TÜRKİYE'nin layık olmadığı bu çürük görüntünün tek nedeni var.
Türk vatandaşının oyunun iktidara yansımaması.
Bugünkü iktidar Türk vatandaşının oyunun tersine, masa başı hesaplarla kurulmuş suni bir iktidar. Gayri meşru değil, ama suni.
Bugün iktidardaki Refah Partisi aslında Türkiye'nin üçüncü partisi.
Ama bu üçüncü parti bugün büyük oy farkıyla iktidara gelmiş gibi Türkiye'nin rejimini değiştirmek istiyor.
Bunun için eğitimi kullanıyor.
Bunun için devlet kadrolarını kullanıyor. 6 ayda 80 bin taraftarını önemli noktalara yerleştirdi.
YARIN MGK var.
Muhtıradan sonraki ilk toplantı.
En önemli toplantı.
Çünkü sözcüleri, Erbakan'ın imzasını inkar ediyor.
İnkar 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim için sorun yaratıyor.
Son bir haftadır RP'nin ileri gelenleri kesintisiz 8 yıla muhalefet belirtiyor.
Direnişten yarına kadar vazgeçmezlerse Türkiye yeni bir kaosa gebe demektir.
ALMANYA'yla ilişkiler belki de tarihimizin en kötü dönemini yaşıyor.
Türkiye'nin büyük ekseriyeti yıllar, on yıllar boyu geleceğimizi Avrupa ile bütünleşmeye bağladı.
İstikbali Batı'da gördük.
Ve son 30 yılda bunun için yapılmayan fedakarlık kalmadı.
Tam "oldu", "olacak" derken hiç ummadığımız şekilde bir dost kazığı yedik.
Bu dost; Almanya ile onun Başbakanı Kohl.
Kohl: "Anadolu hangi coğrafya kitabında Avrupa'da gösteriliyor? Var mı böyle bir kitap?" diyerek Türkiye'nin Avrupa'dan umudu kesmesini söylüyor. Alman Dışişleri Bakanı Kinkel de "Türkiye Avrupa'nın aile fotoğrafında yer alamaz" diye aynı görüşü başka şekilde ifade ediyor.
İTİDAL sahipleri sahnede yok.
Ya şahinler, ya pısırıklar siyasi hayatımıza hakim.
Refah'ta hakim olanlar şahinler.
Pısırıklar ikiyüzlü, çifte standartçı, evet efendimci...
Kendi partilerinin ilkelerine de ihanet edebiliyorlar.
Lidere teslim de olabiliyorlar.
İlk fırsatta saf da değiştirebiliyorlar.
TARİH tekerrürden ibarettir.
Ama nedense hep Türkler için tekrar ediyor.
Herhalde ders almasını bilmediğimiz için.
Benzer olaylar benzer sonuçları doğuruyor ve yıllar geçse de Türkiye'nin, Türk insanının romanı değişmiyor.
Yıl 1913. Mahmut Şevket Paşa hükümetine karşı darbe düzenleniyor.
Harbiye Nazırı ve Başkomutan Nazım Paşa şehit ediliyor.
Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa anılarında anlatıyor:
SİYASİ istikrarsızlık seçim sistemi tartışmasını da sık sık gündeme getiriyor.
Aslına bakarsanız bu ihtiyaç ve buna bağlı tartışma özellikle Mart 1994 yerel seçim arifesinden beri sürüyor.
Hatta, ANAP lideri Mesut Yılmaz yıllar önce, 1992'de "dar bölgeyi, parlamenter sistemdeki tıkanıklığı aşmak için" ileri sürmüştü.
Tartışma devam ediyor da konuyu ciddi ciddi ele alan yok.
Neyse, şimdi yeniden görüyoruz ki DYP'nin iki turlu seçim sistemi arayışına ANAP'tan da olumlu katılım var.
ANAP Manisa Milletvekili Tevfik Diker istikrarsızlığı önlemek için hazırladığı ve Mesut Yılmaz'a sunduğu rapordaki iki turlu seçim sistemini öneriyor.
Diker'in önerisinin içeriği bu aşamada önemli değil. Önemli olan girişimi.
"SÖZ Fato'da"dan önce Reha Muhtar doktor tarafından tacize uğrayan kızı ve doktorun karısını ekrana getirdi.
Önce onları dinledik sonra Fato'yu seyrettik.
Doktor, tacizci bir doktor da olsa normal bir doktor da, bu olayda oltaya geldiği muhakkak.
Gencecik güzelce bir kız doktora gidiyor. Normalden farklı giyim kuşamıyla, cilvesiyle, işvesiyle adamı tahrik ediyor. Beş kez gitmesi de bir anlam ifade ediyor. Doktorun üstüne düştüğünü gösteren bir anlam. Konu mankeni kız, zaten bunları Reha Muhtar'a itiraf ediyor.
"Ben tahrik ettim" diyor.
Öyleyse bu ilişki bir bakıma "hasta - doktor ilişkisi" kabul edilemez.
Hastayım diye doktora başvuran kız amacının sıhhate kavuşmak değil adeta doktora kavuşmak olduğunu ihsas ediyor. Doktora bu mesajı veriyor.
TÜRKİYE'nin başına herhangi bir felaket gelirse sorumluları bellidir:
Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve yakın çevreleri...
Baykal niye yok? Çünkü o DSP ile kayıtsız şartsız birleşmeden yana da ondan.
Ama bu manevi sorumlulukta bir sıralama yapmak gerekirse herhalde Çiller ile Yılmaz aynı puanla sorumluluk sıralamasının birinci sırasında yer alabilirler.
* * *
TÜRKİYE'deki siyasi parti liderleri "demokrasi" dediler, sonuçta halkın değil kendilerinin hakimiyetini kurdular.
Meclis, onların seçip oy pusulası haline getirdikleri listelerdeki milletvekillerinden oluşuyor.