Türkiye’nin AB üyeliği yazı-tura oyunu değil!

23 Aralık 2012

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği konusu üstüne en son ne zaman ciddiye alınır bir yorum yazısı okudunuz; en son ne zaman bir gazetenin manşetine çıkmış bir haber okudunuz; en son ne zaman bir TV tartışması izlediniz?
Bir ay önce? Bir yıl? Birkaç yıl?
Oysa 20. yüzyılın son yıllarında, ardından AKP iktidarının ilk yıllarında AB üyeliğine ilişkin haberler, yorumlar, tartışmalarla yatıp kalkıyorduk. Cılız bir koalisyonun Başbakanı olarak Ecevit’in, müzakerelerin başlaması için gün alması bir “ulusal zafer” gibi algılanmıştı. Ardarda Avrupa Birliği ile uyum hedefli “demokratikleşme paketleri” çıkarılmaktaydı. Tayyip Erdoğan’ın “Bizi kabul etmezlerse biz de Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri diye adlandırır yolumuza devam ederiz” sözleri yankılanmış; kimilerinde umutlar yeşertmiş, kimilerini öfkelendirmiş, ama tartışılmış, konuşulmuş, yaygın bir ilginin odağı olmuştu.

BU SUSKUNLUK NE?
Peki bir süredir, hem de epey bir süredir yaşadığımız bu suskunluk, dahası umursamazlık ne? Türkiye siyasetinin ve aydınlarının gündeminden AB üyeliği konusu düştü mü; düştüyse niye düştü?
AKP ve destekçi çevresinden (hatta bazı bakanlardan) “Avrupa zaten yarışı kaybetmiş, yaşlı

Yazının Devamı

Aleviler ve gereken Hakikat Komisyonu

22 Aralık 2012

Siyasi iktidar, toplumsal travmalarla yüzleşme konusunu sadece politik hesaplaşma olarak kullandığı için Alevi katliamları ile yüzleşmesi beklenemez. Alevi katliamlarına ancak Alevi sivil toplum örgütleri komisyonlar kurarak hakikatin tespiti için gerekli çalışmalar yaparak daha sonra bu çabaların resmi zemine kavuşmasını sağlayabilirler.
Bir toplumun demokratik olup olmadığını ölçen çeşitli ölçütlere, son yıllarda bir de geçmişle yüzleşme konusu eklenmiştir. Bununla birlikte hatırlamak gerekir ki Türkiye’de hâkim olan anlayış bugüne kadar kutsal, tartışılmaz bir resmi tarih yaratmış ve ona tapınmayı tercih etmiştir. Kimseye hesap vermeme üzerine kurulu olan tarihsel bir gelenekle beslenen egemen ideoloji, başarısını ve becerisini bugüne kadar kırmızıçizgiler, tabular yaratma ve geçmişin üstünü örtme üzerine inşa etmiştir.

Resmi tarih ve tarih
Oysaki devletin resmi tarihi ile Alevilerin tarihi arasında gerçek bir kırılma vardır. Cumhuriyet Türkiye’sinde Alevilerin devletle olan ilişkilerini katliamlar tarihi olarak okumak mümkündür. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti yakın zamana kadar Alevi toplumu ile neredeyse sadece katliamlar üzerinden ilişki kurmuştur demek yanlış

Yazının Devamı

‘UZMAN’ OLMAK HESAPTA YOKTU

21 Aralık 2012

Üç yıldan beri, daha doğrusu birkaç yıl önce başlayan, adına ilk önce “Kürt açılımı” dedikleri demokratikleşme hamlesinden beri televizyona çok sık çıkmaya başladım. (Sahi televizyon ağaç mı ki çıkıyorum?!) Aslında ilk başlarda hoşuma giden bu eylem, zaman içinde uzadıkça bir hayli sıkıntı vermeye başladı.
Çünkü bir süre sonra söyleyecek sözümün azaldığını, kendimi tekrarlamaya başladığımı gördüm. Bir kanalda söylediğimi başka bir kanalda tekrarladığımı, bir süre sonra söylediklerime yabancılaştığımı, daha önce söylediklerimi unutarak aynı cümleleri kurduğumu anladım.
Ve en önemlisi etrafımda bir sürü sevmeyenimin biriktiğini, üstelik bazı örgütlerin hedefi haline geldiğimi gördüm. Ama neylersin bu işten kaçış da kolay olmuyor. Bir kez program yapımcılarına yakayı kaptırmışsan ağzınla kuş tutsan faydası yok... Sanki o işin bir tek uzmanı senmişsin gibi peşini bırakmıyorlar.

