'Baba, hayat boyu hep bu anı bekledim'

20 Haziran 2005

Çok güzel bir orkide buketi yaptırmıştı.Yanında Türkiye'den getirdiği hediyeler vardı.Lale desenli iki kahve fincanı...Bir cezve...Ve bir torba kahve...Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardı ve o, tam 45 yıldır beklediği, özlediği, izini takip ettiği babasıyla buluşacaktı.Dünyanın öbür ucunda... Kanada'da...Bir Babalar Günü arifesinde... AKP milletvekili Süleyman Gündüz, en şık elbisesini giymişti o gün... Kanada'da yaşayan kuzeni İbrahim ile birlikte öğleyin babasının yaşadığı evin kapısını çaldılar.Evde yoktu. Komşudan akşam geleceğini öğrendiler.Akşama kadar vakit öldürdüler. Lakin vakit, ölmek bilmedi. Süleyman Gündüz bekleme saatlerini şöyle anlatıyor:"Olağanüstü heyecanlıydım. 45 yıl o anı beklemiştim. Ona ulaşamadan onu kaybedeceğim diye çok korkmuştum. O yüzden akşama kadar geçen süre, belki geçen 45 yıl kadar uzundu". Akşam geri döndüler.Süleyman Gündüz, 72 yaşındaki babasının hazırlıksız bir tanışmada şoke olabileceği endişesiyle öne kuzenini sürdü. Zili İbrahim çaldı. Kapıyı zayıf, yaşlı bir adam açtı:"'İşte o...' dedim içimden... 'Bu o... Babam!' Kucaklaşma iştahıyla doluydum. Ama birden boynuna atlayıp sarılamadım. Frenledim duygularımı..." Karşılaşma Kuzen, "Ben

Yazının Devamı

45 yıldır aradığı babasını Kanada'da buldu

19 Haziran 2005

AKP Milletvekili Süleyman Gündüz'den inanılmaz bir Babalar Günü öyküsü Onlardan biri de Oflu Mustafa Kemal Gündüz'dü.Medrese eğitimi görmüş, akşam sanat okulunda okumuş, çalışkan bir adamdı.Zonguldak Ereğli Kömür İşletmeleri'nde çalışıyordu.Görenler, James Dean'e benzetirlerdi.Bugün Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dünürü olan Sadık Albayrak'ın babasının dayı oğluydu. Fotoğrafı, onların cüzdanında gezerdi.Arapça biliyordu Gündüz, çat pat da Almanca...O yıllarda yurtdışından mektup arkadaşı edinme modası vardı. M. Kemal Gündüz de Almanya'dan 13-14 yaşlarında bir Alman kızla mektuplaşıyor, Almancasını ilerletmeye çalışıyordu.1956'da 23 yaşındayken, hala kızıyla evlenmişti. 1957'de ilk oğulları doğdu, iki yıl sonra da ikincisi... İkincinin adını Süleyman koydular.Süleyman doğduktan bir yıl sonra Almanya'ya işçi olarak gitmeye karar verdi Mustafa Kemal Gündüz... Geride bir eş ile 1 ve 3 yaşında iki oğul bırakarak gurbete koştu... 1960'larda Türkiye, kafilelerle Almanya'ya işçi uğurluyordu. Ekmek peşinde on binler akın akın gurbete koşuyordu. Gündüz, gittikten sonra önce işe, sonra da makine mühendisliği fakültesine girdi. Eve düzenli mektup yolluyordu. Örf gereği eşine değil, babasına

Yazının Devamı

Ebeveynler için ÖSS

18 Haziran 2005

Yarın çocuklarınız üniversite sınavına girecek. Neler hissedeceklerini daha iyi anlayabilmeniz için aşağıdaki 10 soruyu onların alışık olduğu yöntemle yanıtlamanızı rica ediyorum. 3 dakikanız var. Süreniz başladı. * * *1) Bu yıl üniversiteye girmek için başvuran öğrenci sayısı, üniversiteye girebileceklerin kaç katıdır? a) 1 b) 2 c) 3 d) 3 katından fazla 2) Yarınki sınavın sonunda kaç öğrenci açıkta kalacaktır? a) 100 bin b) 500 bin c) 1 milyon d) 1 milyondan fazla 3) Önlem alınmazsa 2023 yılında üniversite kapısına yığılacak öğrenci sayısı ne kadardır? a) 2 milyon b) 4 milyon c) 5 milyon d) 6 milyon 4) Geçen yıl aile başına ÖSS'ye harcanan para tutarı ne kadardır? a) 1 milyar lira b) 1.5 milyar lira c) 2 milyar lira d) 2.3 milyar lira 5) Geçen yıl ailelerin ÖSS için harcadıkları toplam para ne kadardır? a) 4 milyar dolar b) 6 milyar dolar c) 8 milyar dolar d) 8 milyar dolardan fazla 6) Son 15 yılda ÖSS için dershanelere akıtılan para tutarı ne kadardır? a) 10 milyar dolar b) 20 milyar dolar c) 30 milyar dolar d) 35 milyar dolar 7) Son 15 yılda dershanelere akıtılan parayla Koç ve Sabancı üniversiteleri ayarında kaç üniversite yapılabilirdi? a)

