Yenilgiden daha beter

16 Ekim 2008

Bu beraberliğin hiçbir anlamı yok. Kazandığımız tek puan değil, kaybettiğimiz iki puan daha önemli

Biz bu maça daha çook yanarız... Onca gol pozisyonuna ve baskılı oyuna rağmen, hücumcu üstüne hücumcuyu sahaya sürüp yine de Estonya kalecisi Londak’ı mağlup edemiyorsak... Rakip takım kaptanı Piroja’nın tüm hava toplarına egemen olmasını engelleyemiyorsak puan kaybı elbette kaçınılmaz hale gelir.
Dahası, bu beraberliğin hiçbir anlamı yok. Kazandığımız tek puan değil, kaybettiğimiz iki puan daha önemli...
O kadar önemli ki gruptaki ikincilik hedefinin dışına düşüyoruz yavaş yavaş...
O hedefi Belçika ile Bosna Hersek’e ikram etmiş oluyoruz.
Elbette grupta çok maç oynanacak daha... Rakipler de puan kaybedecek. Ama en erken kayıplara uğrayan Milli Takım oldu.
Yenilmekten daha beter bir sonuç bu.

Yazının Devamı

Yüreğinin götürdüğü yere gitti

15 Ekim 2008

O’nu tanıyalı, maşallah, tam 41 yıl oldu... Bu konuda en kıdemli gazeteci olduğumu söylerlerse de iddia bana ait değildir. Benden daha eski tanıyanlar olabilir... Benden daha iyi tanıyanlar da olabilir. Bunlara hiç itiraz etmem. Ama dostlarımın izni olursa eğer, benim tanıdığım Mustafa Denizli Beşiktaş’a giderdi.
Öyle oldu işte, gördünüz...
Bu karardan sonra hayatta ne kadar çok şeyin değiştiğini görüp şaşırmayın...
Ortada değişen bir şey yok çünkü.
Ortada tanımadığınız bir kişi de yok.
O adam tanıdığımız Mustafa Denizli’dir ve bugün Beşiktaş’tadır.
Bu kadar basit.

Yazının Devamı

Sükunetin zaferi

12 Ekim 2008

Çok farklı gündemlerin, tuhaf tartışmaların ve acaip beklentilerin odağındaki Milli Takım dün karakteristik başarı öyküsünü İnönü’de de tekrarladı. Euro 2008’de geriden gelip maç kazanan o eğlenceli takım dün kendi evinde Boşnak kardeşlerine bir kredi açıyor, Dzeko’nun kafa golüyle 1-0 yenik düşmesine rağmen hiç öfkelenmeden, paniklemeden, gerilim yaratmadan, sükunetle oyununu sürdürüp maçı kazanacak hamleler yapıyordu.
İlk yarıda Batuhan Karadeniz’e sağ kanattan Sabri ile şişirdiğimiz toplar olaki günü geldiğinde Hakan Şükür gibi bir maymuncuğa ihtiyaç duyarsak hazırlık anlamındaydı. Ne varki, Batuhan’a ve Mevlüt’e kanattan top şişirilirken oyunu yerden oynamayı unuttu çocuklar. Ceza alanına gelip şut denemeyi ihmal etti. Orta alanın hücumda derinlik yaratacak hamleleri eksik kaldı. Bu şişirme ezberi nedeniyle çok top kaybederek rakibe kontra fırsatları da sunduk. İyi olmadı... Dzeko’nun attığı golün öncesinde ve sonrasında bir penaltı tartışması, bir de mucize

Yazının Devamı

Baba’ya manifesto!

8 Ekim 2008

Del Bosque’yi gönderdiler... Futbolu bilmediğini, Beşiktaş’ı çözemediğini, başarı gösteremediğini söyleyerek...
Deve yüküyle (7,5 milyon Euro) tazminat ödeyerek hem de!
Rıza Çalımbay’ı getirdiler. Futbola gözlerini 12 yaşında Beşiktaş’ta açan, kaptanlıkta Hakkı Yeten karizmasını tekrarlayan Rıza Hoca, sevgisini rehber edindi. Gözünü kırpmadan, pazarlık etmeden geldi... Öz yuvasına kapıkulu gibi hizmet etmeye çalıştı.
O’nun da başını yediler. Hem de kabul etmedikleri istifa kararından birkaç gün sonra... Gerçek gücün (!) kendilerinde olduğunu göstererek kovdular!
Jean Tigana da yaranamadı bunlara...
Adam iki kez Türkiye Kupası kazandırdı, görgüsüzce işgal edilmiş Kupa podyumunda kendine yer bulamadı.
Bir tek kıçına teneke bağlamadıkları kaldı kovarken!