‘Yakıcı Mesele’
Çok erken bir dönemde kimliğimi yüksek sesle ilan ettiğim için 90’lı yıllar boyunca sarı basın kartı sahibi olduğum halde basında iş bulamayan ben, Kürt meselesini konuşmak “sakıncalı” bir şey olmaktan çıkınca, hiç hesapta yokken, bir anda Kürt meselesinin “uzmanı” oldum.
Ne

Yazının Devamı

BAŞKANLIK VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN SONU

20 Aralık 2012

Başkanlık sisteminin demokrasi açısından taşıdığı riskler, dünyadaki uygulamalarından biliniyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında başkanlık sistemini seçen 36 ülkeden hiçbiri 1980-89 arasında kesintisiz bir demokrasiye sahip olamadı.(1)
Parlamenter sistemde meşruiyetin tek kaynağı halk tarafından seçilen meclis. Yürütme, yetkisini meclisten alır ve meclisin güveni olduğu sürece göreve devam eder.
Başkanlık sisteminde ise, çifte meşruiyet söz konusu. Seçimle iş başına gelen başkan yanında bir de seçilmiş meclis var. İkisi birbirinden bağımsız. Başkan seçildiği süre boyunca yürütme erkinin tüm gücünü elinde toplar. Bu süre içinde, meclis, başkanı cezai sorumluluk dışında düşüremez. Bu çifte meşruiyet başkan (yürütme) ile yasama arasında bir denge kurulmasını gerektirir. Bu denge kurulamazsa, büyük bir gücü elinde toplayan başkanın diktatörlüğe kayması çok kolay olur.
Başkanlık sisteminin başarılı sonuç verdiği örnekler fazla değil. En başarılı örnek olan ABD’de siyasal alanda sert kutuplaşmanın olmadığı, uzlaşmacı bir yapının bulunduğunu görüyoruz. Çok küçük farkla kazansa bile başkanlık sisteminde seçimi kazanan herşeyi alıyor. Kaybeden her şeyi kaybediyor. O nedenle

Yazının Devamı

Yükseköğretimde çağdaşlığı özlerken

19 Aralık 2012

Bu yazının birincisi, aynı başlıkla, tam 32 yıl evvel yazıldı (Milliyet Düşünenlerin Düşünceleri, 30 Kasım 1980). O zaman görece genç bir doçenttim ve bir şeyler değişeceğini umuyor ve belki de sanıyordum. Oysa o günden bu yana ülkem üniversitesi değil düzelmek, şahtı, şahbaz oldu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin en başarısız kaldığı alan üniversitelerdir. Dediğimin en sağlam kanıtı ise dünyanın 17. en büyük ekonomisine sahip bir ülkede yine dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına 1-2 üniversite sokulduğunda, bundan sevinebilmektir. 100 yılı aşkın süredir düzgün bir üniversite kuramıyor, belki de bunu istemiyoruz. İnsanımızın doğası ve kültürü üniversiteye, yani eleştirel düşünce ve yaratıcılığa açık değildir demek kabul edilemez. Hele böyle bir savunmayı ülke üniversitelerini düzeltmeye çalışanların dile getirebilmeleri hiç affedilemez. Ülkemiz üniversiteleri “kariyerizmin”* kaleleri gibidir.

Kimseyi ürkütmemek
YÖK kamuoyuna yeni bir Yüksek Öğretim Yasa taslağı sunmuştur. Üzülerek gözlediğim söz konusu taslakta da ana amaç ve telaş üniversitenin ne yaptığı veya yapması gerektiği, gerek ulusal gerekse de uluslararası düzeyde etkilerinin ne olduğu veya olması gerektiği

Yazının Devamı

Mor Gabriel yaşamalı

18 Aralık 2012

Türkiye’nin doğusuna ilk yolculuğum 1998 ilkbaharına uzanıyor. Bir arkadaşımla Van Gölü’nün çevresinde seyahat ediyordum. Dönüş yolunda bindiğim dolmuş beni İstanbul uçağına bineceğimiz Diyarbakır yerine yanlışlıkla Midyat’a götürdü. Oradan tesadüfen Tur Abdin “İnananların Dağı” bölgesindeki Süryani köylerini ve manastırları keşfettim.

