Leyla Zana’yı Başbakan kabul etti ve görüştü. Leyla Zana Kürt kökenli kardeşlerimiz için ne istiyordu?
Onun Hürriyet gazetesine verdiği demeç umut doğurmuştu.
Silahlar susabilir, barış sağlanabilirdi.
Zana, PKK ve BDP’den daha anlayışlı, bir Kürt kökenli kişi görünümünde idi.
Ama Başbakan ile görüştükten sonra yaptığı açıklama bu izlenimi gölgeledi.
Onun açıklamalarını dinleyen birçok kişi “Peki Zana’nın PKK’dan BDP’den ne farkı var” diye sormadan edemedi.
Zana’nın “silah Kürtlerin sigortasıdır” sözü unutulacaktı, ama yeniden hatırlandı.
“Dünyanın gözü Ankara’da”, işte bu gazete başlığı herkese tercüman oluyordu.
Çünkü Ankara Şam’ı bombalayabilirdi. Esad sarayında öldürülebilirdi.
Erdoğan’ın son aylardaki görünümüne bakanlar bunu rahatça söyleyebilir, bekleyebilirdi.
Kısa bir süre önceye kadar dost olan iki devlet şimdi düşman olmuştu.
“Kanka” olan “Edoğan”la “Esad” arasında sanki kan davası vardı.
Bölgesinde büyük lider olmak isteyen Erdoğan, bize ve çoğunluğa göre yanlış hareket ediyordu.
Biz bağırıp çağırmayı diplomasi sayıyorduk.
30 yıl sonra PKK olayı başka türlü de konuşulabiliyor. Yani koyu PKK’cı bilinenler bile realite karşısında gerçekçi oldu.
Buna misal mi istiyorsunuz?
İşte Leyla Zana.
* * *
PKK ne istiyor?
? Apo’ya özgürlük.
? Bütün PKK’lılara af.
Çok geç bile kalındı. Bu fırsat son. Ne fırsatı?
Hadi bizde bazılarının “Terör sorunu” yerine kullandığı tabiri kullanalım “Kürt Sorunu”nu çözme fırsatı, diyelim.
Bu millet artık bıktı, artık bıçak kemiğe dayandı.
30 yılda 50 binden fazla vatandaşımız bu sorun yüzünden öldü.
Bu demektir ki en az 50 bin eve ateş düştü.
Yetmez mi?
Hükümetler niye var?
Yeniden “Kürt Sorunu” gündemde. Ne zaman gündemden düştü ki, demeyin.
Şimdi birkaç aÇıdan yine konuşuluyor, konuşulacak.
Kürt sorunu mu, PKK sorunu mu, Güneydoğu sorunu mu?
Yıllar boyu hep ismi değişti, ama “sorun” ortada kaldı.
Şimdi CHP’nin 10 maddelik teklifi var.
Kılıçdaroğlu bu teklifi Erdoğan’a dün sundu.
CHP bu sorun için “komisyon” kurulmasını da teklif ediyor.
Ben hep, Erdoğan 74 milyonu memnun etsin, diyorum.
Madem yüzde 50 - 52 insanımızdan oy alıyor öyleyse diğer yüzde 50’yi de kendine çeksin olmaz mı, diye yazıyorum.
Böylece ülkede dirlik, düzenlik ve bütünlük hayal ediyorum.
Ama artık inandım ki bu imkansız.
Yani Erdoğan’ın AKP dışındaki yüzde ellide gözü pek yok.
Onun gözü cumhurbaşkanlığında.
Ve o bunun için parti içi muhalefet olmasını istemiyor.
Uludere tartışması sürüyor. Hükümete baskı yapılıyor.
Oysa PKK her gün öldürmeye devam ediyor.
PKK’ya baskı var mı?
Yok.
* * *
Uludere tartışması görüntüye saplandı kaldı.
Görüntüyü Türk yetkililer mi önce aldı, yoksa Amerikalı yetkililer mi? Evet münakaşa bu.
Türkiye her sistemi denedi. İlk tanıdığımız, “Meclis hükümeti” sistemiydi. Bu sistemde “yasama” ve “yürütme” yetkileri hukuken ve fiilen Meclis’te toplanmıştı. “Yasama” yetkisini Meclis bizzat, “yürütme” yetkisini kendi içinden seçtiği heyet ya da kurul eliyle yerine getiriyordu. Ülke tümüyle Meclis tarafından yönetiliyordu.
Türkiye’deki 1921 Anayasası ile “Meclis hükümeti” sistemi saf şekliyle uygulamaya konulmuştu.
29 Ekim 1923’ten sonra Türk Anayasa Hukuku, aşama aşama “Meclis hükümeti” sisteminden “parlamenter rejim”e doğru geçiş yönünde gelişmişti. 1924 Anayasası ile Türkiye’de kurulan temsili rejim, parlamenter ve Meclis hükümeti sistemlerinin karışımından oluşan, “karma” bir rejimdi.
1961 Anayasası ise parlamenter rejime doğru gelişmede bir adım daha atarak “klasik parlamenter rejim”e yaklaşmıştı.
1982 Anayasası’nda da “parlamenter rejim”e doğru gelişme sürdü.
Ancak, cumhurbaşkanının yetkilerinin, 1982 Anayasası’nda 1961’dekine göre bir hayli arttığını görüyoruz. Anayasa’nın 104. maddesinde sayılan bu yetkilerin cumhurbaşkanı tarafından tek başına kullanılacağı göz önünde tutulduğunda bunun “klasik parlamenter rejim”deki cumhurbaşkanlığı seçim ve tarafsızlığı