MGK tebliğinin ardından üç gün geçti.
Herkese göre yorum farklı. Özellikle de siyasilere göre. Onları bir yana bırakalım.
Bu üç günün getirdiği aydınlıkla olayı görelim.
MGK yarı sivil bir darbe yaptı.
Darbe, çünkü; MGK anayasal hakkını kullandı, görevini yerine getirdi ama bu arada Anayasa'da olmayan "yaptırım" tabirini de kullanarak 20 maddelik bir icraat listesi hazırladı.
Bu işlem tavsiyeyi aşan bir işlem, hatta istem oldu. Ve yaptırıma bağlandı.
Yaptırımın ne olduğu belli değil ama ne olabileceğini sormak bile abes sayılmaz mı?
BUGÜNLERDE yine Cumhurbaşkanı'nın yetkileri gündemde.
Meclis'i fesih yetkisi tartışılıyor.
Cumhurbaşkanını halkın seçmesi, "başkanlık" ve "yarı başkanlık" sistemleri konusunda fikirler, görüşler öne sürülüyor.
Aslına bakarsanız Türkiye'de "başkanlık" sistemi hiç olmadı ama Türkiye hep "fiili başkanlar"la yönetildi.
Atatürk, İnönü, Bayar, Evren, Özal fiilen hep başkanlık yaptılar.
Parlamenter sistemin başkanları...
Acayip ama böyle...
65 milyonluk gelişmiş bir Türkiye'nin darbelere bel bağlar hale gelmesi yüz kızartıcıdır.
Utanç vericidir.
Bu kadar devlet tecrübesi, bu kadar siyasal tecrübe, bu kadar demokrasi deneyimi boşuna mı?
Üç müdahale hiçbir şey öğretmedi mi?
Peki neden bu darbe beklentisi havası?
Askere özlemin sebebi politikacıya güvensizlikse çok yazık.
Çözümü siyasi platformda görememekten askere sığınmaksa bu da üzülünecek bir durum.
BUGÜN artık en az bir yabancı dili ve bilgisayar kullanmayı bilmeyen üniversite mezununa iyi iş yok.
Sözümüz gençlere, öğrencilere: Bilin ki dost acı söyler, ama doğru bildiğini söyler.
Yabancı dil bilmeyenler, artık işyerinde ikinci sınıf vatandaş gibi oluyor.
Bundan tabii bir şey de olamaz.
Sınırlar yıkıldı. İletişim, ülkeleri birleştirdi. Ticaret bütünleştirdi. Bilim, fen sınır tanımadan dolaşıyor.
Ve buna rağmen siz dil bilmiyorsanız, bilgisayar kullanamıyorsanız üniversite diplomanızı yakın.
Ve bunun vebali de sizin değil, sizi en az bir yabancı dilden mahrum eden sistemin ve o sistemin temsilcilerinindir.
TÜRKİYE'de işler yolunda mı, değil mi?
Kendi değerlendirmelerimizi bir yana bırakalım. "Büyüklerimiz"in telaşına bakarsanız hiç de yolunda değil.
Hatta kapıda büyük bir tehlike var.
"Büyüklerimiz"in telaşını nereden mi çıkartıyorum?
Demeç yoğunluğundan.
Doğrusu ben bu demeçler bombardımanını izleyince saf bir vatandaş olarak telaşlanıyorum.
Kendi gözlemlerimi bir yana bırakıyorum ve yalnızca zirvedekilerin telaşını görünce bile endişelerim katmerli hal alıyor.
DÖNDÜK dolaştık aylar sonra aynı noktaya geldik.
Çiller aklandı. Şimdi ANAP - DYP yeniden ortak olur mu? Önerenler var... Yani, konu gündemde.
ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz da "Refah dışında yeni bir hükümet için ön şartsız herkesle görüşürüz" diyor.
Çok önceleri bir fıkra anlatmıştık, tekrarlayalım:
Beyfendi ile uşak seyahate çıkmışlar.
Beyefendi at üstünde, uşak yaya.
Yolda giderken beyefendi yerde bir inek pisliği görmüş.
TÜRKİYE özellikle 1983'ten beri, ana hatlarıyla söylemek gerekirse, kalkınmayla uğraşıyordu.
Refah iktidar oldu, nelerle uğraştığını görüyorsunuz.
Avrupa Birliği'ne girecektik, 2000'li yıllarda İtalya'yı yakalayıp geçecektik. Orta Asya'ya açılacaktık.
Ne oldu?
Refah geldi, ülke hedeflerini şaşırdı.
Şimdi de yeni bir tartışma çıktı ve buna bağlı olarak bazı Refahlıların devlet yapısını değiştirmeye yönelik sloganları doğdu:
"Şeriat, İslam demektir."Yüzeysel değil de biraz derine inerek bakarsanız "Ne ilgisi var?" diyebilirsiniz.
TÜRKİYE'deki tehlikeyi acaba fazla mı büyütüyoruz, diyenler var.
Bizim gibiler Türkiye'deki parçalanma sürecini ürpererek seyrediyor, engel olunamamasının stresini yaşıyor.
Oysa politikacılardaki adamsendecilik aldı başını gidiyor.
Türkiye'de otorite kalmadı.
Aynı felsefedeki politikacılar bile bölünme tehlikesine, vatandaşın birbirine düşme ihtimaline engel olmak için geçici bir birliktelik fikrinden yoksunlar, girişiminden uzaklar.
Tarih önünde birer suçlu ilan edilmeleri için gereken her şeyi bu kısa zaman süresine sığdırdılar.
Hesap etmiyorlar ki Türkiye Cumhuriyeti'nin başına gelecek bir felaketten önce onlar sorumlu tutulacaklar. Her şeyden önce bu felaketin manevi sorumlusu onlar olacaklar.