Yazının Devamı

İsveç'le ortak anılar

14 Haziran 2005

Bu pastoral İsveç şarkısından bir kahramanlık marşı yaratan, beden eğitimi hocası Selim Sırrı Tarcan'dır.Tarcan, görevli gittiği İsveç'te şarkıyı beğenmiş, notalarını getirmiş, görev yaptığı okulun Türkçe öğretmeni Ali Ulvi Bey'e söz yazdırmıştı. İlk kez 1916'da bir beden eğitimi dersinde okunan marş, tüm ulusun kedere boğulduğu 1. Dünya Savaşı yıllarında bir umut rüzgârı estirmişti.* * *İsveç'le ortak noktalarımız çok... (Bu konudaki ayrıntılar için bkz: Kaj Falkman, "Türkiye-Uç Beyi", Cem Yayınevi, 2001).Prenses'in Stockholm'deki sarayı da Osmanlı saraylarından esinlenerek yapılmıştır.Bu esinlenme de Ruslar karşısında yenilgiye uğrayan İsveç Kralı 12. Karl'ın (namı diğer "Demirbaş Şarl"ın) 18. yüzyılın başında Osmanlı'ya sığınmasına dayanır. Demirbaş Şarl, 5 yıl Türklerle yaşamış ve "Bu kadar alicenap, bu kadar asil, bu kadar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak ne tatlı" diye yazmıştı. Osmanlı'ya duyduğu ilgi, Stockholm'deki sarayın mimarisine ve İsveç askerlerinin kalkanlarındaki yarım ay işaretine yansımıştı.Ancak talihsiz bir şey oldu:Kral, ayrılırken -tabiri caiz ise- bir miktar "borç taktı".3 milyon İsveç gümüşü tutarındaki bu borcun tahsili için

Yazının Devamı

Dünya sanatı neyle meşgul?

12 Haziran 2005

Venedik, "ötekiler"in işgali altındaydı bu kez...Dünya sanatçılarının 2 yılda bir boy gösterip yaratıcılıklarını yarıştırdığı Venedik Bienali'nde güncel sanatın en yeni ürünlerini görme fırsatı bulduk. Bienal'i 6 yıl önce de gezmiştim. Arada dünya büyük değişim geçirdi. Yeni bir binyıl başladı. 11 Eylül'le bütün dengeler altüst oldu. Peki bunlar sanata nasıl yansıdı?Çağının önünde koşan 21. yüzyılın sanatçısı nasıl bir dünya, nasıl bir yarın hayal ediyor?Venedik'te gezebildiğim sergilerde- bunu solumaya çalıştım.* * *Önce genel gözlemimi söyleyeyim:Sanat eserleri, daha karamsar, daha uysal, daha apolitik... Öngörülemeyen geleceğe dair bir kaygı, bir arayış hissediliyor.Özellikle devletlerin finanse ettiği sanat ürünlerinin yer aldığı pavyonlarda cesur, muhalif, sorgulayıcı, protest yapıtların sayısı azalmış; sinik, alaycı, deneysel tarz hepten öne çıkmış. Kadınların, feministlerin, eşcinsellerin, azınlıkların yapıtlarında eleştirel, öncü tavır daha net gözleniyor; kalanı, çağın karmaşasının yansımaları...Video çalışmaları, yani ekran hâkimiyeti bütün dünyada olduğu gibi sanatta da ön planda... Tuvallerde, fotoğraflarda kitleler karşısında bireyin ağırlığı iyiden iyiye

Yazının Devamı

Türkiye, sanat olimpiyatlarında...

