“Emek, alınteri, hak, hukuk, adalet” gibi kavramların bol keseden ve hiç ara vermeden kullanıldığı, “arkasına geçip puan/dile getirip reyting” alındığı en yüksek gelirli işkolu hangisidir?
Futbol...
Teknik direktör milyonları unutur, her maç sonu “emek”lerinin karşılığını ister.
Futbolcu ikide bir “alınteri”nden bahseder karın tokluğuna oynuyormuş gibi.
Yönetici sadece yanlış düdük duyunca, şartlı refleks icabı “adalet” diye inler.
Taraftar başka kimsenin hakkı yokmuşcasına “hakkını” korur takımının...
Medya racon keser... Onlar, kaşkola yazılmış anayasaların fahri “hukukçusudur”!
Bursaspor seyircisi sezonun “Fair play” ödülüne bir numaralı adaydır!.. Artık çatısına mavi bayrak mı dikilir, stada turistik seyahatler mi düzenlenir bilemem.
Ama “seyirci” sonuna kadar hak etmektedir bu ödülü.
Çünkü her olayı kendi içinde değerlendirmek gerekir. Bursaspor seyircisi Bursaspor’un ilişkilerine ve politikasına yön veren “egemen güç” ile karşılaştırıldığında, sütten çıkmış ak kaşık gibidir.
Sahadaki “sinir katsayısı” da cabası. Siz, her düdüğe bu kadar laf veya işaretle karşılık verilen başka bir maç gördünüz mü?
* * *
Ne olmuştur Fenerbahçe maçında?.. Hakemin arabasına birkaç tekme, Fenerbahçelilere birkaç taş.
Bir-iki tane de yaralı.
Kayserispor Kulübü Onursal Başkanı ve Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki’nin “baba” manifestosunu okuyup izlemişsinizdir. Hakemleri “ayar” etmek için “Başka güçlerimiz var, kullandırmayın”diyor. “Allah’a şükür” bir kere kullanmış sonuç almış...
Gerekirse bir daha yaparmış!
Ne diyelim; eline ve gücüne sağlık.
Bu ülkenin skandalları o kadar açık, o kadar sık ve tahammül gücünün o kadar üzerinde ki, hiçbir eleştiri/kınama/tepki, aldığımız yaralara pansuman olamıyor.
Ve her geçen gün “çıta” yükseliyor.
Yanlış anlamayın; “rezalet çıtası”.
Ne diyelim Kayserisporlu sayın siyasetçiye ? Futbolun marka değerinden mi bahsedelim? Siyasetin futbola karışmasındaki sakıncalardan mı ? Etik maliyetten mi? “Kimseye acımıyorsan, ima ettiğin makama saygı göster”mi diyelim?
Boş verin 2012 Avrupa Şampiyonası kura çekimine “hocasız” gittiğimizi... Aldırmayın Varşova’da alay konusu olduğumuza... Bırakın Del Bosque’nin bile dalga geçtiğini...
Siz “tasarrufa” bakın!
Dört aydır Fatih Terim’e maaş versek, ne ederdi?.. 1 Milyon... O cepte şimdi.
İki ay daha dişimizi sıksak yeni hocanın bir milyon dolarını çıkaracağız, n’aber!
Devir, hesap devri.
Yanlış anlamayın; bu benim bakış açım değil... Millet’in ve medyanın bir kısmı ile bazı vekillerin yaklaşımı.
Hatırlayın; DTP (o zamanki adıyla) milletvekili Sırrı Sakık, Meclis’in kürsüsüne çıkmış ve halkın vicdanının sesine tercüman olmuştu!
Hem Fenerbahçe’nin hem de Kulüpler Birliği’nin vazgeçilmez başkanı Aziz Yıldırım, “İstifadan niye vazgeçti” tartışmaları yerine sıfır kilometre bir konu attı önümüze:
Futbol yönetimi Federasyon’un elinden alınıp, Kulüpler Birliği’ne verilmeliymiş!..
Kolay değil tabi...
Proje çok “çağdaş” gözükse de... Her projede olduğu gibi “uygulanabilirlik, sonuç ve verim” parametreleri, uygulayıcıların ne kadar çağdaş olduğu ile yakından ilişkili.
