YEREL seçimlerde başarılı olamayan genelde başarılı olmayı hayal etmesin.
Geçmişin deneyimleri hep bunu bize söylüyor.
94’te Refah Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazanmasaydı, bugün AKP olur muydu?
Recep Tayyip Erdoğan ismini duyar mıydık?
O günün kararları bugünün sonuçlarıdır.
Daha önce de yazmıştım.
Yine hatırlatayım.
GENEL Yayın Yönetmenimiz Sedat Ergin, Milliyet’i şöyle anlatıyor.
“Demokrasi ve cumhuriyeti, birbiri pahasına olan kavramlar olarak görmüyoruz.
Bunlar birbirini tamamlayan, ancak birlikte var olabilecek, birlikte oldukları zaman anlam taşıyan kavramlardır. Biri, diğerine tercih edilemez, diğerinin üstünde de tutulamaz.
Milliyet, bu ikisinin iç içeliğini savunan çizgisiyle aslında Türk basını için önemli bir sigorta işlevi görüyor.
Basının temel görevi, iktidarları, güç odaklarını toplum adına sorgulamak, denetlemektir. Basının eleştiri hakkından, sorgulama hakkından feragat etmesi sağlıklı bir demokrasinin gereklerine, toplumun çıkarlarına ters bir durumdur.
Basındaki yöneliş ne olursa olsun, Milliyet sorgulama alışkanlığından, eleştiri hakkında feragat etmeden, ilkeleri doğrultusunda, çizgisinden savrulmadan yolunda gitmeye devam edecek...”
* * *
TÜRKİYE’DE siyaset yapmak giderek zorlaşıyor. Niyetiniz olsa bile bunu köreltecek, sizi vazgeçirecek birçok unsur var.
Söyler misiniz; parti içi demokrasi hangisinde var?
AKP’de Tayyip Erdoğan’ın istemediği bir isim aday gösterilebilir mi?
Hangi lider demokratik bir süreci çalıştırıyor?
Deniz Baykal, partide muhalefet edecek bir isme yaşama izni verdi mi?
Bu eleştirilerim diğer liderler için de geçerli.
Erdoğan, Baykal böyle yapıyor da; Devlet Bahçeli, Zeki Sezer, Süleyman Soylu farklı demiyorum.
AHMET Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi kuruluşundan bugüne sürekli belgeler topluyor. Sadece bu coğrafyayı değil; Avrupa’nın birçok merkeziyle bağlantı kurarak bu belgelerin İzmir’e getirilmesini sağlanıyor.
Bunlar kent hafızası için oldukça önemli belgeler...
Bu belgelerin yurtdışında çeşitli vesilelerle kullanılması da İzmir’in tanıtımı açısından büyük önem taşıyor.
Bunlardan sadece bir örnek vermek istiyorum.
Eleni Mavrokefalidu tarafından 2009 yılında Yunanistan’ın Yanya kentinde basılan “İzmir - İyon’un İncisi” adlı bir katalog yapıldı.
Kitap, 2009 yılına ait bir takvim... Kitabın içindeki bütün görsel malzemeler İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’nin görsel dokümanlarından oluşuyor.
Kitabın yazarı Eleni Mavrokefalidu geçen yıl bu görsel malzemeleri İzmir’e gelip aldı.
SİYASET böyle bir şey...
Bir varsın, bir yoksun...
Bugün zirvedesin, yarın evindesin...
Sonra...
Tekrar kulislerdesin, sokaklardasın, dillerdesin...
Bazen başkan, bazen vekil, bazen il başkanı, bazen meclis üyesi...
Galiba siyasete girdin mi bir daha çıkmak zor oluyor.
HÜRRİYET Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, iki ay önce, “Başbakan salona nasıl girer” başlıklı bir yazı yazmıştı.
O yazıdan bir özet yapmak istiyorum önce...
“Gelişmiş bir demokrasi kültürüyle henüz olgunluğa erememiş şarkvari bir demokrasi kültürünün farkı, bir başbakanın salona girişinde kendini gösteriyor. Merkel, başka bir toplantıya da katıldığı için, ödül töreni başladıktan sonra salona girdi.
Türkiye’de bir başbakanın salona girdiğini nereden anlarsınız? Bir kamera ve fotoğrafçı telaşı başlar. Bu telaş, yavaş yavaş çığ haline gelir ve sonunda, geçiş yolunun kenarında oturanların üzerine yıkılır. İkinci dalga ise koruma ordusuyla gelir.
Merkel’in salona girişini hiçbirimiz fark etmedik. Çünkü yanında bir danışmanı, özel kalem müdürü ve bir korumasından başka kimse yoktu.
Alman Başbakanı ön sıraya geldi ve Dr. Burda, Aydın Bey ve Daimler’in patronunun elini sıkıp yerine oturdu. Törenden sonra bir üst kattaki açık büfeye geçtik.
Salonun bir bölümü, özel kişilere ayrılmıştı. Merkel’in orada kalışı 15 dakika olarak planlanmıştı.
YILLARDIR biriktiririm. Güzel konuşmaları, güzel yazıları...
Beni etkileyen fotoğrafları...
Bazılarını hafızama kazırım, bazılarını kendi arşivime...
Örneğin ABD eski Başkanı Bill Clinton’un milenyum konuşmasını unutmak mümkün mü?
O günlerde “Olmaz...” denilen birçok ayrıntıyı zaman içinde konuşmaya, anlatmaya hatta yaşamaya başladık.
2000’nin ilk günlerinde küresel ısınma dikkatlerden kaçmıştı, gündemimizde pek yoktu.
Ama bir iki yıldır her yağmur yağışında sevinmemiz bize gösteriyor ki; küresel ısınmadan korkuyoruz.
TÜRKİYE bundan kısa bir süre önce değişik, pek alışık olmayan bir cezayla karşı karşıya kalmıştı.
Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla yargılanmış ve mahkemece bir rehber eşliğinde “öfke kontrol sistemi” programına katılma ile “öfke kontrolü” ve “kişisel gelişim” konularında beş yayın okuma cezasına çarptırılmıştı.
Hakim kararında şöyle yazmıştı.
“Başbakan Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla yargılanan Cem Uzan’ın denetim tedbiri uygulanması halinde yeniden suç işlemeyeceği kanaatine varılmıştır. Yasa uyarınca beş yıl denetime tabi tutulmasına, bu süre içinde bir yıl süreyle rehber görevlendirilmesine, bu rehber tarafından en az üç ay süreyle öfke kontrol programına devam etmesi ve öfke kontrolü ile kişisel gelişim konularında beş yayın okutturulması cezasına çarptırılmıştır...”
Davacı, Başbakan Erdoğan...
Davalı, Cem Uzan...
Uzan’ın avukatlarının itirazları kabul görmedi; sonuçta Uzan batıda görmeye alıştığımız ama Türkiye’de görmediğimiz tarzda bir cezaya çarptırılmış oldu.