‘Contemporary İstanbul’un kurucusu Ali Güreli’yle konuştuklarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Türk çağdaş sanatı hakkında bakın Ali Güreli neler söylüyor?
Contemporary İstanbul’un kurucusu Ali Güreli’yi yakalamışken çağdaş sanatın şu anki durumundan Türkiye’de sanatın sorunlarına kadar birçok şey konuştuk. Bugün konuştuklarımıza devam ediyoruz.
Sizce çağdaş sanat hak ettiği yerde mi, yoksa gereğinden fazla mı değer veriliyor?
Ben üniversitede işletme okudum. Ürünün değeri, fiyatı arz ve taleple dengelidir. Arz var ortada, onu o değerden satın alan varsa doğrudur. “Bunu bu fiyata Londra’da alan çıkar mı?” diyen de götürsün baksın Londra’daki fiyatlara. Dünyada son 3-4 senedir artık Türkler de çağdaş sanat etkinliklerini takip ediyor, geziyor. Fiyat karşılaştırmaları yapmaya başlıyorlar, kendi değer yargıları oluşuyor. Fuarların önemi de budur aslında. Karşılaştırma yapabilmeniz için birçok şeyi yanyana koyar. Şu anda sağlıklı yürüyor, bence fazla değil.
Yine de şunu kabul etmek lazım, çok hızlı yükseldi. Bu kadar hız bence de sağlıklı değil. Daha temkinli, daha sindirerek yürümesini tercih ederdim. Müzayedeler, bu hızı getirdi. Çağdaş sanatçının gerçek
‘Contemporary İstanbul’, 22-25 Kasım’da İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ve İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek. Tam 100 galerinin ve 600 sanatçının katılacağı fuarın öncesinde yenilikleri konuşmak üzere ‘Contemporary İstanbul’un kurucusu Ali Güreli’yle bir araya geldik. Bakın nelerden söz ettik...
“Kasımda İstanbul’a geleceğim” dedi. Hemen ardından ekledi “Çağdaş Sanat Fuarı için.” Deauville’de gerçekleşen ‘Women’s Forum’da Cartier’nin CEO’su Bernard Fornas’dan bu cümleleri duyunca sanki ‘Contemporary İstanbul’u kendim organize ediyormuş kadar heyecanlandım ve gururlandım. Bunun üzerine, döner dönmez ‘Contemporary İstanbul’un kurucusu Ali Güreli’yle konuştuk.
Contemporary İstanbul’da en başından beri neler değişti?
En son Paris’te FIAC ve Londra’da Frieze çağdaş sanat fuarlarına katıldık. Eskiden randevuları biz talep ederdik, artık bizden randevu talep ediyorlar. Paris’te Art Dubai’nin kurucusu Ben Floyd’la görüştük, New York Armory Sanat Fuarı’nın kurucusu Noah Horowitz’le görüştük. New Yok bizim için çok önemli, Amerikalı galerilerin Türkiye’ye girmesi önemli çünkü sanat pazarının yüzde 35-36’sı Amerikalıların elinde. Londra’ysa
Dünyanın en iyi 8 kadın tenisçisi ‘WTA Championships’ için İstanbul’da. İşte Sinan Erdem’deki ilk maçlardan izlenimlerim
Alıştık, İstanbul’a dünya starlarının gelmesine artık alıştık. Eskiden olduğu gibi heyecanlanmıyoruz, “Her geleni izleyeceğiz” diye tutturmuyoruz. Hatta öyle tembelleştik ki, “Nasılsa te-levizyon veriyor” deyip, yolu gözümüzde büyütüp, trafiği bahane edip çoğuna gitmiyoruz bile.
Dünyanın en iyi 8 kadın tenisçisi ayağımıza gelmiş ve ben izlemeye gidip gitmemek arasında kararsızım. Neyse ki Sema Demiral’ın telefonuyla kendime geliyorum. “Koskoca ‘WTA Kadınlar Şampiyonası’ İstanbul’a gelmiş, ben de bir zahmet Ataköy’e gideyim” deyip kendimi Sinan Erdem Spor Salonu’nda buluyorum. Sinan Erdem, gerçekten uluslararası standartlarda, hatta yurt dışındakilerden bile daha iyi. İlk maçlar olmasına rağmen salon dolu. İzleyiciler arasında Demet-İbrahim Kutluay çifti ve kızları İrem de var.
