Şeffaf medya

9 Haziran 2001


<#comment>Yıllar önce medyaya yeni giren bir müteahhitin televizyonuna program yapıyordum. Aynı kanalda dış politika programı hazırlayan arkadaşıma yöneticilerden bir "sipariş" geldi.
"Libya'yla ilgili bir program yapsa ilginç olmaz mı"ydı?
Libya, ne Türkiye'nin, ne de dünyanın gündemindeydi; ama vizeler ayarlanmış, hatta Kaddafi ile bir röportaj imkanı bile sağlanmıştı.
Programcı arkadaşım pek bir şeyden kuşkulanmadan çıktı Trablus yolculuğuna... Hazırlayacağı programın, kanal sahibinin Libya'daki alacaklarını tahsil için bir yem olacağını hissetmemişti bile...
* * *
Kimi kötü niyetli yayın organlarında "ticari çıkar" öyle iyi gizleniyor ki, bazen haberi hazırlayan bile kullanıldığını fark edemeyebiliyor. Hal böyleyken o haberin izleyicisinin bunu sezmesi mümkün mü?

Yazının Devamı

Nurcanım'ın zaferi!

7 Haziran 2001


<#comment>"Oy Nurcanım" diye bir türkü nicedir ortalığı kasıp kavuruyor.
Gençler yollarda "Bugün dere taşar mı / Taşar beni aşar mı" diye horon tepiyor.
Dev müzik marketlerde iki kaset yan yana satılıyor:
Davut Güloğlu'nun Nurcan'ı ile Tarkan'ın Kuzukuzu'su...
"Nurcan", benzinci Güloğlu'nun ilk kasedi... Şahin Özer'den çıkmış. 700 bin basmış. Kapışılıyor.
Tarkan'la Güloğlu'nu karşılaştırmak doğru değil tabii... Hem türleri ayrı, hem formatları... Ama yine de tüm promosyon kampanyasına rağmen Kuzukuzu henüz dillere yerleşmezken, Rizeli "Nurcan"ın nasıl şöhrete kavuştuğu merak konusu...

Yazının Devamı

Dikkat, Rusya tetikte!..

5 Haziran 2001


<#comment>

Moskova havaalanında karşılaştığımız bir Türk gençle sohbet ettik. Amerikan Philadelphia Üniversitesi'nde işletme okuyormuş. Seçmeli ders olarak Rusçayı tercih etmiş. Yaz tatilinde Rusçasını ilerletmek için Moskova'ya gelmiş.
"- Neden Rusça" diye sorduk.
"- Türkiye'nin geleceğinde Rusya'nın çok önem kazanacağına inanıyorum" dedi.
Ne yazık ki Rusya deyince aklına "Laleli ve Nataşa" dışında bir şey gelmeyenler bu potansiyelin farkında değil. Ve iki ülke ilişkilerinin geleceği, siyasi şovlara kurban verilmek üzere...

Yazının Devamı

Vera, Nazım'ına kavuştu

3 Haziran 2001


<#comment>

Moskova'da Novodeviçye Mezarlığı'nda sade bir tören vardı dün sabah. Bir avuç insan, çınar altında bir mezara beyaz porselen vazo içinde bir avuç kül getirdi.
Mezar Nazım Hikmet'indi
Küller Vera Tulyakova'nın...
Mezarda yatanın kalp hizasına gelen yere küçük bir çukur kazıldı. Beyaz porselen vazo o çukura itina ile yerleştirildi. İlk toprağı Vera'nın kızı Anna koydu. Onu törene gelen 30 kadar yakını izledi.

Yazının Devamı

Yeni hükümdarımız: Piyasamız

2 Haziran 2001


<#comment>Mübarek soyumuzun, sinsice asri bir dinin emrine girdiğinin farkında mısınız?
Tapınağımız, her sabah bir çan sesiyle "ibadete" açılıyor.
Bu amentünün ardından ekrana yapışıp kitlesel bir tapınma töreninin totemi sayılan ışıklı panoya kilitleniyoruz.
Biçare bir putperest gibi kaderimizi arıyoruz, totemin telaşla akıp giden rakamlarında...
Risaleler yerine, kırmızı, yeşil oklarda okumaya çalışıyoruz istikbalimizi...
İşlem gören şirket isimlerini imanla zikrederek ve kapanışta hangisinin yükseleceğine dair vahiy bekleyerek tüketiyoruz günümüzü...