Yazının Devamı

‘İnönü Sıratı’

7 Ekim 2008

İnönü Stadı mıydı, yoksa “İnönü Sıratı” mı ?  Yıldırım Demirören sessiz ve derinden Sağlam’ı gönderme planlarını yürütürken, Levent Erdoğan Ukrayna’daki rövanş rezaletinden sonra başkanı adına bir erdemli davranış çağrısı yapmıştı ya...
Ertuğrul Sağlam’ı istifaya davet etmişti ya...
Hani o erdemliliği bir türlü gösteremeyenler adına...
Futbolcular da iyice niyetsiz, ruhsuz, sorumsuz bir Metalist maçı oynamışlardı ya...
O yüzden işte İnönü Stadı, Ertuğrul Hoca için “İnönü Sıratı”na dönüşmüştü.  Dünkü tabela itibariyle o sırattan düşe kalka da olsa, sallanıp sarsılıp geçti hoca...
Elbet en başta Levent Erdoğan, köprü üstüne köprü, çağrı üstüne çağrı yapmaya devam edeceklerdir.
Şimdilik maça dönelim...

Yazının Devamı

Werder Bursa!

6 Ekim 2008

Bursaspor, formalarının tıpatıp benzerliği yüzünden Werder Bremen kimliği ile başladı maça...
Bundesliga ve Süper Lig temsilcilerinin ortak yanları sadece formaları değildi.
1899’da bir grup gencin nehir kıyısındaki yarımadada kurduğu takımın karakteri, biliyorsunuz “sürekli hücum!”
Dünkü Bursaspor’un karakteri de “hücum, hücum, hücum!” oldu.
Werder Bremen görünümlü hücum karakterli ev sahibinin konuğu da zaten “hücum“ kavramının en karakterli takımı Galatasaray’dı.
Böylece zevkli ve çekişmeli bir maç izledim kendi adıma. Futbol ölçüsüyle, eh işte eğlendim!
Çekişme, açık bir kapışmaya, boğuşmaya dönmeliydi. Olmadı. Zaman zaman öylesine hoş varyasyonlar, beceriler izledik ki, skor tabelası son andaki beceriksizlikler ya da müdahale beceriklilikleri yüzünden 2-1’le sabitlendi.

Yazının Devamı

Galatasaray’da anlayış sakatlıkları

1 Ekim 2008

Türkcell Süper Lig’in en azından bana göre en keyifli, en eğlendirici futbol oynayan takımı Galatasaray’da işler yine de pek keyifli ve eğlenceli değil!
Duyduğum ve bildiğim kadarıyla Skibbe ile yerli futbolcular arasındaki soğukluk, sakatlıklar üzerinden Prof. Dr.Mehmet Kurdoğlu ile Sağlık Ekibi’ne fatura edilmek üzere...
Kulüplerde teknik direktör beğenmeyen, kendi eliyle getirdiği adamın kusurlarını görerek hemen fikir ve karar değiştiren, kolayca adam harcayan çağdaş (!) yönetici tipi, bu anlamdaki kariyerini daha da geliştirerek şimdi de tıp uzmanlarıyla ilgili yeterlilik yetersizlik terazisinde tartı yapmaya hazırlanıyor.
Bana gelen haberlere göre, bir ekibin başındaki doktora öneri götürdüler. Kibarca geri çevrildi öneri. Konuyu Skibbe’ye açtıklarında, o da kendi ülkesinin adresini verdi : Almanya.
Yakında bir Alman doktorlar ekibi gelir de Galatasaray’da işbaşı yaparsa, şaşırmayalım.
Elbette tıp uzmanı değilim... Spor sakatlıkları konusunda merakları gidermek için kendiliğimden ahkam kesemem. Uzmanlara danışır, sorar soruşturur bir

Yazının Devamı

Kuşku ve coşku

29 Eylül 2008

Kazım Kanat ve Alpaslan Dikmen... İkisi de dostumdu. İkisini de sonsuzluğa yolcu ettik. Hem de bir bayram arefesinde... Spor dünyasının rekabetten çatışmaya dönen, ayarını kaybeden dinamizmi, bu iki dostun ölümü ile biraz olsun insanlık ikliminin havasını soludu. Acılar paylaşıldı. Dostluklara, sevgi ve saygıya hayatımızdaki öncelikleri iade edildi.
Huzur içinde uyusunlar. Giderken bize insan olduğumuzu hatırlattılar.
Maça dönersek...
Anlaşılan o ki Galatasaray, balansı bozuk, dengesiz bir takım olarak tamamlayacak bu sezonu...
Savunması bir türlü güven vermiyor. Meira’nın katılımına, İtalyan kalecinin tecrübeli ustalığına rağmen... Zoraki sağbekle (dün Hasan Şaş) oynuyorlar. Servet de, Euro 2008 sonrası bir türlü beklenen formunu bulamadı. Linderoth ve Mehmet Topal’sız bir orta alan da oyunda gereken dengeyi bir türlü sağlayamıyor. Ayhan gibi olgun bir ustaya rağmen bu böyle.
Takım savunmasının arızalı hali bununla da sınırlı değil. Kewell, Arda, Lincoln ve Baros zaten defterlerinde savunma kavramı yazılı olmayan adamlar.
Bu durum Konyaspor gibi bir takım

Yazının Devamı