İlk maç, Agnieszka Radwanska-Petra Kvitova arasında. Kvitova, göbek yapmış. Onu böyle görünce elimde değil, tamamen kadınsal duygularla memnun oluyorum. “Dünyanın en iyi tenisçilerinden biri bile böyleyse, ben de bu bayram kendimi şımartabilirim” diyorum. Yine de bu kadar
Yurt dışında herkes “İstanbul parlıyor” diyor. Biz, kadar iyimser bakamıyoruz. Ama yine de bu yıl ilk kez gerçekleşen İstanbul Tasarım Bienali gibi umut verici gelişmeler de yok değil
Son zamanlarda hosteslerle yarışacak kadar çok uçtum. Her seyahatte, alanında başarılı yabancılarla tanışma fırsatım oldu. Her seferinde konu ne olursa olsun, döndü dolaştı, İstanbul’a geldi. İstanbul’un parlamasından, İstanbul’un artık bir marka haline gelmesinden bahsediyordu herkes.
İşte böyle bir dönemde ilk kez İstanbul Tasarım Bienali’nin yapılması, son derece önemli. Bienalin küratörleri Emre Arolat ve Joseph Grima. Mekanlarsa, İstanbul Modern ve Kemeraltı Caddesi’nde 2007’den beri kapalı olan Galata Özel Rum İlköğretim Okulu. İstanbul Modern’deki serginin adı ‘Musibet’, diğer serginin adıysa ‘Adhokrasi’. Bienalin teması Deyan Sudjic’in önerisiyle ‘Kusurluluk’ (‘Imperfection’). ‘Böyle bir temanın içeriğini incelemek için İstanbul’dan daha iyi bir şehir olamaz. İstanbul kusursuzluktan çok uzak, buna karşın dünyadaki en enerji verici ve en hareketli şehirlerden birisi. “Bu şehrin kendine has özelliği, bu kusurluluğun doğurduğu belirsizlik ve geçicilik durumu” diyor Sudjic.
Bienal,
İskoçların viskiye saygılarını ve viski tanıtımı için çabalarını gördükten sonra Mey İçki CEO’su Galip Yorgancıoğlu’na milli içkimiz rakı için neler yapıldığını sorduk. İşte Yorgancıoğlu’nun cevapları...
Önce ürünün uluslararası kalitede olması gerektiğini, sonra dağıtımın ne kadar önemli olduğunu ve son olarak da müşteriye raftan ürünü aldırabilmenin önemini anlattı Galip Yorgancıoğlu. Ürün kalitesinde ne kadar iyi olduğumuzu, geçen yıl Diageo’nun Mey İçki’yi satın almasıyla dağıtım avantajı yakalandığını ve şimdi sıranın müşteriye ürünü aldırmaya geldiğini anlattı.
“2004 yılında Rakı, 20 ülkeye ihraç edilirken bugün Almanya, ABD, İngiltere, Kıbrıs, Irak, Benelux, Türki Cumhuriyetler ve Doğu Avrupa dahil olmak üzere 40’tan fazla ülkeye ihraç edilmekte. 2011 yılında Rakı ihracatımız 4 milyon litrenin üzerine çıktı” dedi. Ardından da ekledi, “Yeni Rakı yalnızca Türkiye’de değil, dünya anasonlu içki pazarında da önemli bir konuma sahip. En önemli uluslararası sektör raporlarından Impact Databank 2011 raporuna göre Yeni Rakı anasonlu içkiler pazarında ciro olarak pazar lideri. Global alkollü içkiler pazarında da 14. sırada. Hedefimiz, Türkiye’nin en köklü ve değerli
İskoçya gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. İskoçların içki kültürüne nasıl sahip çıktığından ‘Malt viski mi, blended mı daha iyi?’ tartışmalarına uzanıyoruz
Mey İçki CEO’su Galip Yorgancıoğlu ev sahipliğinde yemekteyiz. ‘Yemekteyiz’ programındakinden daha renkli bir grupla. Masadaki isimleri sayıyorum, Figen Batur, Ahmet Örs, Ali Esad Göksel, Teoman Hünal ve Müge Akgün. Nilay (Örnek) ve ben, çömez kontenjanından olan biteni takip etmeye ve öğrenmeye çalışıyoruz.