Zamanın ötesinde
Dünyanın bu bölgesi, öncelikle Türkiye ve insanları, sonrasında da Türkiye’nin doğusu ile ilgili tutkum hiç bir zaman değişmedi. Tarih ve anıtlar açısından zengin bu topraklara her yıl defalarca aynı mutlulukla dönüyorum. Bunların içinden en sevdiğim yerlerden biri Süryani Manastırı Mor Gabriel. Zamanın ötesinde bir mekan. 1998’de keşfettiğim bu yer kendini dış dünyadan koparmıştı. Yabancıların orada kalıp uyumaya hakları yoktu, dahası pasaportlarını en yakın askeri karakola bırakmak zorundaydılar.
Manastır neredeyse bomboştu, sadece iki keşiş, ve nadiren gelen ziyaretçilerle çevrili piskopos kalmıştı. Sanki bir hayalet manastırdı. Bir yandan Hıristiyan köyleri boşaltılmaya devam ediyordu. İnsanlar güven içinde olmamanın acı sonuçlarını çekmektense ayrılmayı tercih ediyordu. İşte bu bir kanamaya yol açtı. 1990’lı

Yazının Devamı

Çin, artık ‘Yumuşak Güç’ olarak sahnede

16 Aralık 2012

Harvard profesörü Joseph Nye’ın yazılarıyla literatüre geçen ‘yumuşak güç’ kavramı, askeri güce dayalı politikalarla uluslararası toplumun tepkilerini çekmek yerine, siyasi ve ekonomik gücü ile sahip olduğu cazip imkânlarını ön plana çıkartarak dünyanın çekim merkezi olan devletleri tanımlıyor. Peki, bu Çin için de geçerli olabilir mi? Mümkün!

Uluslararası politika alanında son yirmi yılda en sık tekrarlanan görüşlerden bir tanesi, hiç şüphesiz, Çin’in “yükselen güç” olmasıyla alakalıydı. Yıllık ortalama yüzde 10 büyüme istikrarı göstererek her on yılda bir gayri safi milli hasılasını ikiye katlayan Çin, uluslararası konjonktürü de iyi kullanarak, özellikle finans piyasalarında ve gelişmiş ülkelerin ekonomilerinde yaşanan son mali kriz ortamında sahip olduğu mali kaynak birikimi sayesinde, dünya siyasetinde eskisine oranla çok daha ağırlıklı bir konuma gelmiş bulunmaktadır.

Yeni bir dönem
Çin’de geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Çin Komünist Partisi’nin 18. Ulusal Parti Kongresi ile birlikte Şi Jinping liderliğinde yeni bir dönem başlamaktadır. Şi’nin nasıl bir liderlik sergileyeceği ve Çin’in gelecek on yıllara dönük stratejisinin ne olacağı konusunda değerlendirmeler

Yazının Devamı

Türk usulüne göre başkanlık sistemi

15 Aralık 2012

Şüphesiz, hiçbir ülke, anayasasını yaparken başka bir ülkenin sistemini aynen kopya etmek mecburiyetinde değildir. Her sistem içinde, ayrıntılar bakımından ülkeden ülkeye farklar gözlemlenebilir. Ancak unutmamak gerekir ki, her sistemin kendisine özgü bir ruhu ve mantığı vardır. Bu mantıktan uzaklaşıldığı takdirde, artık o sistemden söz etmek mümkün olmaz ve ortaya ‘biz bize benzeriz’ misali garip bir sistem çıkar.

AK Parti’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu “Türk usulü” başkanlık sistemi önerisi, anayasa tartışmalarına yeni bir boyut kattı ve zaten baştan beri ümit vermeyen Uzlaşma Komisyonu çalışmalarını tam bir çıkmaza soktu. Öteden beri ne zaman “Türk usulü” ya da “Türkiye’nin özel şartlarına uygun” sözlerini duysam huzursuzluk hissederim; çünkü murad edilenin, hiçbir bilinen sisteme benzemeyen, evrensel standartlardan uzak, kendimize özgü bir garabet olması ihtimali çok büyüktür.
Burada önerilen sistem de, ne başkanlık sistemine, ne yarı-başkanlık sistemine benzemekte, her iki sistemden de en temel unsurları bakımından ayrılmaktadır. Sert kuvvetler ayrılığına dayanan başkanlık sisteminde ne başkanın kongreyi feshetmesi mümkündür ne de kongrenin (ancak vatana

Yazının Devamı