Lider bir takımın unvanını koruyabilmesi için çok daha fazlasını yapması gerekirdi, Sivasspor bu görüntüyü veremedi
Onca sıkıntıya rağmen lidersin. Koltuğu korumak için kazanmak zorundasın. Üstelik karşısında dağ gibi sorunlarla boğuşan orta şeker bir takım var. Doğru dürüst üzerine gelemiyor. Orta alanda çok top kaybı yapıyor. Ama sen evlere şenlik pozisyonlar veriyorsun. İlk yarıda Jaba vuruyor, Petkoviç çıkarıyor, ikinci bölümde Murat Duruer bomboş kale yerine direği nişanlıyor ve Sivassporlu futbolcular olup biteni seyrediyor.
Biraz pres yapsan, mücadele etsen, rakibin zaten oyun kuramayacak, gardı 69. dakikada değil, çok daha erken düşecek.
Ancak tribünde oturan sadece teknik direktörleri Bülent Uygun değil, sanki takımın yarısı.
Sakın iki farklı galibiyete aldanmayın. Kırmızı-beyazlı ekip bu sezonun en kötü performanslarından birini sergiledi dün Ankaragücü karşısında.
Amsterdam’daki talihsiz uçak kazasından sonra oturup düşündük mü Avrupalı ile aramızdaki fark ne diye?
Apronda deve kesen zihniyet “şükür ölen yok” açıklaması yaparken, Hollandalı yetkililer yaşamını yitiren insanların ailelerini incitmemek için ne kadar temkinliydi değil mi?
Oysa çok kolaydı yürekleri yakan isimleri bir çırpıda sıralamak!
Bir tarafta insan yaşamına gösterilen saygı, diğer tarafta hataların üzerini örtme kolaycılığı.
İşte buydu Batılı ile aramızdaki en basit fark.
Şampiyonluk uzun bir maraton. Çalışacaksın, rakiplerin kadar mücadele edeceksin, tökezlersen kalkıp yoluna devam edeceksin. En önemlisi sinirlerine hakim olacaksın. Bunları yapmayı başarırsan, “Zirveyi hak ediyorum” diyeceksin.
Görünen o ki, Fenerbahçe yenilgileri Sivasspor’un kimyasını bozmuş. Sadece takımın mı? Liderleri Bülent Uygun, takımı kadar agresif, kendini kontrol edemez olmuş.
Aslında bitiş düdüğünden sonra yaşananlar, maçı özetlemeye yeter. Sivasspor, kazanmayı hak edecek bir oyun sergileyemediği için hırsını rakip takım oyuncularıyla yarattıkları gerginlikten çıkarmaya çalışırken, Uygun da garip bir ruh hali içinde hakemle tartışmaya girdi. Uygun ilk sinyali beraberlik golünden sonra vermişti. Kulübenin yan camını tekmeleyerek kırması, kabul edilebilir öfkeden fazlasını içeriyordu!
Uygun’un öfkesini, hakemin futbolcusuna bağırması ateşledi ise, ne kendisi, ne de takımı bundan çok daha yüksek gerilimli maçları hasarsız atlatamaz, bu böyle biline!
Gelelim sahadaki mücadeleye. Erken gelen gol Sivasspor için avantaj olmadı. Orta alanı iyi kullanan ve isabetli pas yapan Bilal, üst düzey mücadelesiyle arkadaşlarını ateşleyen Hürriyet Ankaraspor’un oyuna ağırlığını
Trabzon’un travmadan kurtulup “yola devam” edebilmesinin tek yolu var; haftaya Galatasaray’ı yenmek... Kolay mı? Bana göre değil.
Fatih Terim, rakip kaleye ilk şutunu 35. dakikada atan, ilk kornerini 41. dakikada kullanan, en ciddi pozisyonunu 44. dakikada bulan, altı pastan topu bir değil, tam dört kez gol yapamayan bir takım izleyeceğini bilse, keyfini bozup taa İstanbul’dan Trabzon’a gelir miydi?
Asla! Televizyonun başına geçer ve “İspanya maçı kadrosuna bu ekipten kimseyi almam” diye kesip atardı. Balığın tazesini yemek için de bu kadar zahmete katlanmazdı!
Kimse darılmasın, kızmasın. Şu bir gerçek; Trabzon’un bu oyunla şampiyon olması hayal. Kendi evinde üst üste küme düşme hattındaki iki takıma yenilip çok büyük bir avantajı kaybettikten sonra, zirveye oynayan rakiplerini geçmesi ise zor.
Bu takımın balansını ne bozuyor, bu kadar sıradanlaştırıyor anlamak mümkün değil. Hadi berbat geçen ilk yarıyı bir kenara bıraktık. Ya ikinci bölüm? Ligde hangi takım gol bölgelerinde bu kadar acemi ve aceleci olabilir? Terim’in çıplak gözle izlemeye geldiği Gökhan nasıl olur da o topları ağlara gönderemez? Akıl alır gibi değil.
Ya Umut? Haftalardır takımını sırtlayan bir futbolcunun
Şimdi okuyacaklarınız hikaye değil. Ayniyle vaki. Ve Türk sporunun kimler tarafından, nasıl yönetildiğinin acı bir göstergesi.
Gençlik ve Spor Genel Müdür vekili Yunus Akgül geçen hafta Kahramanmaraş’ı ziyaret eder.