Yazının Devamı

Üniversite ayakta!

31 Mayıs 2001


<#comment>12 Eylül'de askerler YÖK'ü icat edip üniversitede tarihin en ağır tasfiyesini başlattığında, "akademia" ne tepki verdi hatırlıyor musunuz?
Kampüslerin yanıp tutuştuğu Haziran 1982'de 100'ü aşkın bilim adamı ortak bir bildiri kalem alıp, Milli Güvenlik Konseyi'ne sundular.
Heyecan içinde gidip bildiriyi okuduk. Özeti şuydu:
"Bira gençleri alkolizme sürükler. 18'inden küçüklere bira satılmamalı, TRT'de reklamları yasaklanmalıdır."* * *En değerli akademisyenlerin, sakallı, bıyıklı, muhalif vs. diye ikişer satırlık yazılarla kapı önüne konduğu günlerde üniversiteden yükselen tek "toplu ses" buydu işte...
Herkes sinmişti gerçi; sendikalardan partilere, derneklerden meslek örgütlerine kadar kimsenin çıtı çıkmıyordu. Ama bir ülkenin beyni, öncü gücü, düşün dergahı sayılan üniversitenin "ihaneti" en ağırıydı.
Bu duyarsızlık zamanla şu sonucu yarattı:

Yazının Devamı

Bir mendil niye kanar?

29 Mayıs 2001


<#comment>Dün Bülent Ecevit'in 77. yaş günüydü; Edip Cansever'in 15. ölüm yıldönümü...
Ben Ecevit'i ilk kez 1977'in 6 Haziran sabahı mutluluk sarhoşu bir kalabalığa CHP balkonundan ( - "gökyüzünden" - ) yüzünde gülücüklerle, "halk iktidarının kurulduğunu" açıklarken görmüştüm. Gazetecilikte ilk uzun seçim gezimi onunla yapmış, uzak istasyonları ilk onunla dolaşmıştım.
80'lerdeki yalnızlığının da tanığıyım, 90'lardaki yeniden doğuşunun da...
Şimdilerde, giderek daha az gülümseyen yorgun çehresinde onunla birlikte "bir pazar yeri gibi dağılan" gençliğimin izlerini görüyorum.
Sabah'ta Mehmet Çetingüleç'in röportajında, en çok eşiyle kırlarda yürüyebilmeyi ve şiire daha çok zaman ayırabilmeyi özlediğini okuyunca, ona Cansever'in "Mendilimde Kan Sesleri" şiirinden en sevdiğim dizeleri armağan etmek geldi içimden...
Behçet Necatigil haklı:

Yazının Devamı

Ödül ve ceza

26 Mayıs 2001


<#comment>Boğaziçi Üniversitesi'nin ödül töreni vardı, sağ olsun çocuklar yazılarıma iki ödül birden vermişler, gidemedim. Çünkü Ankara DGM'de duruşmam vardı. Ödülü değil, cezayı almaya gittim, desem daha doğru...
DGM kapısında mübaşir ismimi bağırdı. Baktım, gözüm ısırıyor bir yerden, kesin tanıyacağım.
"-Tanıyamadın değil mi" dedi; "İmralı'da karşılaşmıştık".Tamam!.. Öcalan davasının ünlü mübaşiri... Reha Muhtar'a ağzındaki sakızı yutturduğu iddia edilen adam...
"Sadece ben değil, senin yargıçlar da o davanın yargıçları" dedi.
Ne "hoş" tesadüf değil mi? Apo'yu yargılayanlar şimdi beni yargılayacaklar.
Suçum onunkinden biraz farklı:

Yazının Devamı