<#comment>#comment>Ah o küçük ayrıntılar!..
Sıradan, önemsiz, manasız görünen detayları gündelik hayatımızın!..
Aslında ne çok anlam yüklüdürler ve ne çok gizli hastalığı ele verirler.
Yıllar önce bir arkadaşım evini terk ederken "Lavaboda sıkılmış diş macunu artıkları görmeye dayanamıyorum" demişti.
Onca hasretle beklenmişken becerilemeden ufalanıp gitmiş bir ilişkinin artıklarıydı aslında o macun tüpünden lavaboya dökülen...
Ve ona artık katlanılmaz gelen...
<#comment>#comment>Geçen kasım Ramallah'ta Arafat'ın sağ kolu, Filistin Kültür Bakanı Yasser Abed Rabbo ile buluştuk. Görüşmenin bir yerinde saatine baktı, "Bir canlı yayına katılmak için gitmem gerek" dedi.
Görüşmemize ara verdik ve ekran karşısında beklemeye başladık.
Az sonra, köşesinde kırmızı - siyah çizgiler üzerinde Arapça "Yarımada" yazan bir ekranda belirdi bakan... Karşısındaki konuklarla kavga eder gibi hararetli bir tartışmaya girişti.
Bakanın danışmanı, "Alıştık artık" dedi: "Bu kanal yayına girdiğinden beri her gece böyle tartışmalar izliyoruz"."Bu kanal" dediği, "El Cezire"ydi.
* * *
<#comment>#comment>Hiç düşündünüz mü niye bazı coğrafyaları "yakındoğu", "ortadoğu", "uzakdoğu" diye adlandırdığımızı...
Nereye "uzak"tır bu diyarlar, kime "yakın"dır?..
Tabii ki, Avrupa'ya...
Haritaları çizenler, toprakları kendilerine olan mesafelerine göre tarif etmişlerdir.
Oysa Amin Maalouf'un dediği gibi "Japonya'dan bakılırsa yakın doğu Kaliforniya'dır".Türkiye içinse "ortadoğu", "yakındoğu"dur aslında...
Amerika, "uzak batı"dır
<#comment>#comment>80'li yıllarda bir süre parlamento muhabirliği yaptım.
Meclis'in açıldığı gün bu göreve başlarken gazetemin benden istediği ilk haber neydi biliyor musunuz:
"Meclis lokantasında hangi yemeğin kaça satıldığı..."Milletvekillerinin yemek yediği restorandaki mönüyü alacaktık ve yemekleri, karşısındaki fiyatlarıyla birlikte yazacaktık.
Böylece halkımız, kendisi açlıktan kırılırken, vekillerinin nasıl ucuza karın doyurduğunu görüp küfredecekti.
* * *
<#comment>#comment>Gözümle görmesem inanmazdım:
Son yılbaşı gecesi Kenya'da, Mombasa'nın Hint Okyanusu'nun beyaz dalgalarıyla yıkanan bir kıyısında Afrikalı bir şantör, klavyesinin başına oturdu ve bizim orada olduğumuzu bilmeden Tarkan'ın "şımarık"ını söylemeye başladı.
Dikkat; çalmaya değil söylemeye...
Müthiş bir görüntüydü: Bizim Afrikalı, kırık bir Türkçe ile sahneden öpücükler savuruyor, pistte yedi düvelden insan göbek atıyordu.
Son birkaç ayda Milliyet'in TIR'ıyla gittiğim Anadolu kentlerinde de benzer bir tabloyla karşılaştım.
Ülkenin değişik köşelerinde gencecik kızlar, oğlanlar teybe Karma'yı, parmağa zilleri takıp Tarkan gibi dansetmeye çalışıyorlardı.
<#comment>#comment>Şeytanı konu alan filmlerde insanlığın "en eski düşman"ının masum kurbanlarını hükmüne alma çabası anlatılır.
Av konumundaki genç kız, ne kadar dirense de sonunda mel'un avcıya yenik düşer, ruhunu şeytana teslim eder.
Buna karşın erdemli bir rahip, kurbanın bedeninden şeytanı çıkarmak için kutsal bir savaş verir.
Bu savaş sonucunda şeytan, ya yüreğinin üzerine saplanmış bir haçla ya da kavrulan derbeder çehresiyle silinip gider perdeden...
Son sahnede, şeytanı altetmiş muzaffer rahibi zafer tahtında görürüz;
...cübbesinin altından uzun bir kuyruk sarkmaktadır.
<#comment>#comment>İzmit'te bazı berberler Afganistan bombardımanına tepki olarak Amerikan tıraşı yapmama kararı almışlar.
İslamcı bir radyoda, bu haberi gazeteden okuyan programcı, "Ben Amerikan tıraşını seviyorum. Kulak arkalarını ve enseyi tamamen kısalttığı için gusül aptesini kolaylaştırıyor" dedi.
Kimi Müslüman ülkelerde (buna Türkiye'yi de katabilirsiniz) Amerikan tıraşının (ve bombardımanının) bu kadar popüler olmasının nedeni bence "tamamen duygusal"...(!)
Ne yazık ki Türkiye'de de operasyona destek verenlerin kimisi samimiyetle terörün cezalandırılması arzusundayken, kimisi "Savaş cephesine dahil olursak biraz dış kaynak sağlarız" hesabı yapıyor.
Neyse ki asker kanı üzerinden yapılan bu hesaplar kamuoyunda pek rağbet görmüyor.
Önceki gün, İslam ülkeleri herhangi birine yapılan saldırının tümüne yapılmış sayılacağını ilan ederek NATO'ya meydan okudu.
<#comment>#comment>Kabil'deki Birleşmiş Milletler binasında çalışan 4 Afgan görevliyi uykusunda bombaladılar.
Görevleri 20 yıllık savaştan arta kalan mayınları temizlemekti.
Yerde aradıkları bomba, gökten düştü. Didiştikleri vahşetin kurbanı oldular.
Onlar da ikiz kulelerdekiler kadar "masum"du.
Saldırı öyle ani geldi ki cep telefonundan eşlerini arayıp vedalaşmadılar.
Ne adları, ne öyküleri yansıdı dünya basınına...