Bazıları kendilerini yönetmekte zorlanan kulüplerin, bir araya gelip futbolu yönetecek ekonomik rahatlığa, etik kalibreye, hedef birliğine ulaşması için bile köprünün altından geçecek kim bilir kaç sel (su değil, sel) gerekli.
Durun bakalım. Önce Bochum Savcılığı’ndan beklenen şu malum dosya sınırdan girsin; ligimiz, kulüplerimiz, futbol aktörlerimiz bir temizlensin. Naklen yayının birkaç aylığı gelsin, kasaya girsin. Borçlar azalmaya başlasın. Racon kesecek Futbol Federasyonu’na ihtiyaç azalsın.
Hem böyle bir kanun değişikliğini kim teklif edecek siyasete?..
Bunda hayret edecek bir şey yok!.. Beşiktaş’ın iki başkan adayı vardı; ikisinin de soyadları isimlerinin önündeydi. Biri Beşiktaşlı İçişleri Bakanı’nın oğlu, diğeri Beşiktaşlı işadamının... Genel Kurul, “burada siyaset işlemez” dedi.
Hep yazıyorum, anlatamadım...
Futbol başka bir gezegen! Güçler dengesi farklı. Türkiye’nin her çatısı altında önünde ceket iliklenen insan, futbolda apışıp kalabiliyor. Ne emir-komuta işliyor, ne siyaset, ne para futbolda...
O aidiyet duygusu var ya; insanı kulübüne ilişkin bir hamle bekliyorsa, kulüp aile oluyor... Evlat oluyor... Sevgili oluyor! Ne siyaset, ne çıkar, ne ahbap... Ailesi hakkında en iyi tercihi yapması gerekir gibi geliyor insanlara.
Peki, “Yıldırım Demirören” tercihi iyi miydi?
Valla, “iki seçenek” varsa en iyisi o... Sayın Murat Aksu’nun feci seçim stratejisi bağlamında - söylediği gibi, hiç olmazsa zengin! Hiç olmazsa rakibi gibi karamsar değil. Hiç olmazsa hatalar da yapmış olsa- düzeltme niyeti ve gücü var. Hiç olmazsa tecrübeli.
Şaşıracak bir şey yok... Beşiktaş genel kurulu (daha) zengin, iyimser, güçlü ve tecrübeli olanı tercih etti.
Başkan Aziz Yıldırım neden istifa etmişti Kulüpler Birliği başkanlığı’ndan?
Kendisi açıkça söylemişti:
“Kulüpler Birliği Başkanı olduğum için konuşamıyorum”...
Belli ki, ağzına fermuar, eline kelepçe oluyordu “tüm” kulüplerin sorumluluğu. Oysa taraftar, “suskun” değil “yumruğu vurdu mu oturtacak” başkan istiyordu!
Ne faydası vardı bilinmez... Ama Fenerbahçeli alışmıştı zahir; işe yaradığını sanıyordu konuşmanın.
Sadece taraftar mı?.. “Fenerbahçe şampiyon olmak istiyorsa Yıldırım’ın Kulüpler Birliği’ni bırakması lazım” yorumları yapılıyordu resmen. Hem de futbolun “düşünen adamları” tarafından!
Bıraktı... Kurtulamadı!..
Eğri oturup doğru konuşalım. Fenerbahçeli olan/olmayan futbol kamuoyunun, Aykut Kocaman’a açtığı kredi, bugüne kadar hiçbir futbol adamına nasip olmadı.
Elbette Aykut Hoca’nın kişiliği ve duruşu bu kredinin sağlam ipoteği.
Ama Fenerbahçe’de geldiği “pozisyon”un ilk ve tek olması da önemli! Görevinin ne olduğunu tam olarak bilmiyorlar ki, görevini yapamadı diye sızlansınlar!..
Şaka bir yana, Aykut Kocaman boş adam değil ki, deliğe süpürsünler. Süpürüp atsınlar.
Güven veriyor, saygı yaratıyor.
Bir iki cılız sesin “şansını deneyip yalnız kalması” dışında ne medya sorguladı Aykut Kocaman’ı, ne taraftar.
Bu durumda Aykut Hoca “başaramazsa” faturayı ona/buna kesmesin kimse.