Baykal istifa etti. Biliyorsunuz. Pazartesi günü öğle vakti CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrıldı.
Ama onun istifasını ben gerekli bulmuyorum. Çünkü ben Türkiye’yi düşünüyorum.
* * *
“Baykal’a rağmen CHP”
Çoğu kişi böyle deyip seçimde CHP’ye oy verdi.
Niye?
Çünkü Baykal eski siyaset kuşağını temsil ediyordu ve Baykal CHP’nin oylarını çok artırmıyordu. Baykal zaman içinde etrafını değiştirmek, gençleştirmek, atılımcı yapmak yolunda mesafe almıyordu. Sonuç olarak Baykal’ın başında bulunduğu CHP, Türkiye’de başka kitle partisi olmadığı halde AKP’nin rakibi olamıyordu.
AKP, “Türkiye iyi yolda” diyor, biz aksini. Neye göre iyi yol? Artık yamalı çorap, tersyüz edilmiş elbise giymiyoruz, halimize şükredelim, Türkiye iyi yolda, diyelim mi?
Ama hep tekrarladığımız gibi, politikacılarımızın örnek gösterdikleri ve 2000 yılında yakalayacağız, dedikleri İtalya’dan bugün yani 2010’da da hâlâ gerideysek Türkiye iyi yolda değil demektir.
Ekonomik bakımdan iyi yolda değil, sosyal bakımdan iyi yolda değil, siyasi bakımdan iyi yolda değil, askeri bakımdan iyi yolda değil.
Bunlar açıkça görülüyor. Olaylar bunları gösteriyor.
AKP ne kadar inkâr etse de, halkın “her şeye şükür” geleneğinden, alışkanlığından, terbiyesinden yararlansa da bu böyle.
Dünya halkları refahta, ileri gidiyor, Türkiye’de halkın çoğunluğu yerinde sayıyor. Fakir ile zengin arasındaki uçurum büyüyor.
8 yıldır AKP de bundan öncekiler gibi bu halkın kaderini değiştiremedi. Oysa değiştirme vaadiyle geldi.
Türkiye Türkiye olalı böyle boşa geçen bir dönem yaşamadı. Ekonomik sorunlar Allah’a bırakıldı. Misal mi?
Hayvancılık öldü, et kaç lira, balık bile yok, bunlarla kim uğraşacak? Hükümet değil mi? O nerede?
Meclis’te kavga vakay-ı adiyeden oldu, AKP’li Suat Kılıç gibi boş konuşanlar da ekseriyette...
* * *
Bu hükümet anayasa referandumlarını ve 2011’deki seçimi kazanırsa bana göre Türkiye’nin felaketi olur.
“Yetki senin, ister asar, ister kesersin” sözü bunu göstermiyor mu? Ama buna rağmen, AKP’nin şansı da var.
Bu şans rakibi olmamasından doğuyor.
8 Nisan Perşembe günü, yani 14 gün önce bu köşenin başlığı... Yazıda Erdoğan’ın Türkiye’yi başkanlık rejimine hazırladığı ve gelecekte başkan olmak istediğini yazıyordum.
Başbakan Tayyip Erdoğan ATV’de bir programa katıldı.
Önce şunu soralım.
Başbakan niye “Sabah”tan üç gazeteciye hitap etti?
Bunlar onu sinirlendirmeyecek sorular sorar diye mi?
Sorular zaten harcıâlemdi.
Cumhurbaşkanlığı anayasal bir mevkidir. Ama cumhurbaşkanlığının bir de manevi yanı var.
Yani konsensüs, yani uzlaşma yanı. Ülke insanlarının çoğunluğu tarafından istenme, saygı duyulma ve cumhurbaşkanı olarak kabul edilme durumu.
Onun partisine oy vermeseniz bile o kişiye saygı duymanız, o kişiyi cumhurbaşkanı olarak görmek istemeniz mümkündür.
Bugüne kadar Türkiye’de hep böyle oldu. Öyle kişiler cumhurbaşkanı seçildi ki, 70 milyon Türkiye vatandaşı olarak o kişiyi tanıdı, saydı...
Buna konsensüs denildi.
Yani uzlaşma pazarlıkla olmaz, uzlaşma gönüllerde olur.
Peki, bugün böyle mi?
Başbakan Erdoğan’ın “niyeti” ne? İşte buna bakmak lazım. Anayasa’nın bazı maddeleri için mi böyle telaş içinde?
Daha iyi bir demokrasi mi istiyor?
Bazı ipuçları “niyeti”ni ortaya çıkarabilir.
İşte ipuçlarının ortaya koyduğu “niyet”.
Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’ye tek başına hâkim olmak istiyor. Sözü geçen “tek adam” olmak istiyor.
Yani “başkan” olmak, parlamenter rejime veda etmek istiyor.
* * *
Türkiye ikiye ayrıldı. Eskisi gibi zannetmeyin... Yani, sağcı-solcu, gerici-ilerici, Kürt-Türk, diktacı-demokrat vs gibi değil.
Şimdi artık, “AKP ve karşısındakiler” var.
AKP hem gericiliği, hem sivil diktayı, yani demokrasi karşıtı olmayı, “karanlığı” temsil ediyor. Karşısındaki çoğunluk ise “aydınlığı”.
Evet, çatışma, güç mücadelesi şimdi bu karanlık ile aydınlık arasında.
* * *
TV’de konuşan üçlüden, eşi AKP milletvekili olan malum profesör, yapılmak istenen değişikliklerin, gerçek demokrasiyi getireceğini söylüyordu. Sanki bugüne kadar diktatörlerin yargıdan değil de yürütme ve yasamadan çıktığını bilmezmiş gibi.
Peki, lider sultası varken, dokunulmazlıklar kürsüyle sınırlanmamışken, yüzde 10 barajını Başbakan savunurken, seçim arifelerinde halka “yardım” yağdırılırken, şeyh, şıh ve aşiret reislerinin seçimlerde etkisini bir nebze azaltacak toprak reformu yapılmazken, herkesin telefonu dinlenirken, ve bu Anayasa’nın 29 maddesinin adeta referandumda kabulü için rüşvet gibi B-2 çıkartılacak söylentileri ayyuka çıkarken ve Venedik kriterlerine aykırı da olsa “29 maddeyi toptan referanduma sunacağız” diye açıklama yapılırken, 72 milyon arasında gelir adaletsizliği, adeta
Hükümet ayrı, halk ayrı. Bu cümle bugünkü Türkiye’yi ifade etmiyor mu?
Bana göre ediyor.
Bu hükümetin halkla ilişkisi yok.
İşadamları, adeta “gemisini kurtaran kaptan” sözü doğrultusunda hareket ediyorlar. Kendileri ithal edip, kendileri imal edip, kendileri ihraç ediyorlar. Tabii fiyatları da kendileri saptıyorlar.
Bankalarımızın yarısı yabancıların eline geçti. Yani halk onların insafına kaldı.
Esnafın devletle işi yok. Hükümete adeta yabancılar. Ne haksız rekabete karşı onları koruyan var, ne de onlara karşı halkı.
Güçlü güçsüzü eziyor. Hükümet adeta “Altta kalanın canı çıksın” dercesine seyrediyor.