Maraşlı meslektaşlarımız sohbet sırasında, Türkiye’nin olimpiyat adaylığı ile ilgili bir soru sorar.
Genel müdür vekili aynen şöyle der;
“Önce tesis sorununu çözmemiz gerek. ‘Bakın biz bunları yaptık olimpiyatları da yaparız’ diyebilmeliyiz. Bu yüzden 2016’ya aday olmamayı düşünüyoruz ve kesinlikle olmayacağız. Fakat 2020’ye aday olacağız. Ciddi ciddi aday olacağız. Her şeyimizle hazır olarak aday olacağız...”
Dikkat edin, bu ifadeler vekaleten de olsa Türk sporunu yöneten iki numaralı isme ait.
Ne vahimdir ki o makamda oturan şahıs, 2016 Olimpiyat oyunlarına başvuru süresinin üzerinden yıllar geçtiğini, Türkiye’nin 2016 olimpiyatına adaylığından söz bile edilemeyeceğini, İstanbul Olimpiyat Oyunları Hazırlık ve Düzenleme Kurulu’nun 15 Eylül 2007 tarihinde mevcut eksikliklerin ortadan kaldırılması amacıyla 2016’ya aday olunmayacağını açıkladığını bilmiyor!
Eğer takım oyununu beceremiyorsanız, tek şansınız skora etki edebilecek, bireysel yeteneklerini ön plana çıkaran oyuncularınızın devreye girmesidir. Örneğin Tita; Antalyaspor’un Brezilyalısı çabuk, bire birde rakibini kolay geçebilen bir futbolcu. İlk yarının son dakikalarında yaptırdığı penaltı bu meziyetinin sonucu. Ancak işi laubaliliğe, topu da tribünlere vurursanız, kendinizi de takımınızı da yakarsınız. Tita da kaçırdığı penaltı sonrası oyundan bir koptu, pir koptu. Sonrasında sahada hiç yoktu.
Haftalardır eleştiri oklarına hedef olan Yattara dün maça yine kötü başladı. Ta ki, penaltı pozisyonu sonrası Colman yanına gidip bir şeyler söyleyene dek. Ersun Yanal bu “sihirli sözcüğü” mutlaka öğrenmeli. Çünkü ikinci yarıda çok farklı bir Yattara vardı sahada. İstekli, boş alanları iyi kullanan, kısacası eski günleri anımsatan bir Yattara idi bu. Kaleci Sylva’nın oyuna elle soktuğu topu kontrolü, yaklaşık 40 metre sürdükten sonra o ana kadar kaçırdıklarıyla saç baş yolduran Umut’a zorla golü attırması, bir Gineli klasiği idi. Açık söyleyeyim ben bu Yattara’yı özlemiştim!
Maçın geneline baktığınızda Antalyaspor baskılı, mücadele eden bir takım görünümü verdi. Ancak bal yapmayan
2004 yılının ortalarıydı. AKP iktidarının dernekler, meslek kuruluşları ve kulüp yönetimlerini ele geçirme operasyonunda sıra Futbol Federasyonu’na gelmişti.
Federasyon başkanı Haluk Ulusoy tedirgindi. Ne zaman aleyhine bir haber yapılsa, hop oturup hop kalkıyor, yerinde duramıyordu.
Öfkesinden nasibini alanlardan biri de bendim.
Ulusoy’un, yakın arkadaşı eski ANAP’lı Bakan Ersin Taranoğlu’na Federasyonun lüks otomobillerinden birini tahsis etmesini haber yapmış, bakan beyi arabayı kullanırken görüntülemiştim.
Başkanın ilk tepkisi, haberi federasyondan kimin sızdırdığını araştırmak olmuş, ardından hedefe beni koymuştu;
Ligin tansiyonuyla birlikte zirvedeki takımların da gerilimi yükseliyor. Ve bu gerilim, sahadaki futbola olumsuz yönde yansıyor. Oysa maç, tam da Sivasspor’un istediği gibi başlamıştı. Erken gelen gol Eskişehirspor’un dengesini bozabilir, ligin hızlı hücuma en iyi çıkan takımlarından biri olan kırmızı-beyazlılar, Youla ve Batuhan’dan yoksun rakibini farklı bir skorla teslim alabilirdi.
Ancak beklenenin aksine Kamanan’ın golü bırakın rahatlatmayı, bir ip gibi gerdi Sivasspor’u. Mehmet Yıldız maç boyunca Nadareviç’in markajından kurtulamadı. Kamanan skor vuruşu dışında dilediği toplarla buluşamadı. Eskişehirspor’un özellikle orta alanda çok adamla topa basması, Sivasspor’un oyun kurmasını engelledi. İbrahim, Musa ve Sezer gibi araya iyi paslar yapabilen isimler, pres karşısında etkisiz kaldı. Kanatlarda Faruk ve Abdurrahman alışılmışın dışında ofansif oyundan kaçınca, Eskişehirspor’un maça ortak olması uzun sürmedi.
Konuk takım özellikle Engin Baytar ve Koray’ın rakip savunmayı yıpratan performansıyla Sivasspor kalesinde tehlikeli pozisyonlar buldu. Bilica ve Diallo uzun zamandır belki de ilk kez bu denli zorlandı. Başta da belirttiğimiz gibi Eskişehirspor’un Batuhan ve Youla gibi