CUMHURİYET'in on beşinci yıldönümü yaklaşıyordu. Nutuk ve merasim üzerinde Atatürk daha evvel şu talimatı vermişti:
"Her sene olduğu gibi vekaletlerden notlar toplansın. Bunları birleştirerek benim üslubuma yaklaşır şekilde nutku hazırlayın. Ben kuvvet bulursam, bunu esas alır, kendime göre yazarım. Ankara'ya gelir okurum. Şayet gelmeme imkan olmazsa düşünürüz. Siz okursunuz."
Teşkilatı Esasiye'ye göre Cumhurbaşkanı ya kendi okur, ya Başvekil'e okuturdu. Atatürk Cumhuriyet Bayramı'nda bir de orduya mesaj hazırlanmasını istemişti.
O'nun silah arkadaşlarına bir nevi vedaı denilebilir.
Mareşal Fevzi Çakmak mesajı hazırladı, kendisine okuduk:
"Güzel... Burada dursun, üzerinde çalışırım..." dedi.
Bizzat Ankara'ya gitmeyi çok istiyordu. Umumi bir konsültasyon yapıldı.
HER şeye rağmen umutlu olmamak için neden yok.
İki yıl önceyi düşünün, bir de bugünü.
PKK terörü vardı.
İrtica vardı.
Ama bunlar kadar, belki de bunlardan da büyük bir tehlike olan çeteler vardı, fakat onlar görünmüyordu.
Etkin çevrelerle, hatta bazı devlet örgütleriyle ortak çeteler...
Devlet çeteye teslim olmak üzereydi. Bu yoldaki faaliyetler rahat rahat ve hızla sürdürülüyordu.
EĞER boğazımıza kadar batmamış olsaydık bugünlerde nelerle uğraşacak, daha doğrusu gündemimizi sevindirici veya endişelendirici neler tayin edecekti?
Önce Suriye ile ilişkiler.
Yazılanı, çizileni dış dünyada biraz abartılı bulanlar olsa da, 14 yıldır çözümsüzlüğü süren Suriye sorunu çözüm yoluna girdi.
Bu, Ankara'nın başarısıdır. Ve belki de ilk kez uygulanan "kriz stratejisinin" işe yaradığının göstergesidir.
Eğer Şam anlaşmaya kesintisiz uyarsa, güney sınırımızda kanayan yara duracak demektir.
Ama Türkiye bu başarının tadını çıkartamıyor.
Bakın gazete manşetlerine Suriye başarısı yok. Çeteler var.
İŞYERLERİ, işveren ve çalışanlar bir bütünse müessesedir.
Milliyet müessesedir.
Milliyet, çalışanlardan biri olarak görülen Aydın Doğan ve tüm mensuplarıyla bir bütün olduğu için müessesedir.
Bu müessesede çalışanların 15 günlük bir bölünmüşlüğe, ayrılığa bile tahammülleri olmadı, bir arı oğulu gibi kenetlendiler ve sonunda özledikleri statüye dönüşü gördüler.
Bu yolda bin iki yüz arkadaşını kırmayan, onların arzularının kendi arzusu da olduğunu gösteren Aydın Bey'e teşekkürler.
* * *
BU direniş neden dışarıya açık seçik aksetmedi?
YÜZDE yirmi beşi saf değiştirmiş milletvekillerinden oluşan bir parlamento.
İktidarda azınlık hükümeti, hem de koalisyon.
Koalisyon ortaklarından biri seçime bile katılmamış bir parti.
Ana muhalefet partisi, kapatılan bir partinin mirasçısı; o da parti olarak seçimden geçmemiş.
Bu siyasal fotoğraf pek iç açıcı değil.
Hükümet sıkıntıda.
Ekonomide sıkıntı var, özelleştirmede sıkıntı var, hukukta sıkıntı var, çetelerle sıkıntı var.
MUHAFAZAKAR Japonya'da yolsuzluk söylentileri bile intiharla noktalanıyor.
Liberal Amerika'da gayri nizami aşk macerasının bile bir başkanı ne hallere düşürdüğü meydanda. Adam sorgudan sorguya çekiliyor.
Dünya yıkılsa kimsenin umurunda olmadığı tek ülke herhalde Türkiye.
Oysa, attılar mı mangalda kül bırakmayanlar da işte bu bizdeki umursamazlar.
"Çağdaşız, medeniyiz, hukuka saygılıyız, etik kurallara bağlıyız, namusluyuz, Batılıyız, Japonya kadar gelenekçiyiz, Amerika kadar demokratız."
Yalan...
* * *
DÖNDÜK dolaştık yine seçime geldik.
Üstelik Meclis, erken seçim kararı almışken, şimdi; "onu daha erkene alalım, Aralık'ta seçim yapalım", önerisi ortalığı karıştırdı.
Karıştırma sebebi şu:
Bu tip ani ve hızlı karar değişiklikleri, daha doğrusu kararsızlık gösterileri vatandaşın yönetime olan güvenini sarsıyor. Hem iktidara, hem muhalefete...
Ülkede istikrar olmadığının delilini teşkil ediyor. Kafalarda soru işaretleri doğuruyor.
Erken seçim kararının alınmasının Türkiye'nin ne kadar zamanını çaldığını hatırlayın. Günler, haftalar o tartışmalarla geçti ve sonunda 1999 Nisan'ı seçim tarihi olarak saptandı. Hem de iki seçim bir arada. Genel ve yerel. Şimdi tartışma sil baştan başladı ve Nisan'ı Aralık'a çekme konusunda odaklandı.
Bilindiği gibi bir süre önce, Eylül başlarında Mesut Yılmaz "Hükümetin hizmetlerini yeterli görmeyenler, Türkiye'nin geleceğini erken seçimde arayanlar, eğer bu kararlarından vazgeçerlerse bunu
TÜRKİYE'deki sorunlar zincirinin gösterdiği tek şey var:
Bu ülke iyi yönetilemiyor.
Uzun zamandır bu böyle.
Üstelik, anlaşıldığı kadarıyla iyi yönetememe sebeplerini yönetenler de bildikleri halde önlem almaktan acizler.
Yönetebilmenin birinci şartı güçlü olmak.
Güçlü hükümetleri sağlamanın şartları ise belli:
Yeni bir seçim kanunu, yeni bir partiler kanunu.