Bir şarap siparişi 45 dakika sürüyor, şarap geldikten sonra bir 45 dakika daha tartışması sürebiliyor. Bir çatal bıçak tartışması alıp başını gidiyor. Gurmelerimizin yemeğe ve içkiye verdikleri önemi gördükçe yediğiniz içtiğiniz her şeyin değerini daha iyi anlıyorsunuz.
Viski tadımı ve haggis seremonisi
Akşam Drummuir Şatosu’nun mahzeninde mum ışıkları eşliğinde yapılan Johnnie Walker Blue Label tadımıyla başlıyoruz. Blue Label, birçok viskinin aksine tereyağı gibi akıp gidiyor.
Viskinin anavatanı İskoçya’da, sonsuz yeşillikler arasında Drummuir Şatosu’ndayım. Viski damıtımevlerinden fıçı üretim tesislerine küçük bir tura çıkıyorum
İskoçya’dayım. İstanbul yazından İskoçya kışına ani bir geçiş söz konusu. Biz paltolarla donuyoruz, İskoçlar gömleklerle geziyor. Speyside’da nereye baksanız uçsuz bucaksız yeşillik var. Sabahları yeşil yerine bembeyaz oluyor çimenler çünkü çiğ kaplıyor her yeri. Koyunlarsa sabah akşam farketmeden ve hiç ara vermeden otluyor. Çimenlerden kafalarını hiç kaldırmıyorlar bile. Bir o yana dönüp otluyorlar, bir bu yana dönüp. Hiçbiri birbirinin alanına girmiyor. Yolda ilerlerken önünüze geyik yavruları çıkabiliyor, durup onlara yol veriyorsunuz. İskoçya’daki tabiat başka hiçbir yerde yok.
23 yatak odalı şato
İskoçya’da yeşilliklerin arasında muhteşem şatolar var. Johnnie Walker’ın Drummuir Şatosu’ndayız, Mey İçki CEO’su Galip Yorgancıoğlu’nun davetlisi olarak. Drummier, 23 yatak odalı dev bir şato. Kütüphane odasında çıtır çıtır şömine yanıyor, karşısında viski meraklılarını kıskandıracak bir bar var. Her markanın en sınırlı sayıda üretilmiş viskileri bara dizilmiş. Arkada ise bir bilardo masası var. Yerler İskoç
Bu yazı ‘kadınlar ve selülitleri’ haberleriyle geçirdik. Kadınlarla ilgili yapılan genellemeler bizim medyamıza özgü sanıyorduk. Oysa bakın, dünya medyasında kadınlar nasıl sorunlarla karşılaşıyor?
“Fransız medyasında erkeklerden uzman görüş alınır, kadınlaraysa sadece olaylara karşı tepkileri sorulur” diyor Mercedes Erra. “Kadınlar hiçbir zaman yeterince bilgili değildir, ama erkekler her konuda bilgilidir gibi bir inanış var. Kadınlara ekonomi, siyaset, iş ve strateji soruları sorulmaz, daha çok evle ilgili konular sorulur” diye ekliyor.
Women’s Forum’daki en ilginç panellerden biri ‘Medyadaki kadın genellemeleriyle nasıl başa çıkılır?’ konuluydu. Konuşmacılar, Huffington Post İngiltere Genel Yayın Yönetmeni Carla Buzasi, Elle dergisi editörü Isabella Duriez, BETC kurucusu ve Havas Başkanı Mercedes Erra, Avrupa Parlamentosu üyesi Sophie Auconie ve Güney Afrika DA Parlamentosu lideri Lindiwe Mazibuko’ydu.
Afrika’da durumun böyle olması beni şaşırtmıyor ama Fransa’da da medyada kadınların böyle yansıtılması şaşırtıcı. Biz Türkiye’de yaz boyu kadınlar ve selülitleri haberleriyle uğraşırken demek ki Fransa, İngiltere ve Avrupa’daki diğer ülkeler de medyada kadın