibi uçacağız.
Pekin’de.
Olimpiyat Oyunları’nda!..
* * *

Yazının Devamı