11 Haziran 2005

Onu yıkamadan bir laboratuvara gönderseniz genetikçiler, kökenlerinizi ortaya çıkarabilir.Ya da öyle sanılıyordu.Hüseyin Çağlayan, bu iddiayı denemeye karar verdi.Hiç tanımadığı 3 kişinin en çok giydiği tişörtleri laboratuvara soktu. Genetikçiler, tişörtlerdeki DNA'lardan, sahiplerinin kimliklerini saptadı:Bir Fransız, bir Sırp ve bir Çinli...Bilgisayar, genetik bilgilerle, tişört sahiplerinin 3 boyutlu sanal görüntüsünü çizdi. Bunlar yapılırken tişörtlerin gerçek sahipleri dışarıda bekliyordu.Sonra onlar içeri çağrıldı, bilgisayar bilgileriyle karşılaştırıldı.Deneyin çöktüğü an, o andı.Fransız sanılan, bir Slovakyalıydı.Sırp sanılan Türk...Çinli sanılan Koreli...Biyoloji, onları çözmeye çalışırken, savaşlar, göçler, işgallerle doğan genetik akrabalıkları dikkate almamıştı. Bunun için tarihin ve antropolojinin desteğine muhtaçtı. Belki biz de birini kıyafetine ya da genlerine bakarak damgalarken hata yapıyorduk. Peşin hükümle "Bizden" ya da "Farklı" diyorduk.Bilimin somut gerçekliği, hayatın kargaşasını açıklamaya yetmiyor, katı önyargılar doğuruyordu; genlerimize kadar sinmiş önyargılar...İnsanı tanımak, önyargıları aşmak için başka bilgiler gerekiyordu:Kültürel bilgiler...İşte

Yazının Devamı

TÜBİTAK'ta bir gün

9 Haziran 2005

O binayı Lombak dergisinde Emre Ablak'ın çizdiği harika çizgi roman "TÜBİTAK"tan tanıyanlar hayal kırıklığına uğrayabilir:İçeride öyle çok gizli deneylerin yapıldığı dev laboratuvarlar, mahrem projeler üreten bilim adamları yok. Ama çizgi romanın başkahramanları olan Bayram Efendi'ler, Çaycı Ali'ler çok... Yani kurumda kadrolaşmanın tarihi neredeyse kurumla yaşıt...Son aylarda çok tartışılan bu bina, başkentin diğer devlet dairelerinden farklı görünmüyor. Ancak kurumu vekâleten yöneten Prof. Dr. Nüket Yetiş'e bakılırsa bu bina, Türkiye'nin bilim tarihinde bir büyük dönüşüme imza atmak üzere...İki hafta önce bu köşede "Nazar" başlıklı bir yazıda, TÜBİTAK Bilim Kurulu'nun yapısında hükümet lehine yapılan değişikliğin yaratabileceği sorunlara değinmiştim. Bugün, durumun içeriden nasıl göründüğünü özetleyeceğim.***"30 yıllık TÜBİTAK'lı" Prof. Yetiş, kurumun siyasallaşacağından endişeli değil. Tersine güçlenip Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu projelere hayat kazandıracağına inanıyor.Bu konuda çok geç kalındığı ortada...Türkiye'deki 27 bin bilim insanı var, Almanya'da 450 bin...ABD'nin araştırma geliştirmeye (AR-GE) yatırdığı para Türkiye'nin milli gelirinden fazla... Avrupa, bütçesinin

Yazının Devamı

Anneanne, babaanne ve ayrımcılık üzerine

7 Haziran 2005

Halamın çocuklarıyla Saniye babaannemin eteklerinde sarmaş dolaş, pürneşeyiz.Diğer fotoğraf, 1966 Eylül'ünde çekilmiş.Gençlik Parkı havuzu önünde...Kevser anneannem, yeni atlattığımız trafik kazasının ardından gezmeye götürmüş beni... Elinde çantası, sırtında çantası, başında örtüsü...* * *Babaannem rahmetli oldu. Anneannem, Allah sıhhat versin, hala hayatta... Bana döktüğü onca kurşun kendi ömrüne ömür kattı. Her fırsatta gider elini öperim. Okur üfler yüzüme karşı... Ayrılırken hayır duaları gelir peşimden...İkisi de 5 vakit namaz kılan dini bütün kadınlar...Babaannem 3'ü kız 6 evlat sahibiydi; anneannem 3'ü kız 5...Kızlarının hiçbiri örtünmedi.Kimse de bir şey demedi.Torunlar arasında sonradan kendi iradesiyle örtünen oldu. Ona da bir şey denmedi.Örtünmek ya da açılmak bizim sevgi bağlarımızı etkilemedi.* * *Başbakan Erdoğan "Gururla söylüyorum: İmam hatip mezunuyum. 4 çocuğumun 4'ü de oradan mezun... Kimsenin ülke çocuklarını kamplara ayırmaya hakkı yok" deyince; ben de kendi gurur kaynaklarımı açıklamak istedim.Ben de -Başbakan'ın tabiriyle- "Milletin durduğu o mutabakat zemini"nde doğdum."Başörtüsüne saygıyı öğrenemediler" diyor Erdoğan; ben o saygıyla büyüdüm. Çevremde

Yazının Devamı